Vaatlerin altı boş

Vaatlerin altı boş

21-06-2019 07:30

AKP Kuzey Ormanları’na havalimanı yapmamış gibi, deprem toplanma alanlarına AVM yapmamış gibi “Kuzey Ormanları’ndan deniz kıyılarına Yeşil Ağ” başlığıyla tanıttığı projelerine bakalım.

Yağız Pekru

Türkiye’de seçim süreçlerinin genel görüngüsünden vaatler ve sınıfsal açıdan diğer seçimlerden ayrıştırılamayacak bir noktada ilerliyor. Tüm figüranların her şeyi en çok olduğu bir dönemde bazı absürtlüklerin veyahut daha kibar bir ifadeyle kendi söylediklerini unutması çok da şaşırılacak bir durummuş gibi gözükmüyor. “Benim adım Kemal ben bulurum” ve “Kim ne veriyorsa beş lira fazlasını vereceğim” diyenler çoksa da “Biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum.” diyenler de bulunmakta. Biz de bu iddialı vaatlere ve ihanetlerin birkaçına göz atmak isteriz.

3. Havalimanı

Şu anki yerel seçimle Ulaştırma Bakanlığıyla doğrudan ilgisi olmasına rağmen AKP’nin seçim propagandasında yer alması ve günün bakanının Binali Yıldırım olması sebebiyle göz atmak istedik. Hamdi Topçu’nun “‘Yerel’den  Global’e’ THY’nin Yükseliş Dönemi” kitabı yayınlanmasından sonra İbrahim Kahveci’nin Karar Gazetesi’nde köşesine taşımasıyla  3. Havalimanın yapılış nedeni çok daha fazla tartışılır oldu. Köşe yazısında yer verildiğine göre Atatürk Havalimanı’nın bazı iyileştirmeler, yeni bir pist ve terminalle 2 Milyar doları bulan bir masrafla 2030’a kadar ihtiyacın giderilebileceğine değinilmiş ama yukarıdan gelen talimatın kesinliği nedeniyle projeye başlanılması en baştan kararlaştırılmış. Böylece 2 Milyar dolar ile karşılanabilecek ihtiyaç 26 milyar avro ile karşılanması kararlaştırılmış oldu.

Coğrafi konumu gereği göç yollarının üzerinde olması ve iklim koşullarının getirdiği sert rüzgarlar daha şimdiden çoğu uçağın rötar yaptığı ve başka havalimanlarına indiği bir durumu ortaya çıkartmıştır.

3. Havalimanı’nın Kuzey Ormanlarında yer alması çeşitli barajlardaki kirliliği arttırıcı ve su seviyesinde azaltacağı yönde etkide bulunacak. Yok edilen hektarlarca alandan ise söz etmeye gerek bile yok. 3. Köprü ve 3. Havalimanı’nı birlikte ele aldığımızdaysa ihanet edilen şehre ne yapılmak istendiğiyse daha fazla gözler önüne serilecektir. Bu iki “mega projenin” sonucunda Kuzey Ormanları imara açılmak istenmekte ve İstanbul’un üçüncü yakasını adıyla ranta açmak istemektedirler.

Ve şimdi AKP Kuzey Ormanları’na havalimanı yapmamış gibi, deprem toplanma alanlarına AVM yapmamış gibi “Kuzey Ormanları’ndan deniz kıyılarına Yeşil Ağ” başlığıyla tanıttığı projelerine bakalım.

AKP “67 km kesintisiz kıyı projesi” dediği bu proje kapsamında kıyılarda toplamda 67 km Avrupa ve Anadolu yakası dahil olmak üzere yürünebileceğini vaat ediyor. Denize kıyısı olan 22 ilçede 170 km kıyı şeridi bulunuyor. Fakat AKP’li kadroların 25 yıldır yönettiği İstanbul’un her köşesinde olduğu gibi sahilleri de yağma düzeninden nasibini aldı. Ataköy örneğinde olduğu gibi 1980 sonrası şehirleşmenin etkisiyle lağım kokuları, pislikleriyle kapanan Ataköy plajı ve sonrasında plaja yapılan ilk AVM ile işgal başlamış; sahilin TOKİ’ye devredilmesiyle Ataköy sahili tam bir yağmaya sahne oldu. Peki bu örnekleri çokça arttırabilecekken iktidar partisi ne demek istiyor şöyle devam edelim. “Proje kapsamında kamusal alanlarda kıyı boyunca yüzen platformlar ve özel alanların önünden ise kıyıya en az 100 metre mesafede bulunan yüzen platformlar yapılacak” Yani kıyı şeritlerinin halka açılmasından ziyade var olan rant alanlarına dokunmadan veyahut yenilerinin önünü kapatmadan sahillerin doğal yaşamını mahvetmeye devam ederek yeni yaya yolları yapmak olacaktır.

Kesintisiz kıyı projesine entegre edilecek “Yeşil Ağ” projesi ise Kuzey Ormanları ile denizi birbirine bağlayacak yeşil alanlar olacağı yine vaatler arasında. İstanbul genelinde belirlenen 20 hattın halihazırda İstanbul’un geri kalanına göre daha yeşil alanlar ve şehirleşmenin az olduğu yerler olması bu projenin bir peyzaj düzenleme projesinden ileri gitmeyeceğinin göstergelerinden biridir. Aynı zamanda hatların geçtiği yerlerin eski kurutulmuş dereler olması ve bu derelerin bioteknik teknolojiyle arıtılarak tekrardan derelerin ihya edileceği vaat ediliyor. Fakat dere suyunun kaynağı ise belirtilmemiş. Haliç temizleme projesinde Kağıthane deresine boğazdan deniz suyunun taşınması 44 Milyon liraya mal olmuşken bu projenin ne kadar bütçeye sahip olacağına dair hiçbir bilgi bulunmuyor. Bu projenin gerçekleşmesine engel teşkil eden diğer nedenlerinden biri de ana arterlerin bu ağlarla kesişmesi olmuş. Fakat parlak AKP belediyeciliği bu ağları kesintisiz entegre bir şekilde sağlayabilmek için “Şehir Terasları” projesini devreye sokmuş. “Bu teraslar Beylikdüzü’nden Küçükçekmece’ye, Kadıköy’den Kartal’a kadar 18 ayrı noktada mahalleleri ve ilçeleri birbirine bağlayarak sıra dışı alanlar olacak” Bu şekilde AKP belediyeciliği İstanbul’a sitcomlarda konu edinilen İstanbul’a kat çıkmayı bir proje haline getirmiş durumdadır.

Serbest piyasa ekonomisinin şehri yağmacılığının arkasında bıraktığı yıkımın ne denli büyük olduğu tüm bunlarla açıkça görülebilir.

Bir diğer nokta ise Binali Yıldırım’ın işsizlikle alakalı vaatleridir. İstanbul’da işsizliğin %20’lere çıktığı bir tabloda, Binali Yıldırım’ın Ekrem İmamoğlu’nun istihdam yaratma vaatlerine karşılık bu belediyenin işi değildir gibi bir karşılık verdikten sonra İstanbul’da 500 bin istihdam yaratma vaadi ise hamasetin vahametini gözler önüne sermektedir. Bunun devamında Binali Yıldırım’ın merkezi hükümet tarafından dahi daha gerçekleştirilememiş “yerli ve milli metro araçlarımızı ve sinyal sistemini üreteceğiz” vaadi ise çok inandırıcı olmasa gerek. TCDD’ye bağlı demiryollarında sinyalizasyonun olmayışından dolayı olan kazalar, T4 hattında vagonların raylarından çıkması gibi gündemlerin sonrasında bu ağır sanayi hamlesinin hem de sanayi yatırımları eksi yönde büyüdüğü bir dönemde nasıl gerçekleşeceği merak konusu. Bunun dışında Binali Yıldırım’ın kendisi “Binaya değil AR-GE’ye yatırım” projesi AKP iktidarının ve Türkiye’deki sağ iktidarların tarihine bakılırsa şimdiden gerçekleşmeyeceğini söyleyebiliriz. En azından Cengiz, Limak gibi holdingler bu proje için harcanacak paraların yeni bir inşaat projesi için ayrılmasında ısrarcı olacaklardır. Bu proje kapsamında Pendik’e Teknolojik Geliştirme Merkezi, Tuzla’ya da Biyoteknoloji Vadisi yapılacak vaadi gündeme getiriliyor. Bu projenin doğrudan ve dolaylı olarak yaratacağı istihdam ise 100 bin kişi olarak sunuluyor. Ekonomik durgunluğun yaşandığı bu dönemde şirket ve girişimciler tarafından üretilecek bu “artı değeri yüksek” ürünlerin OSB gibi bir bölgenin inşa edilmesi ile nasıl yaratılacağı merak konusu. Ayrıca ülke satındaki gericilik ve üniversitelerdeki baskı ve sindirme politikası yalnızca montaj sanayine sahip bir ülkenin ihtiyacı olan bilimsel ve teknolojik gelişmeyi nasıl sağlayacağı soru işareti olarak durmaya devam ediyor.