RÖPORTAJ | İfşa kitabının yazarı Toygun Atilla MANİFESTO'ya konuştu!

İFŞA kitabının yazarı Toygun Atilla MANİFESTO’ya konuştu.

RÖPORTAJ | İfşa kitabının yazarı Toygun Atilla MANİFESTO'ya konuştu!

Atilla, Gülen yapılanmasının adım adım gelişini, Ergenekon başta olmak üzere Gülencilerin kumpas dosyalarını, FETÖ’nün istihbarat ve futbol ayağını, İfşa kitabındaki pek çok konuyu Manifesto’ya anlattı.

MANİFESTO: Öncelikle İFŞA kitabınız için tebriklerimizi iletiriz. Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için de teşekkür ederiz. Kitabınız, Fethullah Gülen’in daha 1986’da darbeden hemen sonra bir garip ‘aranma’ ve ‘yakalanma’ hikayesi ile başlıyor. 15 Temmuz’da darbeye yeltenen Gülen yapılanması, daha o gün siyasi ayağıyla, gizliliği ile, inkar söylemleri ile 86’larda “geliyorum” demiş diyebilir miyiz?

Toygun ATİLLA: Benim anladığım kadarıyla bu zaman dilimine kadar olan tablo şu aslında; hep var olan ve herkesin müsemma gösterdiği bir oluşum. Kimisine göre bu bir STK, kimisine göre ‘Cemaat’; bana göre bunlar bir istihbarat faaliyeti yürüten, ucunun yurtdışında olduğunu düşündüğüm bir yapı. ‘Ucu neresidir?’ diye sorarsanız, afaki olarak söyleyemem veya söylemek istemem; ama bir istihbarat örgütü oldukları kesin. Neden? Çünkü adamlar kendilerini gizlemeyi biliyor, takiye yapmayı biliyor ve sızıyor. Bu üçünü yapmayı bilen bir yapıya STK demek ahmaklıktır. Bunun anlamı iyi niyetli olarak ahmaklıktır; kötü niyetli karşılığı ise suç ortaklığıdır. Bunlarla suç ortaklığı yapmış geçmişten beri insanlar vardır, bence hala var. 86’dan bu yana bu örgütle ilgili genel olarak izlenimim bu.

-Dış bağlantılar dediniz, kuşkusuz var; ama 1980’de askeri darbe olmuş, sivil siyaset henüz başlamak üzere, 1986’da dönemin siyasileriyle, söz gelimi Özal ile bağları ortaya çıkmış. Yani şimdi sümenaltı edilen ‘siyasi ayak’ kısmı sanki o yıllarda örülmüş bile…  İçeride de bir bağlantı var diyebilir miyiz, üstelik siyasi bir bağ? 

T.A. : Tabii; ama içerideki bağlantıların da yurtdışı ile bağlantısı var… Hepsi bir çerçeve içerisinde. Özal’ı tek başına mı düşünüyoruz örneğin? Hepsi birbirini tamamlayan bir çerçeve gibi…

‘BU BİR CASUSLUK VE İSTİHBARAT ŞEBEKESİ’

– Dolayısıyla askeri darbe sonrasında, ‘terbiye edilmiş’, düzleştirilmiş bir siyasi zemine oturtulan, günün moda tabiriyle bir ‘proje’ yani?

T.A. : ‘Proje’ çok hafif kaçar, günün moda deyimi olduğu için bunu söylemeyi kendime zul ederim, projenin çok ötesinde yani. Bu bir casusluk ve istihbarat şebekesi. ‘Bu böyle mi oluşmuş’, ‘kurulduğunda da böyle miymiş’, ‘yoksa sonradan mı olmuş’ diye sorarsanız; bu başında da bir casusluk şebekesiymiş, sonunda da bir casusluk şebekesi…

Gizlenmek, kendilerini belli etmemek için bir süreç geliştirmişler, kış uykusuna yatmışlar, o uykudan uyandıklarında da bütün ülkeye o acıları yaşattılar. Kimisi kumpasa uğradı, kimisi 15 Temmuz gecesi bombaları tepesinde buldu, kimisi kurşunların hedefi oldu…

‘CİHANER KORKUNÇ BİR KUMPASA UĞRADI’

-Kumpas demişken, henüz ‘sonuçlandı’ Ergenekon davası. O dönem gerçekten akıl almaz iddiaları gözümüzün içine baka baka sundular. OdaTV kumpası, Balyoz, Ergenekon vs… Devlet bir kez daha ‘pardon’ demiş oldu; kitabınızda Ergenekon sürecinin özellikle emniyet ve yargı ayakları konusunda önemli ve iddialı bölümler var. Hikayeyi İlhan Cihaner’e kurulan kumpasla başlatıyorsunuz. Orda bile Ergenekon kumpasında görevli Erzincan ‘Terörle Mücadele’de görevli Emniyet Müdürü kumpas kurulan İlhan Cihaner’in karşısına AKP’den milletvekili adayı olmaya yelteniyor.

T.A. : Aday adayı oluyor aslında; o da bir takiye. ‘İlhan Cihaner operasyonu’nu meşrulaştırmak için o dönem ortaklık yaptıkları siyasi partiyle bugünün iktidarına şirin görünmek ve yaptıkları kumpasları örbats edebilmek için o yolu seçmişler. ‘Sizin adınıza yapıyoruz’ diye gösteriyorlar; ama bunların hep taktik. Sıkıntı onların yaptıkları değil, bunları görememek. Toplumun bir yerinde bir ses çıkıyorsa, ‘burada kumpas var’ diyorsa; siz iktidar olarak buna kulağınız kapatırsanız, bunda sizin de payınız var. Benzer hatalar bugün de yapılıyor. Toplumun bir kesiminde hala birtakım sıkıntılar yaşandığı söyleniyor ve buna karşı da kayıtsız kalıyorlar. Çünkü toplumu dinlemek ve anlamak gibi bir derdi yok gücün. Güç, bugün bu iktidarda yarın başka bir iktidarda.

İlhan Cihaner’e gelirsek, Cihaner korkunç bir kumpasa uğramıştı zaten.

-‘Bu karanlık yapının ve türevlerinin üzerine gideceğim’ dediği için üstelik

T.A. : Evet, İlhan Cihaner örgütü hedef alıyor; fakat örgüt önce başka soruşturmalarla yönünü değiştirmeye çalışıyor, sonra görevden aldırıyor, en sonunda da tutuklatıyorlar. Bu yapının bu güne kadar yaptığı zaten buydu. İlhan Cihaner gördüklerimizden yalnızca bir tanesi. Başsavcı olduğu için çok fazla yankı buldu, ancak o dönem örgütün hedefinde yüzlerce insan var böyle mağdur edilen.

ERGENEKON VE ‘PARDON’

-Kuru bir ‘pardon’ ile sonuçlandı dedik ancak yıllarca sürdü bu kumpas; bir dizi insan ve kurum mağdur edildi. Kitabınızda Ergenekon kumpasının isim babasının da cemaat olduğunu yazmışsınız. Cemaati az buçuk tanıyan biri kumpasın adının Ergenekon olmasına şaşırmaz; çünkü içerden herkes Ergenekon efsanesini dillendiriyordu diye yazıyorsunuz. Ellerine yüzlerine bulaştırmış olmalarına rağmen aslında düşünülmüş, tartışmış ve siyasi iktidarın da desteğiyle bütün toplumun gözü önünde girişilen bir linç kampanyası, insan ve kurum tasfiyesi var.

T.A. : Burada liberallerin bu haksızlıkta ciddi bir dahli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ‘inanmaya’ çok teşnelerdi, ‘Türkiye bağırsaklarını temizliyor’ dediler; liberaller de buna balıklama atladı. Fakat hayat böyle değil; ya öyle değilse ya da ya öyleyse diye bir sor. Kimse bunu sormadı, kendi siyasi penceresinden ‘doğrudur’ dedi. Birtakım kriminal isimleri sunduklarında herkese çok olumlu geldi ve destek verdiler; ama şunu sormadılar: Sene 2008… Bir ülkeden bir anda topraktan, denizden silah fışkırıyor! Birisini gözaltına alıyorlar, oturduğu sandalyenin altından haritalar çıkıyor! Bu, bu kadar kolay mı? Ben yıllarca polis muhabirliği yaptım, böyle olayların böyle kolay çözüldüğünü görmedim; ama millet bir inandı, inandırıldı… Yol verdiler, onlar da yürüdü, kamuoyu desteği aldı, olmayan deliller üzerinden Ergenekon masalına toplumun büyük kısmı inandı.

Bu ülkede insanların üstüne bomba yağdı, bir sürü insana kumpas kuruldu, bu ülkede hala FETÖ’nün varlığını sorgulayan insanlar var, ‘acaba onlar mı yaptı; başkaları mı’ diyenler var. Bu bile hala FETÖ’nün varlığını gösterir; çünkü ülkede genel konjonktürel algıyı yöneten güç hala etkindir.

FETÖ VE İSTİHBARAT

– Sedat Selim Ay’dan bahsetmişsiniz kitabınızda, orda da yine harita ve bombaların bulunmasına ve en nihayetinde genel olarak bu kumpasa örgüt içinden biri ses çıkartıyor. Kibarca ‘ben bu provokasyona ortak olmayacağım’ diyen bir örgüt üyesinin, örgütü tarafından infazını anlatıyorsunuz.

T.A. : Ben Sedat Selim Ay’ı tanıdım. Bir gün bana ‘bu adam FETÖ’cü’ deselerdi asla inanmazdım. Bana çizdiği portre ‘Atatürkçü’ bir insan olduğu yönündeydi, hatta sol örgütlerden bir geçmişi olduğunu da söyledi. Hatta ‘polis olmasaydı bir sol örgütte militan olacağını’ da söyledi. Bu adam karşımıza FETÖ’cü olarak çıktı. Benim tanıdığım adam, çok kibar, bir gazeteciye karşı çok nazik, insan haklarına saygılı, (ki hakkındaki işkence iddialarını biz Taraf gazeteleriyle öğrendik) genel FETÖ’cü tarzından farklıydı. O nedenle ‘vicdan muhasebesi’ yaptığını düşünüyorum; ama şu var bu adam piyasada yok şu anda, örgütün kontrolünde olmadan kaçması mümkün değil, örgütün 17-25 Aralık’ta hala görevde tutması bir soru işareti. Şu anda sır bu adam…

– Diğer muamma isim İdris Karagöz aracılığıyla örgütün istihbarat yapılanmasına da değinelim isterim. Karagöz, MİT’ten, Hakan Fidan ile özel görüşüp onayını alıyor. Beşir Atalay’ı da örneğin MİT’e FETÖ’cülerin alınmasında referans olarak görüyoruz. Kitabınızda da özel bir parantez açtığınız FETÖ’nün istihbarat alanına sızmasını biraz açalım…

T.A. : Beşir Atalay veya siyasilerin birine referans olması en masum hikaye. Bu adamları gerçekten tanımıyorsunuz, o dönem tanıdığım Sedat Selim Ay ‘o dönem’ benden kendisi veya eşi dostu için referans istese; ben onu Atatürkçü birisi olarak referans ederdim. Şöyle bakıyorum, ben tanımıyorsam bir siyasi de tanımayabilir; çünkü bunu çok özenle yapıyorlardı. Komünist bir yere girecekse komünist bir referans seçiyor. Evet referans oldukları gerçek; ama bu masum bir faaliyettir.

TEAMÜLLERE UYMAYAN İSİM: TAMİNCE

– Bir de ‘ne olduğunu bilerek referans olunanlar’ var. Fettah Tamince bunlardan biri, kendince aklandı. 17 -25 Aralık miladının işletilmediği bir isim, bu teamüllere aykırı. Teammüllere aykırı bir durum daha var ki, kendisi AKP ile yakınlaştıktan sonra, sermayem büyüdükten sonra cemaatin ilgisine ‘mazhar’ olduğunu ifade ediyor. Oysa bizim izlediğimiz örnekler hep sıfırdan cemaatin alıp palazlandırdığı isimlerden. Kendisiyle de görüşmüşsünüz, Tamince’nin hikayesi inandırıcı mı sizce?

T.A. : Hayır değil, zaten inanmadığımı da bir paragrafta anlattım; fakat bunu mümkün olduğu kadar onun kendi ifadeleri ile kamuoyuna sunmaya çalıştım. Bence Fettah Tamince’nin sizin bahsettiğiniz gibi teamüllere aykırı bir biçimde, üstelik doğru dürüst bir soruşturma dahi geçirmeden aklanması kamu vicdanı için sıkıntılı bir durumdur. Çünkü kendisi devletle gizli pazarlıklar yapmış olabilir, bilemiyoruz tabi; ama bir hukuk devletinde eğer itirafçıysa o itirafların bir yerde somut olarak yer alması gerekir. Eğer bu örgütten kurtulmak için bir şeyler yapmışsa, bunun da yer alması, şeffaf olması gerekir. Şimdi şeffaflığın olmadığı bir yerde, sokaktaki vatandaşın vicdani kanaatini nasıl sağlayacaksınız, sağlayamazsınız.

Aynı şey Emre Belözoğlu’nda da var, Emre’nin Hakan Şükür’den, Arif Erdem’den, Zafer Biryol’dan, İsmail Demiriz’den ne farkı var. Emre hepsinde ev sahibi olarak görünüyor, ‘imamlık yaptım’ diyor. Bir dizi ifadede himmetleri toplayan kişi olarak adı geçiyor, kamu vicdani şunu soruyor: Bunların farkı ne? Bu örnekler, bu soruşturmalar kamuoyu vicdanını tatmin etmiyor ve samimiyetini sorgulatıyor.

FUTBOLCULARIN ‘ABİ’Sİ EMRE

-Futbol konusu kitabınızda fazlaca yer alan bir başlık. Özellikle Emre Belözoğlu’nun Fenerbahçe’ye transfer tarihi ile Fenerbahçe’ye kumpas tarihi sizin kitabınız ile örtüştü. Emre’nin ‘abilik’ döneminin hatırlatılması taraftarlar tarafından lince de sebep oldu. Bu soruyu taraftara seslenecek bir yanıt bekleyerek soralım, Beşiktaş’ta da aynı olaylar yaşandı. Bir Orhan Ak meselesi var ki, Beşiktaş taraftarının haklı olarak tepkisi dinmek bilmedi. Spor ile FETÖ ilişkileri hakkında ne söylersiniz? 

T.A. : Siz Beşiktaşlısınız, ben de bir Galatasaray taraftarıyım. Kitapta da en çok Galatasaraylı futbolcular var ve bir taraftar histerisi ile yazmadım. Fenerbahçe taraftarının da şunu düşünmesi lazım, madem 3 Temmuz sürecini çok önemsiyorlar, ‘şike kumpası’ olarak görüyorlar; o zaman 8-10 futbolcunun ‘imam’ diye bahsettiği 39 yaşında Emre’nin takımın başına ‘abilik’ yapmak üzere gelmesinin altında ne var? Devam edeyim… Hatırlarsınız Merter’de Emre Belözoğlu, ki kendisi o zaman 19 yaşında olduğunu iddia ediyor, bir trafik kazası yaptı ve çarptığı kişi öldü. Arabada iki kişi daha vardı, o zamanlar TFF’de görev yapan Göksel Gümüşdağ ve şimdinin menajeri Ahmet Bulut. Göksel Gümüşdağ ve Ahmet Bulut o gün Emre’yi Bakırköy’deki Osmaniye karakoluna götürdüler. Arif Erdem ve Uğur Tütüneker koşa koşa ziyaretine geldi. Bunların örgütle bağlantıları eskiden beri var, taraftar bunları bir ülkenin yurttaşı olarak değerlendirsin. Ne Fenerbahçe, ne Galatasaray ne Emre benim umurumda değil. Ben sadece bu örgütün ülkede yeşermemesi adına söylenecek sözleri ifade ediyorum.

Orhan Ak kısmında da aynı yerdeyim. Bugün Galatasaray’a Arif Erdem’i de transfer etmeye çalışsalar aynı şekilde ‘burada bir yanlışlık var’ diye bağırırım.

– Bir de Bank Asya meselesi var. Sonradan banka ile para ilişkisi delil sayılıyor, ancak dönemin Süper Ligi’ne bu bankanın adı nasıl verildi hiç sorgulanmadı bile.

DEVLET KAMU HİZMETLERİNİ TAŞERONA VERMEZ!

Şöyle devam edelim, bu türden kitaplara önem gösteriyoruz, zira sokaktaki yurttaş da artık ‘Fettulahçılarla mücadelenin bitip bitmediği konusunda” veya “sonuna kadar gidilip gidilmeyeceği” konusunda kaygılı. Biz de bu kaygıları taşıyarak bu örgütün hikayesini okuyoruz. İkinci ortak kaygımız; acaba Gülencilerin boşalttığı yerlere yeni cemaatler yerleşiyor mu, yeni örgütlenmeler yeni kripto elemanlar yargıya, sağlığa, emniyete yerleşiyor mu şeklinde. Örneğin siz ya da sizin gibi yazarlar yeniden bir ‘ifşa’ dosyası yazmak zorunda kalacak mı? Bu memleket yeniden ‘darbe girişimi’ görecek mi? Bu siyasi iktidar ya da türevleri yeniden ‘aldatıldık’ diyecekler mi?

T.A. : İnşallah bu dediklerinizin hiçbiri olmaz, ne görmek durumunda kalırız ne ben yazmak zorunda kalırım. Ama Türkiye şu an her şeye açık vaziyette gözüküyor. Bugün Barış Terkoğlu’nun yazısını okudum. SETA hakkında, doğru bir yazıydı. Benim bildiğim, bugüne kadar anladığım devlet aygıtı kamu hizmetlerini taşerona vererek çalıştırmazdı. Bugün FETÖ’ye devleti Sivil Toplum Kuruluşu adı altında, Sağlık’ta Milli Eğitim’de taşeron çalıştırmaya başlarsanız; sonuçta her türlü acı sürprizle karşı karşıya kalabilirsiniz. Burada yapılması gereken ne idi, ya da genel olarak ne yapılmalı? Hakikaten aklı ve liyakatı öncelikli hale getirirseniz, bu dediğiniz örgütlerin hiçbirisi devlete yerleşemez. FETÖ mücadelesi konusunda da kitapta da anlatmaya çalıştığım şeylerden biri oydu, herkes bir yere itiliyor bu ülkede. Hiç kimse ben cemaatçi, şu örgütçü, bu örgütçü olayım diye doğmuyor. Ama bir yerlerden şartlar insanları buraya itiyor. Bunu önlemenin yolu da belli. Bu ülke insanın %70’inin ekonomik durumu ortalamanın altında. Anadolu’nun kasabasından büyük şehirlere gelen öğrenciyi düşünelim, bir örgüt alıyor kapıyor seni, yurt vererek, temel ihtiyaçları karşılar gibi yaklaşarak seni yönlendiriyor. Bunu dün FETÖ yaptı, bugün başkaları yapacak. Hep soruyorum, 15 Temmuz’dan sonra kaç tane devlet yurdu açılmış örneğin.

İFŞA 40 BİN KİŞİYE ULAŞTI

T.A. : Vakıf yurtlarıyla, cemaat yurtlarıyla bu dediğimiz öğrencileri devşirip başka arka bahçeler oluşturulduğu sürece; ve kimse de buna ‘burada bir yanlışlık var’ demediği sürece bütün bu kötü tecrübeleri yaşarız daha.

Ancak yine de umutluyum. Bakın bu kitap (İFŞA) 40 bin kişiye ulaştı, yayılmaya devam ediyor. Demek ki bu ülkede umut var, biz bu umudu yeşertebildiğimiz sürece de, bu ülkede ulaşabildiğimiz herkese ‘doğru ne’yi anlatabildiğimiz sürece bir yol kat ederiz.

Bir de Zülfü Livaneli’nin dediği gibi, ‘birbirimizi sevmekle başlamalı’yız her şeye.. Bu kadar sevgisizlikle nasıl güzel bir şey inşa edebiliriz ki? Bu da yaratılan iklimin bir eseridir. Bu anlamda okurlarıma ve okurlarınıza teşekkür ediyorum.

-Umarız ki herkes faydalanır kitabınızdan. Biz teşekkür ederiz.