Sendikalar cephesinde değişen bir şey var mı?

Her iki konfederasyondaki değişiklikler, düzen siyasetindeki çatırdamaların izlerini yakından taşıyor. Ancak bu esas itibariyle, sermaye düzeninin en çok zorlanmakta olacağı başlıklardan biridir. İşçi sınıfının, bu seçeneksizlik içinde güçlenen örgütlenme eğilimleri, bize kadim sendikalar sorununu çözmek için önemli fırsatlar sunuyor. Bağımsız sınıf sendikalarının, İYİ-SEN örneğinde olduğu gibi, işçi sınıfını örgütlemeye dönük önemli bir deneyim biriktirdiği bir dönemden geçiliyor. Dolayısıyla bizim rotamızı da buradaki deneyimlerin gösterdiği doğrultu belirliyor.

Siyasette bazı konular geçicidir, herkes üzerine yazar çizer ve sonrasında unutulur gider. İşte en son CHP’deki Muharrem İnce vakası. Kim Erdoğan’a gitti, kim gitmedi? Kılıçdaroğlu’na mı yoksa, İnce’ye mi tuzak kuruldu? Herkes üzerine yazdı, çizdi ve bir kenara bıraktı. Siyasi tarihçiler için ileride bir gazete kupürü olarak ele alınacak.

Ancak siyasetin bazı konuları ise kalıcı. Bazı konular sayfalar dolusu, hatta nesiller boyu tartışıldığı için sıkıcı hale dönüşebiliyor. Okuyucuda “bu konuda söyleyecek yeni bir şey var mı ki?” hissiyatı doğabiliyor. Ancak kalıcı konuların güncel bağlamları tartışmayı sürekli bir biçimde yeniden ürettiği için, birden fazla kez konuyu derinlemesine incelemek gerekiyor.

Sendikalar başlığı da böyle bir başlık. Üzerine yeni söylenecek şeylerin bir kısmı aslında eski şeyler. Sendikaların etkisizliği, düzenle olan bağlantıları nedeniyle “sararmaları”, hatta yer yer kara hale dönüşmeleri… Bunların hepsi doğru olmakla birlikte, en fazla bir “veri” haline dönüşmüş durumda. Bir başka deyişle, toplumsal gelişmeler nezdinde sendikaları ve işçi sınıfını ele aldığınızda, bu vurguların tamamı artık nesnellik dışında bir anlam ifade etmiyor.

Bu tartışmaların doğurduğu, kapitalizmin değişimi temalı tartışmaların ise ipsiz bucaksız bir noktaya doğru sürüklendiğini söylemek gerekiyor. Sahiden, kapitalizm bu kadar değişip gelişiyor, değer üretimini (meta üretimi), bilindik mekanlardan (işyeri) ve aktörlerden (işçi sınıfı) çıkarıp, sanallaştırıyorsa bunca yaşanan eşitsizlik ve yoksunluk nasıl açıklanacak? “Eşitsiz gelir dağılımının” herkesçe bu denli yoğun bir biçimde yaşandığı ve sonuçlandığı bir dönemde, değerin üretiminin kişilerden çıktığını iddia etmek mümkün mü? [1]

Eğer bütün bu konularda bir değişiklik yoksa, o zaman sendikal çevrelerde de bir değişiklik olması beklenebilir mi?

Hayır, ancak bugün ardı ardına yapılan genel kurullar ve burada öne çıkan söylemler önümüzdeki yılın siyasetindeki kırılmalara dair ipuçları vermektedir.

İki büyük sendikal konfederasyonun, Türk-İş ve DİSK’in, genel kurullarında konuşulan ya da konuşulacak olanlar, tüm tartışmalarıyla beraber, hem düzen siyasetindeki, hem de işçi sınıfı için önümüzdeki yılın neler beklediğine dair taşlar içeriyor.

***

Tamamlanan Türk-İş Genel Kurulu’nda “değişmez şef” Ergun Atalay’ın konuşmaları “yaklaşıyor yaklaşmakta” olan dizelerini andıracak cinstendi. Atalay, yeni bir şey söylememesine karşın, krizinde etkisiyle genel kurul kürsüsünden bol keseden üfürdü. Genel kurulda Türk-İş sendikaları arasındaki rekabetin ve çatlakların küçük izleri bulunsa da, kurul daha çok bir “ön alma” havasıyla sona erdi.

DİSK’in yaklaşmakta olan genel kurulu ise biraz daha farklı bir havada olacak. DİSK’in içinde bulunduğu uzun etkisizlik döneminin ardından, daha mücadeleci bir görünüm verecek ve aradaki ihtilafları azaltmaya dönük bir yaklaşımın olduğu hissiyatı var. Bu konfederasyon içinde uzun yıllardır bilinen metal sendikası ile genel işler sendikasının etrafındaki ittifak gerilim, bu genel kurul ile birlikte daha aza indirilecek.

Her iki genel kurulun da ortak özelliği ise sermaye siyasetindeki gerilimlerin genel kurul sonuçlarını doğrudan belirlemesi. Türk-İş’in daha mücadeleci gibi görünen söylemlerinin iki nedeni bulunuyor. Birincisi, ekonomik kriz ve düzen siyasetindeki gelişmeler, bu konfederasyonun eskisi gibi doğrudan AKP görünümlü bir birliktelik olma özelliğini daha az seviyeye çekmiş durumda.

Türk-İş Genel Başkanı gibi AKP komiserlerinin apaçık bir “yandaşlık” yapma şansı bugün daha azdır. Ancak gene de Türk-İş’in mücadeleci gibi görünen söylemleri, işçi sınıfındaki arayışların düzen dışına çıkma eğilimini kesmeye dönük. Türk-İş içindeki kadim sarı unsurların Babacan-Davutoğlu-Akşener üçlüsünün söylemlerine yakın bir çizgi izlemesi olasıdır. Dahası, AB’den fonlanan bu sendikaların “daha muhalif” gözükme potansiyeli bulunuyor.

Öte yandan bu muhalefet çizgisinin bir hayli sağa yakın olduğu görülmeli. Türk-İş’in düzen siyasetindeki gelişmelere paralel olarak daha mücadeleci bir görüntü çizmesi, Ergun Atalay’ın AKP’nin siyasi komiseri olarak iş görmesiyle dengelenmiştir.

DİSK’teki gelişmeler ise sola daha açık olmakla birlikte, özetle ciddi bir CHP çalışmasıdır. Yerel iktidarlarda CHP’nin İstanbul ve Ankara’yı alması, ezelden beri sendikacılığın birer arka bahçe rolü üstlendiği genel işler iş kolunda, DİSK’e bağlı Genel-İş sendikasını önemli bir aktör haline dönüştürecektir. Bu sendikanın DİSK’in içinde CHP’nin kadim unsuru rolü oynadığı düşünülürse, DİSK’teki değişikliklerin nereye çıkacağının işaretlerini vermektedir. Nitekim, DİSK bu genel kuruluyla birlikte, iç sorunlarını daha az hissettiren, içindeki HDP etkisinin CHP’ye katıldığı, görünümde ise “daha işçi” profili verecek bir konfederasyon haline dönüşme olasılığı var.

Dolayısıyla her iki konfederasyondaki değişiklikler, düzen siyasetindeki çatırdamaların izlerini yakından taşıyor. Ancak bu esas itibariyle, sermaye düzeninin en çok zorlanmakta olacağı başlıklardan biridir. İşçi sınıfının, bu seçeneksizlik içinde güçlenen örgütlenme eğilimleri, bize kadim sendikalar sorununu çözmek için önemli fırsatlar sunuyor. Bağımsız sınıf sendikalarının, İYİ-SEN örneğinde olduğu gibi, işçi sınıfını örgütlemeye dönük önemli bir deneyim biriktirdiği bir dönemden geçiliyor. Dolayısıyla bizim rotamızı da buradaki deneyimlerin gösterdiği doğrultu belirliyor.

Bu rotanın, çıkacağı yer ise siyasallaşmış bir sınıf hareketidir. Böyle bir sınıf hareketinin, işçi sınıfı üzerindeki kuşatmayı tüm yönleriyle kırması ve dağıtması bir zorunluluk haline dönüşmüştür. O nedenle içinden geçtiğimiz dönemde, bu konuda uğraş veren herkesin, ciddi bir sınıf tavrını göstermesi ve kenarda köşede beklemeden hamle yapması gerekiyor.

Bu hamleyi yapma iradesini gösterenler, 2020’nin de “kazanılmasını” sağlayacaktır.

Notlar

[1] Teknoloji ve otomasyon tartışmalarını da bu bağlamda düşünmek gerekiyor. Teknolojinin üretimin parçası haline dönüşmesi, kapitalist üretim tarzının başından beri kendine uyarladığı olgulardan biriydi. Bugün de böyle. Değer üretimi tartışması, uzun bir konu olmakla birlikte düne göre “biçimsel” farklılığın, özdeki değişime denk gelmediğini ifade etmemiz, herhalde yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermeyecektir.