Sosyal demokrasinin ihanet tarihi: Alman Devrimi

Sosyal demokrasinin ihanet tarihi: Alman Devrimi

16-11-2019 09:03

“Devrim daha yarın olmadan, zincir şakırtıları içinden yeniden doğacaktır ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir! Vardım, Varım, Var olacağım!”

Derin Demir

Alman Devrimi’ne bakarken, derslerle dolu bir deneyimin kısacık bir tarih aralığına sığdırıldığını ve savaş döneminde yaşandığını unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla zorluk da Alman Devrimi’ne giden sürecin, savaşın, ihanetin ve elbette işçi sınıfı ve komünistlerin bu büyük mücadelesini sayfalara sığdırmaya çalışmak oluyor. 100. Yılında Alman Devrimi’ne bakarken işçi sınıfının mücadelesine, komünistlerin inadına bir kez daha tanık oluyoruz.

Bilindiği üzere Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD), kurulduğundan itibaren sosyalist hareket içinde çok önemli bir yerde durdu. Birçok Marksist aydını, devrimciyi de yetiştiren SPD, dünyadaki işçi sınıfı mücadelelerinin önemli bir bileşeniydi. Ancak özelde partinin, genelde Almanya sosyalist hareketinin tarihine bakarken 1914 öncesi ve sonrası olarak iki ayrı kategoride değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu yazının konusu ise 1914 sonrası gelişmeler ve Alman Devrimi’ne giden süreci kapsayacaktır.

SPD yönetiminin Birinci Paylaşım Savaşı’ndaki pozisyonunu belirleyen durum, 4 Ağustos 1914’te parlamentoda savaş kredilerine onay vermesi ve böylelikle Alman emperyalizminin yanında yer almış olmasıydı. Bu destek ile SPD yönetimine bakanlıklar verilse de parti içinde ciddi tartışmalar baş gösterdi. O zamana kadar başta da belirttiğimiz üzere işçi sınıfının önemli örgütlenme alanı olan SPD, savaş yanlısı bir hat izlemesi ile işçi sınıfı mücadelesi içinde de kan kaybetmeye başladı. SPD yönetimi parlamentoda üstlendiği rollerden mutlu olsa da asıl emperyalizmin partiye biçtiği rol işçi sınıfını “dizginlemek” için atacağı önemli adımlarla belirlenecekti. Öyle ki SPD Genel Başkanı Ebert için General Gröner, anılarında şunları yazar: “Subay sınıfı, yalnızca, radikalizme ve Bolşevizme karşı mücadeleye girişen bir hükümet ile işbirliği yapabilirdi. Ebert, buna hazırdı.” 

Nitekim savaşın ilk kurbanı her zamanki gibi işçiler oldu. Yüzbinlerce işçi cephede öldü, kıtlık baş gösterdi. İş bırakma eylemleri, ayaklanmalar her geçen gün arttı. SPD ise ayaklanma hazırlığında olan kitleleri dizginlemeye çalışarak üstlendiği rolü yerine getiriyordu. Ancak bu dönemde Alman işçi sınıfının sesi olabilecek umut veren bir başka ses de yükselmeye başladı. SPD’nin savaş yanlısı tutumuna karşı çıkıp partiden ayrılan isimlerden olan Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg emperyalizmi, savaşı ve SPD yönetimini karşısına alarak işçi sınıfının kendiliğinden mücadelesine öncülük etmek için kolları sıvadı.

SPD’den ayrılan Bağımsız Alman Sosyal Demokrat Partisi (USPD) içerisinde yer alan Spartakistler grubunun öncüleri Luxemburg ve Liebknecht’in çağrısıyla 1 Mayıs 1916’da kitlesel bir eylem düzenlenir. Eylemin tek sloganı vardır: “Kahrolsun savaş! Kahrolsun hükümet!”. Ancak eylemin ardından Luxemburg ve Liebknecht tutuklanır. Bu tutuklanmaya karşı tepki gösteren işçiler (edinilen bilgilere göre yaklaşık 55 bin civarı işçi) greve çıkar.

Almanya’da hayat şartları oldukça zorlaşmıştır. Savaşın etkileri devam ederken 1916-1917 kışında kitlesel bir açlık başlar. 1917’nin Nisan ayında Berlin’de silah sanayiinde çalışan 200 binden fazla işçi ekmek karnelerindeki kısıtlamaya karşı greve çıkar. İşçilerin ve halkın ayaklanması her geçen gün daha da artıyorken sadece bir yıl sonra süreç farklı bir rotaya evrilir. 1918 yılının Ocak ayında Berlin’de başlayan ve Kiel, Ruhr Havzası, Hamburg ve Münih’te bir milyon işçi “barış ve ekmek” talebiyle greve çıkar. İşçilerin bu coşkusunun nedeni Rusya’da gerçekleşen Büyük Ekim Devrimi’nin her yerde olduğu gibi Almanya’da da etkisini göstermesinden başka bir şey değildi.

Eylül 1918’e gelindiğinde ise General von Ludendorff, savaşın kaybedildiğini ilan eder.

Kasım Devrimi ve sosyal demokrasinin ihaneti

Eylül 1918’e kadar olan süreç gösteriyor ki, SPD istediğini almış, iktidarın önemli bir ortağı olmuştu. Savaş ise sona ermek üzereydi. Ancak 1918’in Kasım ayı yepyeni bir kıvılcım çakacaktı… Kasım ayına günler kala ordunun savaşı bitirme kararına karşı Deniz Kuvvetleri son bir saldırı gerçekleştirme kararını alır. Saldırıya katılacak olan askerler ise karara karşı çıkıp ayaklanırlar. Bu ayağa kalkış, alınan saldırı kararının gerçekleşmesine engel olur. Ayaklanan askerler tutuklanır. Bu olay üzerine Kiel’de işçiler askerlere destek olmak için sokağa çıkar. Eyleme geçen Kielli tersane işçileri 4 Kasım günü şehrin yönetimini ele geçirir ve SPD’nin de ortağı olduğu hükümet, olayların önünü kesmek için sosyal demokrat Gustav Noske’yi Kiel’de görevlendirir. Noske, Kiel’deki ayaklanmaların önüne geçmiş olsa da diğer şehirlerde ayaklanan işçiler için çözüm bulamamıştır. Ayaklanma Almanya’nın birçok kentine yayılmış ve 3 Kasım itibariyle Devrim başlamıştır…

Süreç o kadar hızlı akar ki her gün, her an yapılacaklar büyük bir titizlikle ele alınmak durumundadır. 7 Kasım’da Berlinli işçilerin Ekim Devrimi’ni kutlamak için bir araya gelmesine yönelik yapılan saldırı ayaklanmayı daha da büyütür. Buraya kadar gelinen süreçte işçi sınıfı Alman İmparatorluğu’nu büyük bir yenilgiye uğratmıştır zaten. 9 Kasım günü artık imparatorluktan bahsedilmesi mümkün değildir. Bunun üzerine Liebknecht işçilere yönelik bildiri yayımlayarak eylemi daha da büyütmeye çağırır. İmparatorluğun zor durumda olduğunu gören SPD ise rolünü bu kez eylemlere dahil olarak gerçekleştirecektir. 9 Kasım günü Liebknecht’in öncülüğünde işçiler İmparatorluk Sarayı’na çıkarak işçi ve asker konseyinin ve Özgür Almanya Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan ediyordu. İşte SPD en büyük rolünü burada oynamıştır. Liebknecht Sosyalist Cumhuriyet ilanı yaparken aynı anda hükümet ortağı SPD’de, Reictach binasında Alman Cumhuriyeti’ni ilan ediyordu. SPD, Alman Devrimi’ne yapılan en büyük ihanetlerden birine daha imzasını atmıştı… Kafalar karışmıştı ve bu karışıklık hükümete ve SPD’ye oldukça zaman kazandırmıştı. Bunun üzerine Luxemburg şu ifadeleri kullanacaktı: “Hükümet dört yıl boyunca Alman işçilerine ve Enternasyonale ihanet eden sözde sosyalistlerin elinde.”…

KPD’nin kuruluşu ve devrimin sonu…

USPD’nin bütün bu süreçte net bir tavır alamadığını belirten Spartakistler, parti ile yollarını ayırır. Ancak ortada büyük bir boşluk vardır. Bir yanda ilan edilen sosyalist cumhuriyet, bir yanda Almanya’nın neredeyse her yerinde sokağa çıkan işçi sınıfı… Çok kısa bir zaman önce uzun tutukluluk süresini bitiren Luxemburg ile mücadele yoldaşı Liebknecht bu eksikliği bir öncü parti açığında olduğunu tespit ederler. Her ne kadar geç kalınmış olsa da yaşanan deneyimler sonucunda Almanya Komünist Partisi (KPD) 31 Aralık 1918’de kuruluşunu ilan eder. Parti’nin ilk toplantısında parti adına Rosa Luxemburg söz alır.

Büyük Ekim Devrimi’nin öncülüğünü üstlenen Bolşevikler ise, Almanya Komünist Partisi’ne nefer olur. Atılacak adımlar planlanır, rota çizilir. Ancak Alman hükümeti Komünist Parti’ye zaman vermek istemez. Kaybedilen imparatorluk, şekillenemeyen Alman Cumhuriyeti, işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşen devrim ve buraya yön gösterecek bir Komünist Parti’nin kuruluyor olması hükümeti ve SPD’yi korkutmuştur. Çözüm ise henüz kurulan Komünist Partisi’nin önderlerini yok etmektir!

SPD Başkanı Ebert’in, greve çıkan, direnişte olan işçilere ateş edilmesi emrini yerine getirmeyen Berlin’in Emniyet Müdürü Emil Eichhorn’u görevden alması sonrasında Berlin’de eylem çağrısı yapılır. Eyleme katılan yüzbinlerce kişi tren istasyonlarını, hükümete yakın olan gazeteleri ve SPD’nin yayın organı Vorwärts’ı işgal eder. Liebknecht’in de içinde olduğu geçici bir Devrim Komisyonu kurulur. Luxemburg ise o anda yapılacak bir ayaklanın zamansız olduğunu düşünüyor, sosyalist devrim için henüz olgunlaşan bir ortamın oluşmadığını söylüyordu. Ve hatta yaşananların hükümetin bir provokasyonu olduğunu belirtiyordu.

Ebert, 6 Ocak 1919’da Gustav Noske’yi (SPD) ordu halk temsilciliğine getirdi. Noske, askeri birlikleri ve Freikorpslarla (Nazi yanlıları) birlikte devrimi bastırma emri verdi. Freikorps, mahalleleri, fabrikaları, iş yerlerini, evleri işgal ederek çok sayıda devrimciyi öldürdü. Liebknecht ve Luxemburg ise 15 Ocak’ta tutuklanarak akıl almaz işkencelere maruz kaldılar ve ardından öldürüldüler.

Devrim, Almanya’nın her yerinde kanlı bir şekilde bastırılıyordu. SPD ise ihanetleriyle ve kapitalizmin egemenliğinin en önemli sürdürücüsü olarak tarihe geçti. 1918/19 Alman Devrimi, sol görünümünde olan sosyal demokrasinin işçi sınıfı mücadelesine ihanetini göstermesi açısından oldukça önemli dersler çıkarmayı gerektirir. Ayrıca sosyal demokrasinin işbirliği yapmaktan çekinmediği Nazi yanlısı grupları da bir kenara not etmek önemlidir. Trajik görünse de dünyanın gelmiş geçmiş en büyük faşist diktatörlüğünün önünü açanın sosyal demokrasi olduğu unutulmamalıdır.

Tüm bunlara rağmen biz komünistlerin aklında Rosa Luxemburg’un ölümünden sadece bir gün önce yazdığı cümleleri akıldan çıkarmaması gerekir: “Devrim daha yarın olmadan, zincir şakırtıları içinden yeniden doğacaktır ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir! Vardım, Varım, Var olacağım!”