RÖPORTAJ | İzmir'e 'takım elbiseli' değil üniversiteli genç aday: Oylar bağımsız komünist adaylara!

İzmir Büyükşehir Belediye Bağımsız Komünist Başkan adayı Deniz Tütmez: Kazanıp kazanmama 31 Mart akşamıyla değil, sonrasında devrettikleri ile ölçülür. Ekonomik krizin her geçen gün derinleştiği ülkemizde, seçimlerin sonrasında daha da kötü bir hale geleceği herkesin malumuyken bu seçimlerin kazananı da kaybedeni de şimdiden bellidir.

RÖPORTAJ | İzmir'e 'takım elbiseli' değil üniversiteli genç aday: Oylar bağımsız komünist adaylara!

Türkiye’nin gündeminde yaklaşan yerel seçimler var. Yıllardır CHP’nin kalesi olarak bilinen İzmir için AKP de kolları sıvadı. Ancak her iki partinin de programatik olarak İzmir halkına somut olarak vadettiği pek bir şey yok. Ama düzen partilerinin bu yarışının karşısında İzmir’de bir de komünistler var. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı Bağımsız Komünist adayı Deniz Tütmez de bunlardan biri.

“İNŞAATLARDA ÇALIŞIRKEN YAŞAMINI ‘ŞANS ESERİ’ YİTİRMEYEN GENÇLERDENİM”

Deniz Tütmez, 1995 yılında Dersim’de dünyaya geliyor, ancak kendi tabiriyle yaşama gözlerini İzmir’de açıyor. 2001’de İzmir’e yerleşmeleriyle sırasıyla Egekent 2, Karşıyaka Nergiz, Güzelbahçe, Aliağa Helvacı Köyü, Karşıyaka Çarşı ve Bornova’da yani neredeyse İzmir’in bir ucundan diğer ucuna kadar bir çok ilçede ikamet ediyor. Bunu da şöyle açıklıyor;

“İzmir’de büyüdüm, tüm dokusu, kültürel formasyonumda yerini aldı. Dersim’de dünyaya geldim ama yaşama gözlerimi İzmir’de açtım. Yaşama gözlerimi açışım yalnızca yaş aralığını ifade etmesinden öte, sosyalizm mücadelesi ile tanışmam ile gerçek bir hale geldi. Ortalama bir emekçi ailenin çocuğu olarak, solcu bir ailenin içerisinde büyüdüm. Lise yıllarımın ilk zamanlarından beri her türlü işte çalıştım, inşaatlarda, kafe-bar-restoranlarda, üniversitenin kütüphanesinde…

Her yoksul emekçi çocuğu gibi okurken, okumayı da ister istemez geriye atarak, çalışmak zorunda kaldım. Kafe bar restoranlarda trajikomik ücretlerle sabahtan gecelere kadar tabiri caizse ağız kokusu çektim. Okulun kütüphanesinde uzun yıllar çalıştım. İnşaatlarda çalışırken yaşamını ‘şans eseri’ yitirmeyen gençlerdenim. Şans eseri diyorum çünkü inşaatlardaki çalışma koşullarında ölümler bir tesadüf değil, hayatta kalabilmek şansınıza bağlı… Aynı dönemde Ege Üniversitesi Felsefe bölümüne girdim, bir dönem ara verdikten sonra tekrar devam ettim. Hala Ege Üniversite Felsefe bölümünde eğitim alıyorum. Üniversiteyi ‘kariyer merdivenlerinin bir basamağı’ ile değil, emekçi halkıma karşı sorumluluk olarak düşündüm her zaman. ‘Komünist öğrencileri okutmayacağız’ diyen muktedire karşı üniversiteme de bu sorumluluk bilinci ile baktım.”

“ÖRGÜTLÜ OLMAYI SAVUNMAK TEK AKILCI ÇÖZÜMDÜ”

Sosyalizm ve partili mücadele ile tanışmasını da şu cümlelerle ifade ediyor Tütmez;

“Siyasal olarak da, ben ”olaylara karışmasam da” olayların bana karıştığı bir dönemde bilincim şekillendi. Bizim kuşak, gözünü AKP ile açtı. AKP’nin öznesi olduğu bir rejim değişikliğinin krizleri ile büyüdü. 1923’de kurulan Cumhuriyet, uzun yıllarca kemirile kemirile AKP’nin son vuruşları yaptığı, cumhuriyeti yıkıp, onun yerine yeni bir rejim, 2. Cumhuriyet rejimi olarak adlandırabileceğimiz bir dönemle birlikte tasfiye ediliyordu. Cumhuriyet yıkıldı. Bizim çocukluğumuzdan başlayarak bu yaşlarımıza kadar devam eden süreçte cumhuriyetin tüm ilerici değerleri, kamuculuğu, laikliği bir bir tasfiye edildi, gerici ve baskıcı bir rejim inşa edildi. Gözlerimizin önünde. Buna karşı biriken bir halk tepkisinden beslendi bizim kuşağımız. Bu kuşak, apolitik olmakla suçlanan bir kuşaktı. ÖSYM sınav skandallarına karşı kitlesel tepkiler örgütledi, ODTÜ Ayakta eylemleri ile AKP’ye dersini verdi, 2013 Haziran Direnişi’nde ise barikatların en önünde yer alarak, 8 kardeşimizi toprağa vererek, büyük bir mücadele döneminin kapılarını açtı. Berkin Elvan kardeşimiz, ‘emri verenler’ tarafından katledildiğinde tüm ülkede üniversitelerde ve liselerde ayağa kalktı.

Aynı dönem memlekette sömürü, yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik, emperyalizme tam boy bağımlılık ve krizlerin olduğu dönemdi. Bu kadar ‘olayın’ olduğu bir dönemde bizden beklenen ‘olaylara karışmamak’tı. Binlerce yıllık insanlık tarihinin ileriye akışının, dünyanın değişmesi gerektiği düşüncesinin, bu memlekete karşı sorumluluk duygusunun, halkımızın yoksulluğu ve acılarının hissetmenin negatif bir durum olarak algılanmasına her zaman karşı durdum. Ben de, böylesine bir kuşağın ürünüyüm, parçasıyım. Siyasal mücadele vermenin, bir tercihten öte zorunluluk olduğu bir düzende yaşıyorum. İlkçağ felsefesinin en önemli düşünürlerinden Aristoteles’in, insan için ‘Zoon Politikon’ demesinin bir anlamı vardı. İnsan, politik bir hayvandır derken kast ettiği, istese de istemese de politiktir ifadesi bir sonuç olarak önümüzde duruyordu. Bu çürümüş düzene teslim olmayıp, boyun eğmeyip mücadele etmeyi seçmek, bu mücadeleyi gerçekliğe kavuşturmak için örgütlü olmayı savunmak tek akılcı çözümdü.

Sürekli korku ile bizim düşüncelerimizi şekillendirmeye çalışıldı. Son dönemde özellikle sosyal medyada yaygınlaşan ‘Silivri soğuktur şimdi’ mizahı aslında bilinçlere bir fikri sokuyordu; eğer düşüncelerimizi söyler, bunları eyleme geçirirsek Silivri’nin soğuğunu çekeriz deniyordu. Bunun mümkün olabildiğini yüzlerce, binlerce örnekle yaşadık. Ama burada aklımda tarttığım bir düşüncenin kendisi beni hep diri tuttu. 2012’de Adana’da yoksulluktan dolayı odun parası bulamayınca evine dönüp, küçük çocuklarının eline üşümesinler diye saç kurutma makinesini verip diğer odada kendini asan Emine Akçay’ın evi kadar soğuk değildir. Ölü bedenler soğuktur, halkın ölümüne kayıtsızlık daha soğuk. Sokaklardaki bebelerin çıplak ayakları için kavga etmekten daha sıcak gelmiyor tüketim kültürü içerisinde yalnızca çürümeye mahkum olan yaşamlarımız. Soğuklara karşı sevdiklerinizle, dostlarınızla, yoldaşlarınızla kol kola girilmesi gerekir. Adlı adınca örgütlü bir yaşam gerekir. Bahar günlerinin sıcaklığını yüreklerinizde taşır, büyütür, yeni bir yaşamı ilmek ilmek örersiniz.”

Sözün kısası, gençliğin siyasal mücadele içerisinde yer alıp, yarını bugünden inşa etmesini istemeyen ‘görmüş, geçirmiş’ büyüklerimiz önce gençliğe nasıl bir ülke bıraktığının hesabını vermeli. Bizim mücadele edince değil, etmediğimizde yaşamlarımızın kötüleştiğini herkes görmeli. Bugünün gençliği de, çocuklarına böyle bir ülke bırakmamalı, bırakmayacağız… Burjuva siyasetinde sürekli gençleşmeden, gençliğin önünü açmaktan, gençlere söz vermekten bahsediliyor. Ama gençliğin, düzen partilerinin aldatmalarına sığmayacağı bilinmeli. Gençliğe bu düzen ne vaat edebilir? Eğitimde gericileşme ve piyasalaşma, geleceksizlik, işsizlik, atanamama, intiharlar, uyuşturucu, yozlaşma, çürüme dışında…

Gençliğin sesi olarak, bu seçimlerde sözümüzü söyleyeceğiz. Geleceğimizi karanlığa sürükleyenlere karşı geleceği kuracağız. Tüm düzen siyasetçileri gençliğin iş imkanının arttırılacağından, istihdamın büyüyeceğinden söz ediyor. Kimse işsizliğin yasak olduğu bir düzenden söz etmiyor. Bu yalnızca sosyalizmle mümkündür, bu seçimlerde de bunu yalnızca bağımsız komünist adaylar dile getirebilir, gerçekleştirmenin teminatı olabilir.”

“DÜZEN PARTİLERİNİN ARASINDAKİ SEÇİM YARIŞI DA BU RANTIN BÖLÜŞÜMÜNÜN KAVGASIDIR”

Komünist bir adayın İzmir’de neleri değiştirebileceğini sorduğumuzda ise bizi şöyle yanıtlıyor Tütmez;

“Belediyeler de adlı adınca kapitalist bir düzende hangi projeler ile gençliğin veya emekçilerin hangi problemini çözebilir? Gençliğin dinamizmi ile sosyalizmin sözünün haklılığını buluşturmak istedik. İzmir’de adaylığımızın anlamı budur. İzmir, genç ve dinamik bir kent. Ama İzmir aynı zamanda para babalarının gözünü diktiği devasa bir rant alanı. Bugün düzen partilerinin arasındaki seçim yarışı da bu rantın bölüşümünün kavgasıdır. Yine tam da bu yüzden adayın hangi Bucak’tan olduğu, nereye Taş attığı, Tunç devrinden mi geldiği önemsiz. Bu düzen değişmedikçe, insanca ve onurlu bir yaşam mümkün değil. İzmir’de de Türkiye Komünist Hareketi’nin Bağımsız Komünist Adaylarla seçime girmesi de, bu düzenin değişmesi gerektiği düşüncesi, sahte umutlara, umut tacirlerine karşı sosyalizm alternatifini güçlendirmek olarak düşünülmeli. Geçtiğimiz ay İzmir bir İZBAN Direnişi’ne tanıklık etti. İZBAN işçileri hakları için grev hakkını kullanarak mücadele ettiği zaman nasıl düzen partilerinin yan yana geldiklerini, nasıl birlikte greve karşı yalanlarla algı yönetmeye çalıştıklarını, kol kola girip grevi nasıl yasakladıklarını gördük. Tam da bu yüzden, İzmir’de adaylığımızın anlamı, İZBAN işçilerinin direnişi tarafından yazılmıştır.

İşçi sınıfının tarihsel çıkarları için mücadele eden, bunu güçlü bir komünist parti ile maddi bir güç haline getirmeye çalışan komünistler olarak, bugün iddiamızı büyük bir cüretle ortaya bir kez daha koyuyoruz. İzmir emperyalizme karşı ilk kurşundur, gericiliğe karşı aydınlanmacı damardır. Güzel kentimiz İzmir’i de, memleketi de ayağa kaldıracak bir siyasi hattın adaylığını seçimlerde de gösteriyoruz. Seçimler, bizim için bu anlamıyla bir yüzleşmedir. Halkı seçimlerden sonra bir daha hiç gündeme gelmeyen vaatler ile aldatmalarına sessiz kalmayacağız. Projeler dedikleri yeni rant kapıları anlamına gelen akıl dışı planlara karşı, emekçi halkın çıkarlarını gözeten bir sosyalist belediyecilik ile oynanan bu tiyatroyu bozacağız.

Genç aday olmam dolayısıyla da elbette kafalarda ‘nasıl olur bu iş?’ sorusu doğabilir. Öncelikle, Nazım’ın dizeleriyle ‘Ve dövüşebilirim, güzel bulduğum, haklı bulduğum her şey ve herkes için. Yaşım başım buna engel değil…’ yanıt vermek gerekir. Partimizin seçim mottolarından birisi ‘ezber boz’. Ezber bozuyoruz çünkü halkın alıştırıldığı aday tipolojisi takım elbiseli, mümkünse müteahhit veya belirli bir sermaye grubuna yakın, yaşını başını almış birileridir.

Türkiye, bir sömürü düzeni ile yönetiliyor. Belediyeler de buradan yana anlam kazanıyor. Yağmacılar, betoncular, adına projeler dedikleri yeni rant kapıları için birbirlerinin kuyusunu kazan sahtekarlar, belediyeleri kendilerine alan açabilecekleri araçlar olarak görüyorlar. Bu yönde de vaatlerini, park yapmakla, yol yapmakla, göstermelik iyileştirmeler ile süsleyip gerçeklerin üzerini örterek bir illüzyon yaratıyorlar. Adaylığımız da, bu illüzyonu bozmak, halkın gözünün önündeki sis perdesini kaldırarak gerçekleri anlatmaktır. Bu devrimci bir çıkış anlamına gelir. Karşılığını hemen seçimlerde almasını beklemek saflık olacaktır. Bizler henüz seçimlerde toplumsal ölçekte çok ciddi oylar alabilecek durumda değiliz biliyoruz. Tam da bu yüzden bağımsız komünist adaylara verilen oyların kendisi, sayısal hesaplamaların ötesinde politik bir doğruyu ifade ediyor. Yani İzmir’de de Bağımsız Komünist aday olarak bana verilecek oylar, insanca bir yaşam kurma kavgasına koyulacak bir tuğladır. Bu tuğlaların sayısı da bu yönde ne kadar çok olursa o kadar önem ifade eder. Buradaki bu karşılıklı ilişki de, yani hem komünistlerin oyla bir hesap yapmıyor oluşu, hem de oyların ne kadar çok olursa o kadar önemli oluşu, bir çelişkiyi değil, zorluğu gösterir.

Kazanıp kazanmama 31 Mart akşamıyla değil, sonrasında devrettikleri ile ölçülür. Ekonomik krizin her geçen gün derinleştiği ülkemizde, seçimlerin sonrasında daha da kötü bir hale geleceği herkesin malumuyken bu seçimlerin kazananı da kaybedeni de şimdiden bellidir. Emekçilerin, yoksulların seçimlerden sonra yaşamlarında bir şey değişmeyecek. Sömürü, yoksulluk, eşitsizlik büyüyerek devam edecek. Asalak patron sınıfı kasalarını doldurarak büyürken, emekçiler daha da yoksullaşacak. Bu tabloda, ‘Martın sonu bahar’ demek halka göz göre göre yalan söylemektir.

Bizler çok net bir şey söylüyoruz. Asıl mesele geleceği kazanmaktır. Ve biz geleceği kazanacağız. Bu yüzden de ”oylar boşa gidecek” şantajı emekçi yoksul halkımız için, gençlik için, kadınlar için ellerimizin tersi ile itmemiz gereken, dimdik durmamız gereken bir meseledir.”

“İZMİR’İN DEĞİŞİMİ, MEMLEKETİN DEĞİŞMESİNDEN GEÇMEKTEDİR”

Komünistlerin yerel yönetimlere bakışını sorduğumuzda ise Ovacık örneğinden bahsederek şunları ifade ediyor;

“Ovacık’ta Komünist Başkan Maçoğlu ve sosyalistler bir yerel yönetim nasıl olur konusunda bir çok örnek ortaya koydu. Böyle bir düzenin mümkün olduğunun küçük ama çok kıymetli değeri herkes tarafından izlendi ve izleniyor. Ovacık bir rastlantı değil, istenirse olabileceğinin kanıtıdır. Bu düşünce İzmir’de de filizlerini bizler üzerinden taşıyor, kentimize böyle bir anlayışın yakıştığını söylemek gerekiyor.

Komünistler öncelikle, yerel iktidar anlamına gelen belediyelerin merkezi iktidarın yani devletin sınırları dışında bir anlamı olmadığını söylerler. Hele hele Başkanlık Rejimi ile beraber anlamı daha da farklılaşan belediyeler var önümüzde. Türkiye’nin yapısal sorunları olan emperyalizme bağımlılık, sömürü, gericilik gibi başlıklardan İzmir’in etkilenmediğini söylemek büyük bir yalan. Bu yüzden İzmir’in değişimi, memleketin değişmesinden geçmektedir.

İzmir’de bir İstanbullaşma öyküsü almış başını gidiyorken, kentimizin tüm alanları yağmaya açılması hızlanıyor. İnşaat işçilerinin ölü bedenleri üzerinden yükselen, kentin görünüşünü bozan, kentin rüzgar koridoru olan alanların yüksek yapılar ile kesilen gökdelenlerin önüne geçebilecek bir özne varsa, o da komünistlerdir.”

“OYLAR BAĞIMSIZ KOMÜNİST ADAYLARA”

Son olarak kendisine de sıkça yöneltilen vaatleriniz sorusuna geliyoruz, oldukça net bir biçimde yanıtlıyor bizi Tütmez ve şunları kaydediyor;

“Komünistler, halkın kağıt üzerinde değil, gerçek anlamıyla aşağıdan yukarıya bir örgütlenme ile yönetim sürecine katılımını savunuyoruz. Dolayısıyla belediye başkanı yalnızca ortaklaşa bir örgütlenmenin temsilciliğinden başka bir şey değildir. Ayrıca olarak bir işçi maaşından fazla maaş almamalı, halkın onu istediği zaman geri çağırma hakkı olmalıdır. Kamusal hizmetleri ihale ederek, piyasacılık mantığıyla şirketlere peşkeş çekmeyeceğiz. Halkın çıkarları için ihale yasaklanacak. Rantsal dönüşüm anlamına gelen tüm projeler iptal edilecek. Nereye gittiği belli olmayan, belli olanların da nasıl fuzuli meselelere aktarıldığı ya da kimi çevrelere para akıtıldığı halkın parası planlama merkezleri kurarak kullanılacak ve tüm gelir giderler düzenli olarak halka açıklanacak. Özelleştirmelere karşı, taşerona karşı kamusal işletmeler kurarak yapılacak.

Seçim algısını yönetebilmek için değil, gerçek anlamda doğrudan piyasacılığın pençelerini çekerek, üretenlerin doğrudan tüketebildikleri halk birlikleri kurularak yapılacak.  Ev içi sömürüyle, ev işleriyle toplumsal yaşamın dışarısına itilen kadınların özgürleşmesi için kreşler, yaşlı ve hasta bakımevleri, çamaşırhane ve aşevleri kurarak yapılacak. Her şeye vergi veren emekçinin, buna rağmen su ve ulaşım gibi temel hak olan başlıkları ücretsiz kılarak yapılacak.  Halk Kültür Evleri kurarak, oralarda sinema, tiyatro, tartışma merkezi, beceri atölyeleri ve kütüphaneler ile bunu gerçekleştirerek yapılacak. Tüm bunlar gerçekleştirilebilir. Oylar bağımsız komünist adaylara…”