Seçimler ve siyaset: Komünistlerin sözü var mı?

24 Haziran günü işsizliğin ve yoksulluğun azalacağını, emekçi sınıfların sömürüden kurtuluş mücadelesinin önünün açılacağını, emperyalizmle bağların kopartılacağını, siyasette dinselleşmeye, İslamcılığa net bir şekilde set çekileceğini ve sömürüye son verileceğini söyleyen varsa çıksın toplum karşısına söylesin.

Kamil Tekerek

İstanbul seçimlerinin iptali AKP iktidarının geldiği noktayı göstermesi açısından ibretlik. Son yaşanan olay bugüne kadar yaşananların en büyüğü sayılabilir elbette ancak benzeri bir sürü olayı geçmişte yaşadık.

O zamanlar AKP iktidarına karşı mücadele ya da AKP’yi geriletmekten bahsettiğimizde “Ne gerek var canım, siz vesayet rejiminden yanasınız o zaman” diye beylik laflarla karşılaşıyorduk.

Şimdi AKP-MHP iktidarının kendisi vesayet rejiminin adı olunca bir anda başta liberaller olmak üzere gericilerin de bir bölümü seslerini yükseltiyor, sızlanıyor ve AKP’yi geriletmekten bahsediyor.

Sermaye düzenindeki demokrasicilik seçimlerin iptali söz konusu olunca nedense bir anda yeniden gündeme geldi. Bugüne kadar demokrasicilik AKP’yi yontmak ve şirin göstermek, Cumhuriyet kazanımlarını tasfiye etmek, işçi sınıfına dönük saldırının örtüsü olarak ve komünistlerin alanını kapatmak için kullanılıyordu.

Geldiğimiz noktaya bakın hele…

Şimdi demokrasicilik AKP’yi geriletmenin, yeni rejimin oturmasını sağlamanın bir aracı olarak, işçi sınıfının kurtuluşunun yolu ve Türkiye solunun mutlak olarak katılması gereken bir zemin olarak anlatılıyor.

İyi de bir figür bulundu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı aşan bir figüre dönüşen İmamoğlu’nun kitlelerin karşısında tam da bu şekilde ve bu misyonla çıkması saydığımız sebeplerden dolayı şaşırtıcı değil. İmamoğlu’nun CHP’nin ANAP’laşan yüzünün temsilcisi, sosyal demokrasinin siyasal İslam’la halvetinin adı ve tam da ekonomik kriz döneminde emekçi sınıfları durduracak politikaların odağı olması da işçi sınıfı ile sermaye sınıfının yüz yılları aşan kavgasını bilenler için yenil bir olgu olarak görülmemeli.

Çok mu tarihsel oldu? O zaman daha güncel bazı şeyleri ifade edelim.

AKP iktidarı, ülkemizi Irak işgalinin parçası haline getirmek için ABD ile tezkere pazarlığı yaparken emperyalizme karşı mücadele eden komünistleri eleştirenlerin bugün AKP karşıtı olması ne kadar ilginç değil mi? AKP’nin emperyalizm işbirlikçiliğinde milim sapma olduğunu düşünmüyoruz, o zaman liberaller ve geçmişin AKP sevicileri anti-emperyalist mi oldu?

Sermaye iktidarının emeğe dönük saldırısının en önemli temsilcisi ve icracısı olan AKP, büyük özelleştirme harekatını ve sınıfa dönük saldırısını hayata geçirirken en büyük desteği verenler şimdi çıkmış AKP’ye karşı mücadeleden bahsediyorlar. Ne oldu yoksa devletçi mi oldunuz?

Siyasal İslam’ın iktidara gelmesine alkış tutanlar ve destek verenler bugün AKP’yi içeriden eleştiriyor. Yeni Osmanlı projesinin mimarları, ülkemizi Ortadoğu’daki cihatçı terörizmin kucağına atanlar, emperyalizmin ülkemizdeki aparatı olan bir dizi İslamcı şimdi çıkıp AKP’yi demokrat olmamakla eleştiriyor. Peki o zaman, işçi sınıfına dönük saldırılara, uygulanan hukusuzluklara, yasaklanan grevlere, AKP iktidarı dönemindeki seçim usulsüzlüklerine, FETÖ’ye neden ses çıkartmadınız. Şimdi ne oldu, yoksa siz de “devrimci” mi oldunuz?

Hiçbiri değil elbette.

Sermaye düzeninin içindeki çelişkiler ve karşı karşıya gelişler doğal olarak Türkiye burjuva siyasetinin ve seçimlerin önemli bir araç olarak devreye girmesini de beraberinde getiriyor. Bununla birlikte sermaye iktidarının emekçi halka dönük saldırıları ya da sömürüden ve eşitsizliklerden dolayı oluşan tepkiler de bu siyasi ortam içerisinde buharlaşma ihtimali taşıyor.

İstanbul’da iptal edilen seçimler ve önümüzdeki süreçte yaşanacaklar tam da sermaye düzeninin ve yeni rejimin kendisini tahkim etme arayışının bir sonucu olarak da okunmak zorundadır. Gericilik ve işbirlikçilikle malûl sömürü düzeninin bugün kendi içindeki çelişkileri eriterek, kendini yeni bir düzlemde yeniden tarif ederek, yeni bir uyum yakalayarak çıkış yapmasından başka bir çaresi bulunmuyor. Düzen muhalefetinin bugünkü konumlanışının, AKP’yi geriletmek olarak toplumun önüne konulan projenin, İslamcıların kendi içlerindeki rekabet ve taraflaşmanın, sermaye sınıfının söylemlerinin anlamı burada aranmalıdır.

23 Haziran’da yapılacak seçimlerde Ekrem İmamoğlu’nun temsil ettiği çizginin ve düzen muhalefetinin AKP-MHP tarafından “haksızlığa” uğratılması, İmamoğlu vesilesiyle şekillenen “sağ liberal demokrat” çizginin Türkiye toplumunun önemlice bir bölümü açısından umut veren bir odağa dönüşmesi ve seçimlerde desteklenecek olması pek tabii ki Türkiye solu, devrimciler ve komünistler tarafından dikkate değer bir olgu olarak görülmeli.

Ancak bununla birlikte solun otomatik olarak bu çizginin destekçisi olmasını beklemek ise bir o kadar abes. Solun ve komünistlerin sermaye düzenine karşı mücadelesinin, kapitalizme, emperyalizme, gericiliğe ve sömürüye karşı duruş ile ifade edildiğini unutmamak gerekiyor. O yüzden komünistlerin düzen karşıtı konumu bir kere daha seçimler tarafından belirlenen Türkiye gündemindeki sandıklara sığmayacağı açık olsa gerek.

Neden mi? Çünkü bugün, 23 Haziran seçimleri ile birlikte AKP’nin şimdikinden daha büyük bir düşüşe geçeceğini ve bu sefer İmamoğlu ile yazın geleceği, “her şeyin çok güzel olacağı” söyleniyor.

Bu söylenenler mümkün ve bizim bugün seçim sonuçlarına dair müneccimlik yapmak gibi bir niyetimiz yok. Ancak İmamoğlu’unun tekrar seçimleri kazandığı bir Türkiye’deki yazın kavurucu sıcağının Türkiye işçi sınıfını yakacağını herkes biliyor. Ama bu büyük gerçek nedense bilmezden geliniyor.

O yüzden, 24 Haziran günü işsizliğin ve yoksulluğun azalacağını, emekçi sınıfların sömürüden kurtuluş mücadelesinin önünün açılacağını, emperyalizmle bağların kopartılacağını, siyasette dinselleşmeye, İslamcılığa net bir şekilde set çekileceğini ve sömürüye son verileceğini söyleyen varsa çıksın toplum karşısına söylesin.

Komünistlerin sözü tam da bu noktada başlıyor ve bunun dışında söylenenlere ise itibar etmemek gerekiyor.