19 Mayıs ve Vahdettin

Yüzüncü yılında 19 Mayıs tartışılırken vatan nutukları atanlar tekrar tekrar Vahdettin’i de anlatıp duracaklar. Gözleri kapalı ve azıcık konuşan bu silik karakterli padişah 19 Mayıs’ın varacağı yeri bilseydi kuşkusuz Mustafa Kemal dışında bir seçeneğe yönelirdi. Memleketi emperyalistlere teslim edecek bir asker bulmak zor bile olsa imkansız değildi.

19 Mayıs ve Vahdettin
Nevzat Halil

Osmanlı saltanatının kendi bekasını “memleket bekası” saydığı günler. Mondros Ateşkesi’nin ardından İngiltere ve Fransa başta olmak üzere emperyalistlerin güvenliklerine tehdit olarak gördükleri bahanesiyle memleketi işgale giriştikleri bir dönem.

Türkiye’de her türden gericinin çarpıtmaya çalıştığı bu tarihsel dönemin kapatılıp gelecekte Cumhuriyet ile taçlanacak yeni bir mücadelenin başlangıcı ise 19 Mayıs.

Bir kez daha gerici tefrikalara başlayacağı bir dönemde Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olan 19 Mayıs ve Mustafa Kemal ile tahtını kurtarma peşindeki Vahdettin’in tarihsel hikayesinin yerli yerine oturtulmasının politik sonuçları da olacaktır.

VAHDETTİN İLE MUSTAFA KEMAL’İN HİKAYESİ

Mustafa Kemal’in Vahdettin ile yolları ise veliaht olduğu dönemde kesişti. Veliaht Vahdettin’in müttefik Almanya’ya yaptığı seyahatte İstanbul’dan uzak tutulmak istenen Mustafa Kemal yaver olarak görevlendirilmişti.

Mustafa Kemal daha önce de “payitahtı” kurtarmıştı. Çanakkale Muharebeleri’nin ardından Mustafa Kemal hem paşa olmuş hem de İstanbul gazetelerinde “payitahtın kurtarıcısı” olarak kendisine yer bulmuştu. Bu nedenle Vahdettin Mustafa Kemal’e “Arslan Yeleli Paşa” diye hitap ediyordu.

“Arslan Yeleli Paşa” 1. Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinden İstanbul’a dönmek zorundaydı. Yaklaşık altı ay boyunca İstanbul’da kalan Mustafa Kemal memleketin işgaline karşı kendisi gibi arayışlarda bulunan askerlerle görüşüp duruyordu. Eldeki imkanlar araştırılıyor, tartışılıyordu. Bu arayışlar arasında Mustafa Kemal’in Harbiye Nazırlığı’na talip olması ve bir kereliğine de olsa yaverliğini yaptığı Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’ı istemesi dahi vardı.

Son olarak İşgal Kuvvetleri Başkomutanı İngiliz Amiral Gough-Calthorpe padişaha çok ağır bir ültimatom verdikten sonra bu iki kişinin yolu bir kez daha kesişecekti. İşgal güçleri Karadeniz kıyılarında silahlı Türk çetelerinin, Rumlara ve Hristiyan halka saldırdıklarını söyleyip bölgenin işgal edilmemesi için bu sorunun çözülmesini isteyince bir görevlendirme yapılması zorunluluğu doğmuştu.

Ali Fuat Cebesoy’un haber verdiği bu görev, yine Ali Fuat Bey’in dayısı olan Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’in de çabaları ve Vahdettin ile olan tanışıklık sayesinde nihayetinde Mustafa Kemal’e verilir. Böylece Mustafa Kemal 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmasını sağlayacak “9. Ordu Müfettişi” unvanını almış olur.

TAHT VATAN DEĞİLDİR

Bu kısa hikayenin sonu ise her türlü yalan ve dolanla gericilerin tarih yalanlarının en çarpık parçalarından biridir.

Mustafa Kemal Paşa, Bandırma Vapuru ile yola çıkmadan önce Yıldız Sarayı’nda Sultan Vahideddin’in ziyaretine gittiğinde kendisine söylediklerini şöyle aktarır:

“Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin!”

Bu sözler gericilerin elinde Milli Mücadele’nin Vahdettin’in emriyle başlatıldığı, Mustafa Kemal’in kendisine verilen emirleri yerine getirdiği ve hatta biraz daha cüretlileri bu emirlere karşı gelerek saltanatı ve hilafeti kaldırdığı şeklinde çarpıtılır.

Oysa, Vahdettin kendi mektuplarında ve hatıralarında dahi, bütün çabasının ancak “Günü kurtarmaktan, vakit kazanmaktan ve İstanbul’un elden çıkmasına mani olmaktan ibaret bulunduğunu” yazar ve bütün politikasını bunun üzerine kurduğunu anlatır.

Mustafa Kemal’in kısa bir süre önce yaveri olarak yaptıkları Almanya seyahatine güvenerek tahta çıkmasının ardından Vahdettin ile yaptığı görüşmede özellikle Enver Paşa’nın yetkilerinin kaldırılmasına yönelik telkinlerine karşı Vahdettin’in o zaman verdiği “Ben icap eden şeyleri Talat ve Enver Paşalar hazretleri ile görüştüm” cevabı ve Suriye cephesine gitme emri gibi bu sözler de ancak “tahtın bekası” amacına yöneliktir.

Osmanlı hanedanı açıkça ve sadece “payitaht” derdindeydi. Nitekim, İngilizler’in de bastırmasıyla atılan Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağırılması, idam fetvaları ve Mustafa Kemal ile arkadaşları için divân-ı harbin verdiği idam kararının tasdiki gibi adımların da yegane anlamı padişahın kendi iktidarını koruyabilmesiydi.

19 MAYIS VAHDETTİN’İN İRADESİ Mİ?

Tüm bu tarihsel olaylar basitçe ve sadece bu gerçeği ortaya koymaktadır. Üzerinden yüz yıl geçmiş olan Milli Mücadele’nin başlangıcı 19 Mayıs’ın Vahdettin’in iradesi olduğunu söylemek mümkün değildir. Esasında geçtiğimiz günlerde ölen fesli gericinin dilinden dökülen “Keşke Yunan kazansaydı” sözleri gibi gericiliğin bütün derdi tahtın, iktidarın korunmasıydı.

Zira, Anadolu’da Milli Mücadele’nin başlatılabilmesini sağlayan Yunan İşgali’ne karşı Ege kasabalarında tüccar, büyük toprak sahibi, hoca takımından oluşan eşrafın Yunan askerlerini elde çiçekler törenlerle karşılaması gibi işgal gününde bile işbirlikçilik ancak mülk ve iktidar sahibi sınıfların utanmazlığı olabilir.

Yüzüncü yılında 19 Mayıs tartışılırken vatan nutukları atanlar tekrar tekrar Vahdettin’i de anlatıp duracaklar. Gözleri kapalı ve azıcık konuşan bu silik karakterli padişah 19 Mayıs’ın varacağı yeri bilseydi kuşkusuz Mustafa Kemal dışında bir seçeneğe yönelirdi. Memleketi emperyalistlere teslim edecek bir asker bulmak zor bile olsa imkansız değildi.

Tarihi yeniden yazmaya çalışanlar, esasında bugün var olan siyasi emelleri için tarihten dayanaklar uydurmak zorunda hissediyorlar. İşte bugün, emperyalizmin kucağına oturtulmuş olan memlekette bir kez daha beka diye tartışırken mülk ve iktidar sahibi sınıfların kendilerini korumak için çırpınmaları “devletin kurtarılması” diye pazarlanmaya çalışılıyor.

*Bu yazı haftalık siyasi gazete Sosyalist Cumhuriyet’in 121. sayısında yayımlandı.