Yalanların gölgesindeki erdemli çığlık: Oscar Wilde, sosyalizm ve liberal napalm bombaları

“TARİH OKUMUŞ HERKES BİLİR Kİ, İTAATSİZLİK İNSANIN ASIL ERDEMİDİR. İLERLEME İTAATSİZLİK YOLUYLA KAYDEDİLİR, İTAATSİZLİK VE BAŞKALDIRI YOLUYLA”

Yalanların gölgesindeki erdemli çığlık: Oscar Wilde, sosyalizm ve liberal napalm bombaları
Çağdaş Gökbel

Bir önceki yazımda estetiğin güzel ama çirkin; çirkin ve çarpık uğraklarından ilerleyerek soğuk zindanların ardındaki Oscar Wilde’den bahsetmiştim. Şimdi, kapitalizmin karşısına tüm güzelliğiyle sosyalizmi yerleştirmeye çalışan Wilde’yi ele almaya çalışacağım.

Yoksulluk sorununu kurdukları sosyal yardımlaşma ağlarıyla çözmeye çalışan sanatçılara Wilde’nin bazı küçük mesajları var. Ahlaksızlığın çamurlu kaldırımlarında ilerlerken, bireyi yok eden mülkiyetin acımasızlığına indiriyor kılıç darbelerini Wilde.

Devletin yapması gerekenleri topluma yıkan ve hastaları kötü durumdan kurtarmak için sözde melek rolü oynayan şeytanların yüzlerinden maskelerini 1891’den beri indirmeye çalışıyor.

“Gerçek çözüm, yoksulluğu ortadan kaldıracak bir toplum düzeni kurmak, buna çalışmaktır…Tıpkı en kötü köle sahiplerinin kölelerine iyi davrananlar olması ve bunların, kölecilik yüzünden acı çekenlerin köleciliğin korkunç iç yüzünü görmelerini ve köleciliğin düşünenler tarafından anlaşılmasını engellemeleri gibi, hali hazırda İngiltere’deki gidişat içinde, en büyük zararı verenler de en çok iyilik yapmaya çabalayanlardır… Hayırseverlik, çok sayıda günahın anasıdır…Şunu da söylemek lazım: Özel mülkiyetin kurumlaşması sonucunda ortaya çıkan korkunç kötülükleri azaltmak için özel mülkiyeti kullanmak da ahlaksızlıktır. Hem ahlaksızlık hem de adaletsizliktir. Sosyalizmde, tabii, bütün bunlar ortadan kalkacak. Pis kokulu inlerde, pis paçavralar içinde yaşayan kimse kalmayacak; kimse başa çıkılmaz, tümüyle iğrenç koşullarda, sağlıksız, açlıktan avurdu çökmüş çocuklar yetiştirmeyecek” (S:23-25).

Sözde yoksulları düşünen ve hayırsever faaliyetleriyle ön plana çıkan, kitle tarafından pagan bir tapınma nesnesine dönüştürülen sanatçıların açtığı yaraları bu satırlar sayesinde görebilirsiniz. Kimse bir yoksulun hem de mülkiyet ilişkilerine dayandırılarak kurtarılmasını ahlâki temellere oturtamamalı. Bir yoksul kurtarılırken milyonlarcası dilenciliğe katlanamadığı için hepimizin arasında sessizce solmaktadır. “Yoksulun kalitelisi hiçbir zaman gönül borcu duymaz. Onlar nankör, hoşnutsuz, dikbaşlı ve asi olurlar. Böyle olmakta da son derece haklıdırlar” (S:31).

Küçücük bir köşe yazısında Oscar Wilde’nin politik makalesini tüm yönleriyle inceleyebilmek imkânsız. Yine de imkânsızın peşinden ilerlemeye devam edelim. Soğuk savaş propagandasının henüz zıvanadan çıkmadığı bir dönemde gerçek bireyselleşmenin yolu Wilde’ye göre sosyalizmden geçmekteydi. Soğuk savaş propagandası bunun tam tersiyle kitleleri büyülemekte ve korkutmaktaydı.

Bugün gelinen noktada kapitalist mülkiyet sisteminin bireyi nasıl sildiğine şahit oluyoruz. “Çünkü özel mülkiyetin tanınması, gerçekte insanla onun sahip olduklarını birbirine karıştırarak Bireyselliğe zarar vermiş, onu gölgelemiştir. Bireyselliği tamamen yolundan saptırmıştır. Hedefi gelişme değil, kazanç olmuştur. Öyle ki, insanoğlu, önemli olanın varolmak değil, sahip olmak olduğunu düşünmüştür. İnsanoğlunun gerçek kusursuzluğu, sahip olduklarında değil, insan olarak ne olduğunda yatar. Özel mülkiyet gerçek Bireyselliği ezmiş, yerine sahte bir Bireysellik dikmiştir. Toplumun bir kesimini aç bırakarak Birey olmalarını engellemiştir. Toplumun diğer kesimini ise yanlış yola sokarak ve önlerine engeller koyarak Birey olmaktan alıkoymuştur” (S:39).

Wilde, gerçek bireyselleşmenin ancak sosyalizmde olabileceğine inanmaktadır; Adorno’nun kılık değiştirmiş hali gibidir ‘Sosyalizm ve İnsan Ruhu’ adlı makalesinde. Sanatın kitlelerin insafına bırakılamayacak kadar önemli olduğunu düşünmektedir. Sanatçının popülerlik uğruna kalabalıklar karşısında eğilmesini erdemsizlik olarak görmektedir. Sanat gerçekte rahatlatmak, eğlendirmek ya da para kazanmak için değil, bireyleri huzursuz etmek ve düşündürmek gibi bir ereğe sahip olmak zorundadır.

Demokrasi denen yönetim biçimi de kitleyi otoriter bir canavara dönüştürdüğü için pazarlananın aksine en kötü ve en ahlâksız yönetim şeklidir. “Bir zamanlar demokrasiden büyük şeyler umulmuştu, fakat demokrasi sadece halkın halk için halk tarafından sopalanması demektir” (S:57).

Sosyalizm tüm bu kanayan yaralarla mücadele eder. Mücadeleye en temelden özel mülkiyetten ve aileden başlar. “Sosyalizm aile hayatını ortadan kaldırır, mesela. Özel mülkiyetin ortadan kalkmasıyla, alışageldiğimiz evlilik ortadan kalkmak zorundadır. Programın bir parçası budur. Bireysellik bunu kabul eder ve erdem haline dönüştürür” (S:53).

Kültür bu noktada kitlelerin elindeki tüketim nesnesi olma özelliğini yitirerek, insanlığın birikimlerinin gerçek bir yansımasını bünyesinde barındıran bir deneyime dönüşecektir. Metafiziğin hurafeleri, mülkiyet ilişkilerinin kaldırılmasıyla yerini özdekçiliğin realist cennetine bırakacaktır. Bu yüzden hiç bıkmadan popüler sanata saldırır Wilde. “Çünkü sanatın sarsmak istediği şey, tekdüzeliği, göreneğe kölece bağlılık, alışkanlığın zorbalığı ve insanın makine düzeyine indirgenmesidir” (S:75). Wilde’nin kılık değiştirmiş Adorno olduğuna dair iddiamız bu doğrudan alıntılarla biraz daha güçleniyor.

Wilde’ye göre gazetecilik de kitle toplumunun hastalıklı bir ürünüdür. Toplum adına gözcülük yapması beklenen o muazzam dördüncü kuvvet, iktidarın elinde oyun hamuruna dönüşmüştür. Artık gazetecilik halkın karşısındaki muazzam güç konumuna evrilmiştir. Kitleler en başından beri bu derin sorunu kendi sorunları olarak sahiplenmekte zorlanmışlardır. Onların gazeteciye biçtikleri rol, kendi namına anahtar deliğini dikizlemektir. “İnsanlar, mizaçlarına göre, basına gülmeye ya da ondan tiksinmeye başlamışlardır. Ama basın artık bir zamanlar olduğu gibi gerçek bir kuvvet değildir. Ciddiye alınmıyor” (S:87).

Medya denen şey bir para kazanma aracı haline döndüğünden ve haber bir meta gibi alınıp satıldığından beri bireylerin özel alanı kamusal alanın orji tapınma biçimine dönüşmüştür. Yani bir nevi mastürbasyon sahasına dönüşmüştür. Kitleler diledikleri gibi insanların yaşamlarına hükmederek orgazm olmaktadır. Bunun en önemli aparatı medya olmuştur. “Kadın ya da erkek, kimsenin özel yaşamı halka anlatılmamalı. Bu, halkı hiç ilgilendirmez. Fransa’da bu işleri daha iyi beceriyorlar. Orada boşanma mahkemelerinde görülen davaların ayrıntılarını halkın eğlencesi olsun ya da herkes tarafından eleştirilsin diye gazetelerde yayımlamıyorlar. Halkın tek bildiği, boşanmanın vuku bulduğu ve boşanma kararının çiftlerin birinin isteği üzerine alındığıdır” (S:89).

Oscar Wilde gibi bir dehanın özel hayatındaki gelgitlerle anılması da bize önemli uyarılar vermekte. Yeni medya diye sunulan ve bireylerin gönüllü bir biçimde yatak odalarını kitlelere açmasını göz önüne aldığımızda, kapitalist sistem devam ettiği sürece bireyi kamu namına çürütmeye ve yok etmeye devam edeceğe benziyor. Kimine göre, genellikle liberallere göre özgürlüğün, kuralsızlığın ve güzelliğin portresi olan Wilde’den artık çok uzaktayız. Gerçek Wilde, tüm bu ideolojik napalm bombalarından ağır yaralı çıkmış gibi görünüyor. Her şeye rağmen derin bakışları ve uzun saçlarıyla nefes alıyor ve geleceğe bakıyor.

Bu dev hikâyenin sonunda sosyalizm başarılı olamadığı takdirde insanlık evrene bir daha dönmemek üzere Wilde ile birlikte veda edecek.

* Wilde, Oscar (2016). Sosyalizm ve İnsan Ruhu. Çev: Fatih Özgüven. İstanbul: Metis.

Bu yazı ilk olarak 16punto‘da yayınlanmıştır.