Sistemi okumalıyız

Bizim gördüğümüz ve bozuk algılayarak düzeltmeye kalktığımız dokular sistem araçlarıdır. Araçlarla uğraşırken arka plandaki sistemi görmüyoruz.

Prof. Dr. İzzettin Önder

23 Haziran seçimi yüreklere biraz su serperken, korkarım temel toplumsal sorunların halının altına itilmesine neden olabilir. “Hak, hukuk, adalet” ya da “her şey güzel olacak” gibi sloganlar çok güzel ve yürek ferahlatıcı geldi toplumun büyük bölümüne. İşte korktuğum yer de burasıdır. Bugün, geçen yazıdaki vaadimi de dikkate alarak, kafamdaki temel sorunu tartışmak istiyorum. Önce geçen yazıdaki vaadimi hatırlayalım. Son yazım, “sendikalaşma yanında/karşısında sınıf tavrı tartışmasını gelecek yazıda açma vaadi ile” ifadesi ile sonlandırılmıştı.

23 Haziran seçim sonuçlarıyla yaşanan coşku, hukuk arayışı ve haklılığın ne şekilde sağlanacağı duygusu ve gerçekten çok zor günler yaşayan emekçilerin çıkış yolu olarak sendikalaşmada yeni örgütlenme yöntemlerine yönelmeleri beni fevkalade rahatsız etmektedir. Çünkü hemen tüm sorunlar ve sorunlara çözüm gibi görülen bazı önlem ve düzenlemeler buzdağının yüzeyde yansımış aldatıcı görüntüleridir. Bakılması gereken yer ise, hemen anlaşılabildiği gibi buzdağının alttaki ana gövde ve bu gövdede oluşanlardır. Buzdağının üst bölümü sistem içi sorun ve çözüm yollarını gösterir. Gerçekten yaşanan çok derin bir hukuksuzluk var toplumda; hukuk siyasi erkin aracı niteliğine dönüştürülmüş olarak yaşanan yolsuzlukların adeta bekçisi gibi çalıştırılmaktadır. Buzdağının tepesindeki sorun-çözüm sarmalının irdelenmesine gidilmediği ve sorunların nereden kaynaklandığı, hukuk sisteminin nasıl oluştuğu gibi derine inen sorular sorulmadığı sürece, sistemin yararına anlamsız tartışmalar yapılır, bazı siyasiler ya da uygulamacılar suçlanır ve bunların düzeltilmesi durumunda her şeyin yoluna gireceği gibi bir zehaba kapılınır. İşte yanlış buradadır. Çünkü farkında olmadan da aranan hukuk sistemi gerçek hak dağıtıcı değil, kapitalizmin düzgün işlemesi için kullanılan ve sistemden yarar sağlayanların lehine çalışan mekanizmadır. Böyle oluşturulan hukuk sistemi sömürüsüz ve hakkaniyet esasına göre çalışan bir düzenin hukuku değil, hak değil çıkar ilişkilerinin tartışıldığı ve çıkar çatışmaları sonucunda oluşturulup tüm topluma kabul ettirilen bir sistemdir. Böyle bir hukuk sistemine geçebilmek için kapitalizmin dahi bugünkü yoz yapısından ve nepotizm ilişkilerinden daha üst düzeye yönelmek söz konusu olduğundan bu yöneliş bir bakıma kurtuluş gibi görülebilir. Doğrudur, bu yöneliş kısa süre için anlamlı yöneliştir, fakat kurtuluş değildir. Böylesi görece ileri yönelişler daha ileri ve sisteme yönelik ve görece özgürlük mücadelelerin yolunu açabilmesi açısından önemli görülebilir. Sorun şu ki, kapitalizm düzgünleştikçe alternatif arayış mücadelelerini gölgeleme gücünü elde eder. Çelişki de bu noktadadır; yoz kapitalizmden görece düzgün kapitalizme geçiş, aynı anda sistem mücadelesinden sistem içinde tatmin olma aşamasına geçmeyi de gündeme taşıyabilir.

Emek dünyası ve sendikalaşma konusunda da benzer yanlışlar yaşamaktayız. Gerçekten sendikalaşma oranı fevkalade düşük, sendikalar kendilerinden bekleneni tam olarak verememektedir. Hal böyle olunca emekçiler de yeni sendikalaşma modeli üzerinde ya da sendikaların taban-tepe arasında demokratikleşme vb gibi konular üzerinde kafa yormayı çıkış yolu olarak görmektedir. İlk bakışta fevkalade makul görünen yüzeysel sorunlar ve bu sorunların çözümüne yönelik yüzeysel çözümlemeler ve çözümler aslında sistemin fevkalade ustaca yönettiği tiyatrodur.

Burada sözünü ettiğim hak-hukuk-adalet ya da sendikalaşma ve emekçi hakkı meselelerinin münferit sorunlar halinde ortaya atılmaları ve bunlara karşı bazı çözüm önerilerinin geliştirilmesi sistemim işleyişi ve devamının sağlanması açısından temel kural ve koşullardır. Kısacası şunu çok net görmemiz gerekmektedir ki, yaşadığımız sorunlar ne siyasetçinin, ne sermayenin ne de hatta üniversitenin hatası ya da yanlışıdır. Çünkü bunlar ve bunlar benzeri tüm ajanlar ve kurumlar hangi sistem içinde ise ona göre çalışır. Bizim gördüğümüz ve bozuk algılayarak düzeltmeye kalktığımız dokular sistem araçlarıdır. Araçlarla uğraşırken arka plandaki sistemi görmüyoruz.

Arka plandaki sistemi görebilmek için, buzdağının altına, kütlenin ana karnına inmemiz gerekmektedir. Buzdağının ana karnına inmek için olaylar ya da olgular bağlamında nedensellik ilişkisi kurarak, ana sebeplere yönelmemiz gerekir. Hukuk nedir ve kime hizmet eder; hak ile çıkar arasında nasıl bir fark vardır; adalet nedir, kim kurar, adalet kimin için çalışır; sendikal örgütler nedir, görevi nedir, fakültelerdeki Çalışma Ekonomisi bölümlerinin işlevi nedir, kime hizmet eder vs gibi biz dizi çetin konuları odağa koyup tartışmamız gerekir. Hukuku kim yapar; sömürü nedir, nasıl önlenir; mülkiyet hakkı nedir, kime güç sağlar; devlet nedir, kimin siyasal karar organıdır ve toplumda hangi sınıfı, hangi sınıf lehine baskılar; sınıflı toplum nedir, bu durum doğa yasası mıdır yoksa başat üretim ilişkisinin doğal sonucu mudur gibi soruları cesaretle sorabilirsek kütlenin gövdesine doğru inmeye yönelmişiz demektir. Peki, acaba bu soruları bize sordururlar mı, bu soruları dillendirmek toplumlarda serbest midir?

İşte bu noktada “sınıf bilinci” ve “sınıf tavrı” bir örgüt olarak değil, fakat toplumsal sömürüye maruz kalan toplumun büyük kesiminde alttan alta yayılan bir anarşi ruhu, bir kalkış ruhu olarak işlev görür. Bu doku somut örgüt olmayıp, soyut ideal olarak çalıştığından sistemin saldırı ve şekillendirmesine asgari derecede maruz kalır. O nedenle de, sınıf tavrı ve bilinci, taraflar arasında güçlü tartışmalarla doğru ekilip yaygınlaştırıldığında tüm sistem örgütlerinden çok daha güçlü olarak insanlığın selameti ve sömürünün sonlandırılmasında rol oynayabilir. Ancak, şunun çok net bilinmesi gerekir ki, bu mücadele zamana yayılı olarak, sabır ve titizlikle yürütülmesi gereken toplumsal kalkıştır. Bu mücadelede sistem araçları değil, bizzat sistem eleştirilir; bu mücadelede sistemin araçlarının mükemmelleştirilmesi değil, mükemmelleştirmenin sisteme nasıl hizmet ettiğinin farkındalığının bilincine varılır; bu mücadelede geçici çözümlere zarureten yol verilirken ana hedefin daima odakta kalmasına azami dikkat gösterilir.

23 Haziran seçim sonuçları bu bağlamda önemlidir, fakat bir yandan yerel seçim olması bağlamında, diğer yandan da oy kayışlarının sebepleri açısından iyi tahlil edilmelidir. Bu konuyu da gelecek yazıya devredelim.