'Görünmez Kalp' eleştirisi

Peki devleti patronlar yönetmiyor mu? Parlamento sizin, vekiller sizin, partiler sizin. Neden ellerinizi kaldırıp bunların sonunu getirmiyorsunuz? Ben söyleyeyim, işçilerin sırtından kazandığınız artı değerin %99'unu alıp %1'ini işçi sınıfına veriyorsunuz ya, -tabi bu da o insanlara yetmiyor- verdiğiniz o vergiler yaptığınız o sosyal yardım politikaları sizin işçilere verdiğiniz sadakadır!

'Görünmez Kalp' eleştirisi
Ömer Berkan

 

Russell D. Roberts’in yazdığı Görünmez Kalp kitabı belki de çoğu kapitalistin başucu kitabı olabilecek nitelikte olup, kapitalist sistemin içinde yaşayan insanların gördüğü noksanlıkların üstünü örtmeye çalışan bir roman.

Dünyaya bakışı birçok insandan farklıymış gibi duran Sam’in aslında var olan bu sistemde yaşayan insanların çoğunun bilinç altında olan, insanın gizliden gizliye bildiği gerçekleri kendisine itiraf etmesini kolaylaştırmaktadır. Sam tam anlamıyla Adam Smith’i kendine örnek alarak fikirlerini ve ideolojisini bu doğrultuda geliştirip hayatı bu şekilde anlamlandırmaya çalışmaktadır. Kitapta birçok insan tarafından dışlandığı, kötü ve bencil biri olarak anlaşıldığı ama özünde iyi bir insan olduğu vurgulanmaktadır.

Bir kapitalistin ideolojisini ”İnsanlara nasıl aktarabilirim?” diyerek yola çıkan Russell D. Roberts bu işi hakkıyla yapmışa benziyor.

Görünmez Kalp kitabını okuduktan sonra Gramsci’nin kendine ve topluma sorduğu soruyu daha iyi anlamlandırdığımı düşünüyorum. Özetle, sorduğu soru şuydu; ”Toplum bu sistemden bu kadar rahatsız olmasına rağmen neden isyan etmemektedir?”. Cevap ise kapitalizm ideolojik araçlarını yeniden üretmeyi başarıyor. Aslında bu kitapta tam olarak bunu göstermektedir. Kapitalizm kendini yeniden ve yeniden üreterek (özü değişmeden) kendisinin doğru ve iyi olduğunu göstermeye çalışıyor. Peki gerçekten sistemi gören ve bu sistemi çözümleyen insanlar kapitalizme inanıyor mu?

Laura, sistemin içerisinde kendini iyi tutmak isteyen, vicdanlı bir görünümü olan, melek misali karşımıza çıkan bir karakter. Fakat şeytani bir sistemin, bir meleği bile kandırabileceğini görüyoruz. Laura var olan kapitalizm koşullarında iyi şeyler yapıp kendisini huzura kavuşturmak istemektedir. Eşitsizliğin, adaletsizliğin, yoksulluğun, huzursuzluğun, sınıfların, sömürünün ve bunların koruyucusu olan kapitalist devletin olduğu bir ülkede sadece kişinin kişisel olarak yapmak istediği iyi bir şey pek de anlamlı olamamaktadır. Sistemin açıklarını kapatmaya yönelik yapılan sistem iyileştirmeleri, kapitalizmin ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Adaletin getirdiği bir eşitlik isteniyorsa, yoksulluğun, fakirliğin, sömürünün, sınıfların olmadığını özgür bir dünya isteniyorsa, yani insanların insanca yaşadığı bir sistem isteniyorsa kapitalizmin yıkılması gerekmektedir. Laura gibiler ise bu özgür dünyanın önündeki, yani kapitalizmi yıkacak olan işçi sınıfının önündeki en büyük engellerdir. Çünkü özgür bir dünyanın gelmesini geciktirmektedirler.

Kitabın ilk bölümündeki Sam’in öğrencileri ile olan para oyunu insanların bencilliğini yansıtmaktadır. İnsanın daha fazlasını istemesi herkesten önce ona ulaşmak için mücadele etmesini sistemin gerekliliği olduğunu göstermiştir. Burada aklımıza bir soru geliyor ‘İnsan her zaman bencil miydi?’. İnsanın ortaya çıkışıyla erken komünal toplumlarda bunun böyle olmadığını bilimsel çalışmalar bizlere göstermiştir. Çünkü insanlar toplum olarak beraber avlanıp, beraber toplayıp, beraber yeyip eşit bir şekilde yaşadıklarını bugün biliyoruz. Hala bu şekilde yaşayan toplumların olduğunu da biliyoruz (bkz. Morgan 1868, Engels 1884). İnsan özel mülkiyeti edindiği anda bencilleşmiş ve kötüleşmiştir (Jean-Jacques Rousseau 1762).

Kitabın bir bölümünde fıstık odasından bahsetmekte ve bunu bir kişiye tahsis edilmesini konu almakta. Peki o fıstıkların ekilip toplanması ve (emeğin rolü gözardı edilerek) bir kişiye tahsis edilip onun istediği gibi değerlendirmesi insani bir durum mudur? Ya da daha doğrusu adil ve eşit midir? Tabiki de hayır. Aynı durum petrolün çıkarılmasında, kullanılmasında (sadece parası olanların kullanabilmesi) da geçerli değil midir? Bu bölümde söylenen bir doğru ise doğal kaynakların bitmesine yakın insanlığın alternatif kaynaklara yönelecek olmasıdır.

“Edinip harcayarak, heba ederiz güçlerimizi” kitapta geçen çok güzel bir söz. Ben başka bir şey soruyorum. Kimin için gücümüzü heba ediyoruz? Kimin için çalışıp kimin için harcıyoruz? Kendimiz için mi, yoksa birilerinin daha çok kazanması için mi? Yani sömürülmek için mi?

Dilenciye para vermek, meyve suyu vermek kimilerine göre insani bir davranış. Peki onu bu hale getiren sistem değil midir? Onu geleceksiz bırakan, onu sefalete sürükleyen açıkgözlü olamayışı değildir. Onu bu hale getiren sistemin ta kendisidir. Temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak duruma gelmesi sistemin gerekliliğidir. Bir yerde varlık yaratılmak istenirse diğer yerlerde yokluk olması gerekmektedir. Kapitalist sistem kendisini bu dilencilerden, bu işsiz ordusundan, yani toplumdaki bu artık nüfustan besler.

Kapitalizmde insan hayatları çok değersizdir. Fakat hayatınızı değerli kılmak için bir şeyinizin olması yeterlidir: Para. Paranız yoksa hayatınızda sizi koruyacak şeyler bile olamayacaktır. Onun yerine alternatifi olan bir şey yapabilirsiniz. Çünkü seçim hakkınız var. Hayatınız mı paranız mı? İnsan hayatı bu kadar değersiz, bu kadar ucuz bir şey olmamalı. Devletin kural koyması toplumun yararınadır. Bilinçli bir insan yaratmak için bir gereksinimdir. İnsanlık bilince ulaşınca devletin yasaklarına, kurallarına da ihtiyaç kalmayacaktır. İnsanlar elbette ki tercih yapacaktır. Ama hayatla para arasında bir tercih yapmasını sağlamak onları büyütmek kendi ayakları üzerinde tutmak olduğunu kimse söylemesin. Ya da yetişkinlere çocuk gibi davranmak. Çünkü bu büyük bir yalandır.

Kapitalistler bir yerde bir fabrika açmak istediğinde ”Bölgeye istihdam götürüyorum, insanlara yardım ediyorum, demokrasi getiriyorum” derler fakat aslında ”Ne kadar fazla kar elde edebiliriz” diye, gittiği ülkenin ”askeri, siyasi, toplumsal, finansal yapısını nasıl belirleyebiliriz” diye düşünürler. Aslında bu tam anlamıyla emperyalizmdir. Emperyalizmi ne kadar güzel göstermeye çalışırlarsa çalışsınlar gerçekler insanların gözünün önündedir. Örneğin Afganistan, emperyalist tekellerin fabrikalar açtığı istihdam yarattığı güzel bir diyardı değil mi? Peki ya sonra… Yüz binlerce insanın öldüğü gericiliğin desteklendiği gelişiminin engellendiği bir yer değil midir? Ama başka bir yere fabrika açmak onların karnını doyuruyordu değil mi? Sonra ellerine silah vererek, (satarak) verdikleri iki lokma için canlarının alındığını bu gün herkes bilmektedir. Kapitalizmin insanlara verdiği şeyler savaş, ölüm, açlık, kıtlık, bencillik ve sömürü. Tabi yüz binlerce masum kadın ve çocuğun ölmesi, binlerce tecavüze uğramış kadın, sömürge haline gelmiş bir devlet, tehdit edilen bir halk, mecbur bırakılan bir ekonomi, ”Aptal olma.” denilen bir Cumhurbaşkanı yanında cabası olabilmektedir.

Kapitalistler sizin yarattığınız dünya işte budur!

Sistemin gerçekleriyle yüzleşenler ise yaptıklarınızı unutmuyor. Sizler ideolojik olarak yutturduğunuz sakladığınız yegane şeyin bir sınıfın bir sınıfı sömürdüğü, insanın insanı ezdiği bir avuç insanın tek elinde bulunduğu üretim araçları ve sermayenin diğer kalan çoğunluğa hediye ettiği yoksulluk olduğunu işçi sınıfı çok iyi bilmektedir.

Her fırsatta vergi vermek istemediğinizi, devletin sosyal yardımlaşma politikalarına karşı olduğunuzu söylüyorsunuz. Peki devleti patronlar yönetmiyor mu? Parlamento sizin, vekiller sizin, partiler sizin. Neden ellerinizi kaldırıp bunların sonunu getirmiyorsunuz? Ben söyleyeyim, işçilerin sırtından kazandığınız artı değerin %99’unu alıp %1’ini işçi sınıfına veriyorsunuz ya, -tabi bu da o insanlara yetmiyor- verdiğiniz o vergiler yaptığınız o sosyal yardım politikaları sizin işçilere verdiğiniz sadakadır! Sizler çok iyi biliyorsunuz ki sadakanızı vermediğiniz zaman işçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedeceği bir şey kalmayacak ve kendiniz için yaptığınız büyük mirasınızı elinizden alacaktır.

Sam kitapta özel yardım politikalarından bahsediyor. Kapitalistler bunu yapabilir. Sonuçta devleti yönetenler bu sınıftır. Fakat patronlar, bu özel yardım politikalarını gönüllü bir şekilde yapmayacak kadar karını düşünürler. Kapitalistler dünyaya toz pembe gözlüklerle bakmazlar.

Sam belki de insani olarak iyi biri, insanların aç kalmamasını istiyor, çocukların okumasını istiyor, insanlar iyi yaşasın istiyor fakat sistemin gerçeği açlık, eğitimsizlik, kötü yaşam koşulları, krizler, savaşlar, ölen çocuklar ve insanlar. Nedeni ise kapitalizm.

Kitabın yazarı ve kapitalist düşünceye sahip olanlar teoride güzel olmasını umduğu bir dünyanın gerçekte asla olamayacağını biliyorlar. Kapitalizm yaklaşık iki yüzyıldan beri kendini geliştirip olgunlaştırmaktadır. Her geçen gün işçiler ile patronlar arasındaki ekonomik açı daha fazla açılmaktadır. Zenginler zenginleşirken fakirlerin daha da fakirleştiği sistem kendini ideolojik araçları ile gölgelese de temelde yatan sınıf çelişkisini görebilenler liberalizmin sıcak müdahalelerini daha iyi anlayacaklardır. Kapitalizm kendi mezar kazıcılarını üretmektedir.

Bu yazıda amacımız bir kitabi eleştirmekti. Fakat okuduğumuz kitap bir sistemi savunuyorsa amacımız sadece bir kitabın eleştirisi değil. Bir sistemin eleştirisidir.