Çimento nedir?

Sahi neydi bu çimento? İnsanlık tarihinin dönüm noktası olan Ekim Devrimi'nin inşaası için gerekli olan kimyasal malzeme miydi yoksa onu işleyen işçi sınıfının kendisi mi?

Çimento nedir?
Baran Boğa

Fyodor Gladkov’un 1917 Bolşevik İhtilali sonrasında insanlık tarihinin daha önceden hiç yaşamadığı sömürüsüz toplumun inşası sürecinde, ufak bir kasabada yaşanan kavgaları ve dönüşümleri anlattığı Çimento, dönemin tüm gerçekliğini anlatması bakımından çağdaş Rus edebiyatının en çok okunan eserlerinden biridir. Kitabın devrim sonrası toplumsal cinsiyet ayrımının nasıl yıkıldığı, kadınların mücadeledeki yeri ve önderliği, NEP olarak da bilinen “Yeni ekonomi politikası” nın yol açtığı sorunlar ve diğer bütün toplumsal ve ekonomik sorunların yanısıra işçi sınıfının yaratıcılığı üzerinde durması dönemin koşulları açısından onu vazgeçilmez bir kaynak yapıyor.

Çimentodan bahsedildiğine herkesin ilk aklına gelen “Çimentoyu iyi verirsen tutar. Çimento biziz, Çimento işçi sınıfıdır” cümleleri, romanın ana karakterlerinden olan ve iç savaş sonrası köyüne dönen bir işçiye ait.

Sahi neydi bu çimento? İnsanlık tarihinin dönüm noktası olan Ekim Devrimi’nin inşaası için gerekli olan kimyasal malzeme miydi yoksa onu işleyen işçi sınıfının kendisi mi?

Bu sorunun cevabını vermek için kısaca devrim sonrası döneme bakmamız gerekiyor. Bugüne kadar yaşanan tüm devrimler gibi devrimcilerin ilk görevi eski sistemden kalan ekonomik, kültürel ve sosyolojik yapıyı değiştirmeye çalışmak olmuştur. Bu değişiklik sürecinin en sancılı geçtiği ve kitapta da konu edinilen Ekim Devrimi’nde ise durumlar kısaca şöyleydi: Bir yandan itilaf devletleri Japonya, Amerika, İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkelerin Beyaz Ordu ile beraber yaptıkları yağma ve saldırılar ülkenin dört bir yanında işgal ve katliamlarını sürdürüyor, diğer taraftan da zorlu kış şartları ile birlikte yiyecek ve yakacak sorunu şehirlerdeki insanları kırıp geçiriyordu. Tarihte ilk kez işçi sınıfının kendi başına zafer elde edebilmesi bu zorlu şartlardan başarılı bir şekilde çıkabilmesine bağlıydı. Fakat bu güne kadar hiç yönetmemiş hatta yönetimde söz sahibi bile olmamış bir sınıfın, koskoca Rusya’yı tüm düşmanlardan ve doğa koşullarının öldürücü etkisinden kurtarabileceği düşüncesi o güne kadar alışageldik bir düşünce değildi. Sosyalist devrimden sonra fabrikaları çalıştıracak ve tarlaları sürecek olan burjuvazi değil, emeğin asıl sahibi yani işçi sınıfının kendisi olmalıydı; fakat çarlık Rusyasının sadece soylulara ve burjuvaziye sunduğu eğitim imkanından işçi sınıfı yaralanamadığı gibi iç savaşta yurdun dört bir tarafını düşmanlardan koruyan askerlerin işçi ve küçük köylülerden oluşması da durumları bir hayli zorlaştırıyordu. Dolayısı ile henüz devrimin başlarında fabrikalardaki üretimi tekrardan başlatabilecek ve topraklardaki kontrolü sağlayabilecek birikim işçi sınıfında yoktu. Bugüne kadar hep yönetilenler yönetebilirler miydi, emeğinden başka hiçbir şeyi olmayan işçiler, tüm Rusyayı emperyalist düşmanların ve açlığın pençesinden alıp kurtarabilir miydi?

O dönem akıllardaki soru buydu ve sorunun cevabı da yine işçi sınıfının önderi ve koruyucusu Lenin’in kendisinden gelmişti. Lenin’in Ocak 1918 Üçüncü Tüm Rusya İşçi, Asker ve Köylü Temsilcileri Sovyetleri toplantısındaki konuşmasının tarihe geçen sözleri şunlardı: “Sovyet iktidarının her adımda, bu eski burjuva önyargısından, yani işçi ve köylülerin devleti yönetemeyecekleri görüntüsünden tamamen kurtulan insanların sayısının durmadan artacağından eminiz. İşçi ve köylüler bir kez yönetmeye başladıklarında, öğrenebilirler ve öğreneceklerdir”

Lenin insanlık tarihindeki en büyük ve en zor geçişi, yani sömürünün ortadan kalktığı bir geleceği kurma görevini o dönem işçi sınıfının kendisinin omuzlarına yüklemişti. Monarşinin ve kapitalizmin uyuşturduğu işçiler ancak tüm sorumluluğu iliklerinde hisettiklerinde üretmeye ve yaratmaya başlayabilirdi. Ve öyle de oldu! Rusya’nın her köyünde ve kasabasında, yine Gladkov’un romanında üstünde fazlaca durulan İşçi Halkevleri kurulmaya başlandı. Halkevlerinde komünist parti kadroları tarafından verilen, başta okuma yazma olmak üzere çeşitli pratik ve teorik eğitimler ile işçiler bilinçlendirildi. 1917 yılının başında ülkede okur yazarlık oranı yüzde 20’lerdeyken bu oran 1926 yılında yüzde 56’lara çıktı. 1939 yılında ise sovyet yurttaşlarının neredeyse tamamı okuma yazma biliyordu. Bir yandan işgalci ordulara karşı cephede ölüm kalım mücahadelesi veren işçiler bir yandan ülkenin her tarafındaki fabrikaları yeniden çalıştırmaya başarmıştı.

İşte Gladkov’un romanındaki çimento fabrikasının dumanı, işçilerin yaratıcılığı ve iradesi ile yeniden böyle tütmüştü. İşçi sınıfının kendi kaderini tayin edebildiğini gören İtilaf Orduları içindeki düşük rütbeli askerler tüm bu olanlardan etkilenip ordu içindeki isyanları örgütlemeye başladılar. 1920’lerin kasım ayına gelindiğinde sayıca kızıl ordudan kat ve kat daha fazla ve teknolojik bakımdan da daha donanımlı olan İtilaf Devletleri sovyet topraklarını terk etmek zorunda kalmıştı. Tüm bu değişimlerden etkilenenler arasında eski çarlık döneminin memurları ve mühendisleri de vardı. Kitapta çimento fabrikasının tekrardan açılması sırasında, baştaki tüm karşı çıkışlarına rağmen, işçilerin azim ve iradesinden etkilenen eski bir çarlık mühendisinin işçi sınıfının öznesel değişiminin etkisine nasıl kapıldığı ve değişilmez olanın nasıl değişimin kendisine dönüştüğü de oldukça iyi anlatılmış.

Baştaki Çimento nedir sorusunun cevabına gelecek olursak. Kitapta ve burada verdiğim örneklerden de görüleceği üzere çimento örgütlü işçi sınıfının kendisidir. Sabitlerin değişebileceğini, etkileri ve sistemleri oluşturan ve onlara yol açan koşulların değişebileceğini bize diyalektik materyalizm söyler; fakat sistemleri değiştirecek olan ve çimentodan hem daha sağlam hem de organik olan işçi sınıfının örgütlülüğünün ve pratik becerisinin kendisi olacaktır.

Yazıyı yine 1918 tarihli Üçüncü tüm Rusya işçi, asker ve köylü temsilcilerin sovyetlerinde Lenin’e sorulan “İşçi sınıfının eğitim seviyesi ve teknik düzeyi çok geri , neden fabrikaları onların denetimine bırakıyoruz?” sorusuna verdiği cevapla bitirmek istiyorum. Lenin verdiği cevapta “ Bunun sebebi, dünya çapındaki mücadelelerin tarihinde ilk kez orduya, bürokratik bilginin aktarma kayışı olmak yerine, sömürülenlerin kurtuluşu uğruna mücadele fikrini rehber edinen unusurların girmiş olmasıdır. Başladığımız işi tamamladığımızda Sovyet Cumhuriyeti yenilmez olacaktır” demişti. Bizim de sözümüz söz. Hayatlarını sömürülenlerin kurtuluşu uğruna feda edenler için başladığımız işi bitireceğiz!