Lübnan: İçimdeki yangın

Lübnan: İçimdeki yangın

09-11-2019 10:51

Lübnan halkı 17 Ekim’de “Whatsapp görüşmelerine aylık 6 dolar vergi tasarısı” nedeniyle sokaklara inmiş, yolsuzluklardan, ekonomik krize bir dizi başlığa ilişkin itirazlarını çeşitli eylemlerle, sokaklarda yükseltmişti.

Alev Doğan

 

Lübnan asıllı Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’nün 2011 yapımı “İçimdeki Yangın” filmi, pek çokları açısından, Lübnan’ın iç savaşla sınanmış tarihinin en iyi anlatılarından bir tanesidir. İç savaşın ne menem bir şey olduğu, silinmesi imkansız ne büyük izler bıraktığı ancak yaşayanların anlayacağı kadar gerçekse de, filmde Simon’un Jeanne’a yönelttiği “Bir artı bir, bir eder mi?” sorusu bile işin ciddiyetini anlayabilmek için yeterdir. Kaldı ki, söz konusu her daim emperyalizmin müdahalesine açık olan Ortadoğu ise yaşanan her gelişme son derece ciddiyetle ele alınmayı hak edecek kadar yakıcı, somut ve gerçektir. İşbu yazının konusu olan Lübnan’daki son dönem gelişmelerde olduğu gibi.

Lübnan halkı sokaklarda

Bilindiği gibi Lübnan halkı 17 Ekim’de “Whatsapp görüşmelerine aylık 6 dolar vergi tasarısı” nedeniyle sokaklara inmiş, yolsuzluklardan, ekonomik krize bir dizi başlığa ilişkin itirazlarını çeşitli eylemlerle, sokaklarda yükseltmişti. Suud kuklası Başbakan Hariri’nin istifasına yol açan bu eylemlerin, sokağa inen kitlelerin taleplerinin, haklılığı konusunda kimsenin bir itirazı olmamakla beraber, Lübnan’ın kırılgan siyasi yapısı ve Hizbullah dolayısı ile Direniş Ekseni’ndeki rolü göz önünde bulundurulduğunda emperyalizmin ellerini ovuşturmaması mümkün değildi. Burada bir parantez açarak, bu halk hareketinin ABD’nin yönlendirmesi ile oluştuğunu iddia etmemekle beraber, ABD’nin Lübnan’ı “kendi başına” bırakmaya pek de hevesli olmadığı da kısa sürede ortaya çıkacaktı. Zira ABD, görevden vazife çıkartma işini Beyrut Büyükelçisi Elizabeth Richard’a verecek, Büyükelçi bu “sorumluluğu” siyasilere, medyaya ve iş adamlarına, Hizbullah ve müttefiklerini halk hareketini kullanarak kuşatmaya yönlendirmek için baskı uygulayarak yerine getirecekti.

Komünistlerin tavrı

Lübnan Komünist Partisi (LKP) ise bu süreçte tavrını 19 Ekim’de yayımladığı bildiri ile ortaya koyacak ve halk direnişinin selamlandığı açıklamada “Bu, ülkede kuzeyden güneye, Beyrut ve Bekaa Vadisi yoluyla dağları aşan, mezhepçiliği ve buna bağlı ilişkileri bir kenara bırakan, haklarına ve taleplerine sahip çıkan ulusal bir ayaklanmadır” denilecekti. LKP, 20 Ekim’de yayımladığı ikinci açıklamada ise eylemcilerin talebinin ek vergilerin geri çekilmesinden ibaret olmadığını, taleplerin iktidarın ve dayatılan ekonomik ve toplumsal politikalarının değişimini de içerdiğini belirtecekti. Siyasi sistemin yeniden düzenlenmesi gerektiği belirtilen açıklamada, bunun ilk olarak mevcut hükümetin istifa ederek ve belli görevleri yerine getirecek geçiş hükümetinin oluşturulmasıyla sağlanabileceği kaydedilecekti. Aynı açıklamada, kurulacak geçiş hükümetinden talep edilenler şöyle sıralanacaktı;

-Mezhepsel kısıtlamaların ortadan kaldırıldığı bir genel seçim,

-Halktan gasp edilen paraların iade edilmesi ve önceliği kârları, faizleri, kiraları ve sermayeyi vergilendirmek olan bir vergi sistemi,

-1992’den bu yana uygulanan, başta elektrik olmak üzere ülkenin altyapı ağını yok eden, işsizlik, yoksulluk ve beyin göçünü artıran ekonomi politikaları yerine alternatif bir ulusal ekonomi vizyonu geliştirme.

Nasrallah’tan çağrı

Protestoları ilk etapta “Dürüst, mezhepler üstü, kökleri bir parti ya da bir büyükelçilikte olmayan halk hareketi” olarak niteleyen Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ilerleyen günlerde hem sokakta olan Hizbullah tabanına hem de Lübnan halkına, protestoların Lübnan’ı kaos, çöküş ve iç savaşa sürükleyebileceği uyarısında bulunurken, protestoların popülaritesini kaybetmiş siyasetçiler tarafından istismar edildiğini savunacaktı. Nasrallah, “Biz ne cumhurbaşkanının düşüşünü ne de hükümetin istifasını kabul ediyoruz. Bu koşullar altında erken parlamento seçimlerini de kabul etmiyoruz” diyecek, ancak eylemlerin “eşsiz” ekonomik reformların yapılmasını sağladığını kaydedecekti. Eylemleri öven Nasrallah, ayrıca, Lübnan’ın şimdi yeni bir strateji geliştirmesi ve iktidar boşluğu tehlikesinden arınması gerektiğini vurgulayacaktı.

Hariri’nin istifası

Eylemler ikinci haftasını doldurduğunda ise, Başbakan Hariri ani bir gelişme ile istifasını sundu. Hatırlanacaktır, 2017’de Riyad’da rehin alınıp zorla istifa ettirildiğinde, Hizbullah Hariri’ye sahip çıkmış, Cumhurbaşkanı Avn ise istifayı kabul etmemişti. Ancak bu sefer süreç tersinden işleyecek ve Hariri’nin istifasına karşılık iktidar ortaklarından kimse kendisine “gitme, kal” demeyecekti.

Protestolarda istifası istenen bir başka isim olan Cumhurbaşkanı Avn ise, tabanını harekete geçirerek, Beyrut başta olmak üzere diğer bölgelerde, “Birlik Günü” eylemlerinin organize edilmesine el verecekti.

ABD ağzındaki baklayı çıkartıyor

ABD’nin sıradaki hedefi İran’a sopa sallamak konusunda her fırsatı değerlendirdiği ise herkesçe bilinen bir gerçek. Mesaisinin tamamına yakınını Twitter başında geçiren Trump’ın aksine bu sefer bu görevi ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo üstlenecekti. Bu yazının yazıldığı saatlerde Pompeo, Lübnan’daki krizden İran’ı sorumlu tuttuğu şu mesajı Twitter’dan yayımlayacaktı:

“Irak ve Lübnan halkı ülkelerini geri istiyor. İran rejiminin devrim adı altında ihraç ettiği tek şeyin yolsuzluk olduğunu görüyorlar. Irak ve Lübnan halkı kendi söylemlerini, Ali Hamaney’in dayatmasından kurtarmayı hakkediyor”

Sonuç yerine

Halkın haklı taleplerle sokağa çıktığı, ancak emperyalistlerin müdahale etmek için ellerini ovuşturduğu Lübnan’da eylemler neredeyse üçüncü haftasını geride bıraktı. ABD’nin başını çektiği emperyalist blok İran’a yönelik kuşatmada vites yükseltmek için görevden vazife çıkartmaya çalışadursun, yeni hükümetin henüz kurulmadığı Lübnan’da “bir artı birin kaç ettiğini” bekleyip göreceğiz.