Suriyeli sığınmacılar meselesine nasıl bakmalı?

Suriyeli sığınmacılar meselesine nasıl bakmalı?

04-08-2019 07:30

Bugün bu topraklarda milyonlarca Suriyeliye düşmanlık da, emperyalizmin ve sermayenin göç ve sığınma başlığındaki rolünü gözden kaçıran bir “vicdan” siyaseti de çözüm değildir.

Ufuk Karaçay

Son dönemde özellikle Suriyeli sığınmacılar üzerinden bir çekişmedir sürüyor.

Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge pazarlığı ile birlikte gündeme gelen bu başlıkta son olarak Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa Birliği’yle (AB) 16 Aralık 2013 tarihinde Ankara’da imzalanmış olan Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni ve Geri Kabul Anlaşması’nın askıya alındığını duyurdu.

Anlaşmaya göre Türkiye kendi topraklarından AB ülkelerine geçen sığınmacıları geri almayı, AB de Türkiye’ye mali yardım yapmayı ve Türkiye’ye vize serbestisini taahhüt ediyor. Ancak AB, Türkiye’nin taahhüt ettiği 72 kriteri yerine getirmediği gerekçesiyle vize serbestisini uygulamıyor. Öte yandan AKP iktidarı da AB’nin taahhüt ettiği mali yardımı yapmadığını öne sürüyor.

İşin kamuoyuna yansıyan açıklamaları bunlar…

Oysa bu görüntünün ardında bambaşka işler dönüyor, hem de en başından beri…

Bugün Türkiye’de en kalabalık grup olarak sayıları dört milyona yaklaşan Suriyeli sığınmacılar ana gündem… Mesele göçmen, mülteci sığınmacı başlığına indirgenemeyecek kadar kapsamlı. Kaldı ki AKP iktidarının herhangi bir göç ve/veya mülteci, sığınmacı politikası yok.

Kısaca hatırlayalım…

15 Mart 2011’de Suriye’de yobaz taşeron çetelerce başlatılan emperyalist saldırganlığın hemen öncesinde 2011 Nisan’ından başlayarak Hatay’da “mülteci kampları” hazır halde Suriye’den gelecek misafirlerini bekliyor.

Aynı tarihlerde Türkiye’de kamplar hazırlanırken, sınır bölgelerinde yollar açılıyor. ABD konsolosluk görevlileri ve “muhaliflerle” Hatay’da toplantılar yapılıyor.

Söz konusu “muhaliflerin” ilk örgütlenmesi ise Suriye Ordusu’ndan firar eden bir grup asker ile radikal İslamcıların kurduğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) oluyor. ÖSO’ya destek için ABD, İngiltere, Fransa, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye’nin bir dizi silahlı personeli gizli görev bahanesiyle faaliyete geçiyor. ÖSO için Hatay’da kurulan Apaydın Kampı’nın yakınında ise kuş uçurtulmuyor. Bugün bu çete TSK’ya iliştirilmiş olarak Suriye’nin kuzeyinde operasyonların parçası…

Nisan 2011’de İngilizler ve ABD “yetkilileri” vatandaşlarını “olası bir iç savaş” gerekçesiyle tahliye etmek üzere Cilvegözü sınır kapısında incelemeler yapıyor. Aynı günlerde Hatay’ın Yayladağı ilçesinde, “güvenlik” gerekçesiyle o günden itibaren cihatçı teröristlerin geçişini sağlayacak olan çadır kent hazır ediliyor.

2011’le birlikte Türkiye-Suriye sınırından TIR’larla silah, mühimmat, yardım malzemesi ve her tür araçla cihatçı taşınıyor.

Cihatçılar gündüzleri BM korumasındaki kamplarda kalırken, geceleri sınırı geçerek kafa kesiyor, insan katlediyor.

Savaştan ve gözü dönmüş cihatçı teröristlerden kaçan Suriyeliler içerisinde Türkiye’ye gelen ve söz konusu kamplarda “can güvenliği” nedeniyle cihatçı katillerle aynı yerde kalmak istemeyenlerin oranı ise azımsanamayacak kadar büyük.

AKP iktidarının Suriye’deki savaş suçları yüz binlerce insanın canına mal olurken, milyonlarcasının göç etmek zorunda kalması yine AKP tarafından Suriye siyasetinin aracı haline getiriliyor.

Yüzün üzerinde ülkeden on binlerce cihatçı katil, Türkiye topraklarından kafa kesmek, insan katletmek için Suriye’ye geçiyor.

Bütün bunlara ek olarak bugün TSK, ülke gençlerinin kanını ortaya sürerek, egemen bir ülke olan Suriye topraklarında operasyona girişiyor.

AKP’nin Suriye’nin kuzeyindeki güvenli bölge hedefi ise Suriyeli sığınmacılar başlığının hedeflerinden birini gözler önüne seriyor. Güvenli bölge askeri olarak kontrol yani Suriye’ye fiilen müdahale ve işgal anlamına geliyor. Böylece Türkiye’deki Suriyeliler’in cihatçıların ve TSK’nın kontrolünde bu bölgeye yerleştirilmesi hedefleniyor.

Öte yandan üç milyar Avro ve belki daha fazlası için geri kabul anlaşması askıya alınarak, “salarım sınırlarınıza haa” diye AB tehdit ediliyor.

Ortada ne bir göçmen politikası ne de dış siyaset var.

Patron örgütü TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) 2015 yılında ”Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri 2015” ismiyle yayınladığı raporda niyetini açıkça ortaya koyuyor: “Risk ve fırsatların iç içe geçtiği bir tablo ile karşı karşıyayız, göçü bir fırsata çevirebiliriz.”

Krizi fırsata çevirmek isteyenler ile onların iktidarı ve emperyalistler, egemen bir ülkeyi savaş bölgesi haline getirerek, yüz binlercesinin kanından besleniyor. Milyonlarca insan göç yollarında sefalete sürükleniyor.

Mülteci Derneği’nin verilerine göre geçici barınma merkezlerinde kalan Suriyelilerin sayısı 11 Temmuz 2019 tarihi itibarıyla 103 bin 579 kişi. Bu sayı Haziran 2019’da 109 bin 262 kişi, 2017 Aralık ayı sonunda ise 228 bin 251 kişiydi. Buna göre kamplarda yaşayan Suriyeli sayısı 2018’in başından bu yana 124 bin 672 kişi azaldı. Suriyelilerin yalnızca %2,85’i kamplarda yaşıyor.

11 Temmuz 2019 tarihi itibarıyla şehirlerde yaşayan kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 526 bin 996 kişi oldu. Şehirlerde yaşayan Suriyeli sayısı geçen aya göre 22 bin 614 kişi arttı. Suriyelilerin %97,15’i şehirlerde yaşıyor. Şuan için sadece Adana, Çanakkale, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Hatay, Kayseri, Kocaeli, Mardin, Tekirdağ, Şanlıurfa ve Kilis illerine yeni Suriyeli kaydı alınıyor. Bu şehirler dışında kalan yerlerde ise ciddi sağlık sorunları, evlenme ve yeni doğumlarda kayıt alınabiliyor. Yeni kayıt alınan iller Göç İdaresi tarafından periyodik olarak değiştiriliyor. İstanbul ise Suriyeli alımına kapalı.*

İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada 8 Mart 2019 tarihi itibarıyla Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısı 79 bin 894 kişi…

Türkiye’ye göç eden Suriyelilerin çok küçük bir kesiminin üst gelir seviyesine sahip olduğunu söylemek gerekiyor. Türkiye tarafından sadece “geçici koruma” statüsü verilen Suriyeli sığınmacıların yasal olarak çalışmaları neredeyse imkansız haldeyken, “yatırım yapanların” önünde herhangi bir engel bulunmuyor.

Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre 26 Şubat 2019 tarihi itibarıyla en az bir ortağı Suriye uyruklu olan şirket sayısının 15 bin 159.

Vatandaşlık uygulaması söz konusu olduğunda ise “paralı” Suriyelilere gayrimenkul satışı, yatırım olanakları sağlanırken, Avrupa ülkelerine gitmek isteyen zenginlerin Türkiye’de tutulması hedefleniyor.

Suriyeli sığınmacıların “girişimci” ve paralı olan azınlığı haricindekileri tekstil, inşaat, tarım, ağır sanayi gibi sektörlerde, merdiven altı atölyelerde kayıt dışı, asgari ücretin altında, sigortasız olarak çalıştırılıyor.

2016 Haziran’ında TBMM komisyonundan geçen Emekli Sandığı Yasa Tasarısı’na eklenen bir madde ile tıpkı Türkiye’deki sınıf kardeşleri gibi Suriyeli sığınmacıların çokuluslu şirketlere kiralanmalarının, bu yolla da içerideki şirketlere rant aktarılmasının önü açılıyor.

Türkiye’nin işsizlik ve ucuz emek cenneti olarak pazarlandığını, ücret seviyesinin düşüklüğünün bu cennetin yaratıcıları için fırsat olduğunu, işçiler arasındaki yerli-yabancı karşıtlığının, işçi sınıfını kendi içerisinde birbirine karşı kullanma fırsatını kaçırmayan sermayenin ne kadar işine yaradığını unutmayalım.

AKP, bütün haklardan mahrum bıraktığı ve AB’ye karşı koz olarak kullanarak “Geri Kabul Anlaşması” karşılığında üç milyar Avro’ya Brüksel’de satışa çıkardığı Suriyeli sığınmacıları iç siyasette de malzeme olarak kullanmaya devam ediyor. Savaştan kaçan Suriyeli sığınmacıların büyük kısmı AKP’nin elinde rehin tutuluyor. Kimi zaman “Türk misafirperverliğinden” dem vuruluyor, kimi zaman “sınır dışı edilecekleri” açıklanıyor…

Avrupa Birliği’nden Suriyeli sığınmacılar için alınan milyonlarca Avro’nun ise nerelere gittiği meçhul… Veriler, söz konusu fonların büyük oranda STK’lara aktığını gösteriyor.

Sayıları dört milyonu aşan Suriyelilerin büyük bölümü insani yaşam standartlarının çok uzağında. Büyük çoğunluğu ucuz işgücü olarak kullanılırken düşük ücretlerle, en pis işlerin yaptırıldığı bu insanları sömürmek patronlara oldukça büyük bir getiri sağlıyor. Yollarda satılanlar, fuhuş yapmaya zorlananlar, öldürülenler…

Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezi’nin 2012 verilerine göre, kaçakçıların kazancı 300 milyon doları aşıyor.

Bu kazanç kapısı, tıpkı uyuşturucu kaçakçılığı gibi ülke ekonomisine kayıt dışı giren kalemler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Türkiye de coğrafi konum itibariyle bir geçiş ülkesi olarak uluslararası şebekelerin faaliyet alanı haline gelmiş durumda.

“#ÜlkemdeSuriyeliİstemiyorum” sloganlarıyla ifade edilen saldırganlık ise AKP’ye ve onun Suriye politikasına muhalefet etmek bir yana, bu politikanın uzantısı haline geliyor.

Geçtiğimiz yılbaşı gecesi Taksim Meydanı’nda ÖSO bayraklarıyla kutlama yapanlar ve daha bir hafta önce yine üç yıldızlı ÖSO bayraklarıyla “milliyetçilik cahiliyesine karşı tek bir ümmetiz!” dövizleriyle basın açıklaması yapanlar ile bu ümmete saldıran “milliyetçiler” arasında fark yok. “Durun siz kardeşsiniz” diyesi geliyor insanın. Onlar arasındaki “kardeşlik” AKP iktidarının kan gölüne çevirdiği ve bugün işgal ederek cihatçılar eşliğinde “güvenli bölge” kurmayı hedeflediği ülkenin insanları iç ve dış siyasette malzeme haline getirilerek rehin tutulurken bu siyasete ortak olmak.

Bir yanda AKP’nin kol kanat gerdiği cihatçılar, bir yanda sıcak para için vaz geçilemeyen “yatırımcılar” öte yanda ise çoğunluk olan ve AKP iktidarının iç ve dış siyasette kullanışlı malzeme haline getirdiği insani koşullardan mahrum en alttakiler…

Bu tabloyla karşı karşıya olduğumuz ve bütünü gözden kaçırmamamız gerektiği açık. Bütün ise emperyalizm, onunla pazarlığında elini güçlendirmek için her türlü insanlık dışı hamleyi siyaset olarak pazarlayan sermaye iktidarı… Bugün bu iktidar AKP’dir.

ABD ile süren kayıkçı dövüşünü, S-400 pazarlığını, AKP iktidarının sıcak para hasretini, Suriye ve Ortadoğu’daki sıkışmışlığını, bunlara dair pazarlıklarını ve bütün bunlarla birlikte sermayenin krizini görmeden Suriyeli sığınmacılara ilişkin ister düşmanlık, ister vicdani kardeşlik projeleri üretelim… Hepsi çözümsüzlüğe çıkar.

O yüzden sosyalistlerin önündeki görev açıktır. Bu sayfalarda defalarca yazdık. Emperyalizmin planları reddedilmedikçe, sermaye egemenliği sonlandırılmadıkça halklar karşı karşıya getirilir.

Buradan çıkışın yolu vicdan rahatlatıcı, dayanışmacı ve fakat sadece ve sadece geçici, hedeften uzak yöntemlere başvurmak değil, emperyalizmi bütün kurumlarıyla karşıya almaktan geçer.

Bir yerde işbirlikçiliğe kılıf bulmaya çalışırken, emperyalizmin kurumlarını göreve çağırırken öte yerde “kahrolsun emperyalizm” demek inandırıcılıktan uzaktır.

Bugün bu topraklarda milyonlarca Suriyeliye düşmanlık da, emperyalizmin ve sermayenin göç ve sığınma başlığındaki rolünü gözden kaçıran bir “vicdan” siyaseti de çözüm değildir.

Çözüm açıktır.

BM’nin de, AB’nin de, bilumum emperyalist oluşumun da karşısında durmaktır.

Suriye’nin egemenliğini savunmaktır.

Cumhuriyet’i hedef almak yerine işgal ve savaşı, cihatçı zihniyeti karşıya almaktır.

Ümmetçiliği de tıpkı milliyetçilik gibi mahkum etmektir.

Sermaye egemenliğini “yatırım yapma özgürlüğü” olarak değil, yıkılması gereken bir iktidar biçimi olarak hedef almaktır.

Dış politikayı taktiklerden ibaret olmaktan çıkarmak, bunun için egemen bir ülke olabilmektir.

Vicdana indirgenmiş parça parça, tek tek kurtuluşları değil akılla bütünü değiştirecek bir kurtuluşu başa yazmaktır.

Halklar ancak ve ancak emperyalistlerden kurtulursa, emperyalist kurumlarla bağlarını koparırsa kardeş olurlar.

 

* https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/