Kürt hareketinin zikzakları: Ulusalcılık ne işbirlikçilikten ne de liberalizmden kurtarmıyor

Kürt hareketinin zikzakları: Ulusalcılık ne işbirlikçilikten ne de liberalizmden kurtarmıyor

06-01-2019 17:50

Kürt siyasi hareketinin yaklaşık son otuz yılda ortaya koyduğu siyaset performansı sürekli geriye giden ve gelinen nokta itibariyle sosyalist değerlerden neredeyse tamamen uzaklaşan bir sonucu gözler önüne seriyor. Kürt ulusalcılığının geldiği bu nokta, emperyalizm işbirlikçiliği ve liberalizm başlıklarında uzun süredir atılan adımların sonucu olarak görülmeli.

Neşe Deniz Babacan

Kürt siyasi hareketinin yaklaşık son otuz yılda ortaya koyduğu siyaset performansı sürekli geriye giden ve gelinen nokta itibariyle sosyalist değerlerden neredeyse tamamen uzaklaşan bir sonucu gözler önüne seriyor. Kürt ulusalcılığının geldiği bu nokta, emperyalizm işbirlikçiliği ve liberalizm başlıklarında uzun süredir atılan adımların sonucu olarak görülmeli.

Kürt siyasi hareketinin özellikle son on yılda ortaya çıkan yönelimlerini irdelerken öne çıkan iki başlık ile karşılaşıyoruz. Bunlardan bir tanesi liberalizm, diğeri ise emperyalizm işbirlikçiliği. Daha doğrusu bu yazının konusu iki konuya daha fazla odaklanacak. Benzeri şekilde siyasal İslam ile Kürt siyasi hareketinin ilişkisi ve özelde AKP iktidarı döneminde karşımıza çıkanlar ise daha kapsamlı değerlendirilmesi gereken bir başlık olarak görülmeli.

Geleneksel olarak devrimci demokrat çizgiden gelen Kürt hareketi, ulusal kurtuluş mücadelesini 2000’li yıllara taşırken, Kürt ulusalcılığının sosyalizm ile kurduğu bağlardan önemli oranda taviz vereceğinin sinyallerini vermekteydi. Doğal olarak komünistler ve devrimciler açısından, Kürt emekçilerinin sosyalizm mücadelesine taşınması ya da kapitalizme karşı mücadele bağlamında bir yere oturan Kürt siyasi dinamiği kendi içerisinde farklı kanatlar barındırsa da dikkate alınması ve yeri geldiğinde ittifaklar politikasında yer alması gereken bir özne durumundaydı.

Bahsettiğimiz dönüşüm açısından tek başına AKP iktidarı döneminde olup bitenleri ele almak yetersiz olacaktır. Ancak bu dönüşümün köşe taşlarını şu şekilde ifade edebiliriz.

Birincisi, Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin yükselişte olduğu ve Kürt emekçilerinin de sosyalist devrim hattı ile buluştuğu 1970’li yıllardan 12 Eylül sonrasında devreden Kürt siyasi çizgisi devletleşme hedefini önüne koyan, ulusal demokratik haklar için mücadele eden ve özünde devrimci demokrat bir hareket olmuştur.

İkincisi, nasıl ki 1917 Ekim Devrimi ulusların kurtuluş, özgürleşme ve işçi sınıfı iktidarlarının kurulması anlamına geldiyse, Sovyetler Birliği’nin çözülme süreci tam tersi yönde etki yaratmıştır. Bu tespit öncelikle doğal olarak Sovyetler Birliği çatısı altındaki ya da Doğu Avrupa’daki sosyalist devletler için geçerlidir. Bunların büyük bir çoğunluğunda burjuva iktidarları kurulmuş, liberalizm siyasete ağırlığını koymuş ve bu devletler emperyalizmin safına geçmiştir. Bununla beraber devletsiz uluslar ya da ulusal kimliği ön plana çıkan siyasi hareketler açısından ulus denklemi “küreselleşme çağı”nın emperyalizm lehine en önemli kaldıracı haline gelmiştir. Kürt siyasi hareketinin bu süreçten azade olduğunu söylemek imkansızdır.

Üçüncüsü, gerek Irak’taki Barzanici ya da Talabanici güçlerin gerekse PKK çizgisinin silahlı bir mücadele yürütüyor olması yukarıda bahsettiğimiz başlıklara kapalı olmaları anlamına gelmemektedir. Sosyalist devrimlerin yükselişte olmadığı bir dönemde devrimci demokrat hareketleri bekleyen son bugün Kürt hareketi için de güncellenmiş durumdadır.

Dördüncüsü, tam da bu nokta emperyalizmin 2000’li yıllarda devreye soktuğu politikalar ve özellikle Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmeler güncel anlamda karşımıza Kürt hareketinin geçirdiği başkalaşımız açıklamak için yeterli veriyi sunmaktadır. Bu açıdan devletleşme (özerklik, federasyon, statü arayışı gibi biçimleri de kapsayacak şekilde) arayışı emperyalizmle işbirliğinin adı, ulusal demokratik haklar için mücadele ise liberalizm ile buluşmanın yolu olarak güncellenmiştir.

Liberalizmin şafağı: Demokratik Cumhuriyet açılımı

Abartı sayılmazsa yaklaşık yirmi yıldır Türkiye’de liberalizmin ağır bir ideolojik tahakkümü altına giren Kürt siyasi hareketi açısından bunun en önemli politik kavşak noktalarından bir tanesi 1999 yılı itibariyle “Demokratik Cumhuriyet” tezinin ortaya atılması olmuştur.

Emperyalizmin başlattığı “küreselleşme çağı” söyleminin temel yönelimlerinden bir tanesi pratikte ulus devletlerin aşıldığına dair bir yaklaşımın propaganda edilmesiydi. Sosyalizm sonrası dünya için emperyalizmin çizdiği bir model olarak ortaya atılan bu söylem ve yönelimin ideolojik alandaki iki önemli saldırı noktası, işçi sınıfının toplumsal bir sınıf olarak tarihe karıştığı ve işçi sınıfı devrimleri ile birlikte ortaya çıkan ulus devletlerin de tarihe karışması gerektiğiydi. Buradan hareketle yaşananları, emperyalist saldırganlığın sonuçlarını biliyoruz.

Bu süreç aynı zamanda özellikle emperyalizmin hedefinde bulunan ülkelerde sağ ve sol liberallerin yükselişe geçmesi, sermaye iktidarlarının bunlara paralel bir pozisyona girmesi ve emperyalist politikaların her alanda propagandasının yükseltilmesi anlamına gelmiştir. Tam da bu noktada Kürt siyasi hareketi de modaya ve döneme uymuştur. 90’lı yıllar ile birlikte başlayan Avrupa Birlikçi sayılabilecek yönelimler ve beklentiler ulusal mücadelenin demokratizme endekslenmesi ile oldukça büyük bir yol kat etmiştir. Bunun mantıki sonucu ise, kendi ifadeleri ile “emperyalizmin bir komplosu” sayesinde Türkiye sermaye devletine teslim edilen Abdullah Öcalan’ın ağzından “Demokratik Cumhuriyet” açılımı olarak ortaya çıkmıştır. Kürt siyasi hareketinin tarihinde ve geçmişinde örneği çok olan tutsaklığın getirdiği direnme çizgisi bu örnekte yerini sermaye düzeni ve emperyalist yönelimler ile uzlaşmayı getirmiştir.

Emperyalizm işbirlikçiliğinin ideolojik ve siyasi köklerinde görülmesi gereken bu olgunun AKP iktidarı döneminde yükselişe geçen liberal çizgi ile her kritik noktada paralel bir noktada durması ise şaşırtıcı olarak görülmemeli. Bunun için kabaca Ergenekon ve Balyoz süreçlerine, AKP’nin Avrupa Birliği yönelimlerine, 2010 yılında yapılan Anayasa referandumuna ve AKP iktidarı eliyle başlatılan “çözüm sürecine” bakmak yeterlidir. Son dönemde yine HDP üzerinden Kürt siyasi hareketine biçilen misyon “Türkiyelileşme” olarak lanse edilmiş, bu süreçte Kürt hareketi tam boy liberal bir çizgiye yerleşmiştir. Türkiye’de Kürt emekçilerinin İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz rejime eklemlenmesinin yolu olan liberaller ile Kürt hareketinin ittifakı bugün AKP ile kavgalı bir pozisyonda da olsa, sermaye politikalarının lehine bir karakterde işlemektedir. Sonuçta tarihsel olan güncellenmiş durumdadır: Türkiye’de bugün sağ ve sol liberaller ile Kürt hareketi “Demokratik Cumhuriyet” için mücadele vermektedir.

Amerikancılığı uzakta aramaya gerek yok

Kürt ulusalcılığının pratikte emperyalizm ile buluşmasının adı elbette Suriye’de atılan adımlar ile döşenmedi. Ancak Kürt ulusallığında önemli yer tutan PKK çizgisinin açıktan Suriye’de emperyalizm ile yaptığı askeri, siyasi işbirliğinin önemli bir dönüm noktası olduğunu görmezden gelemeyiz.

İdeolojik ve siyasi olarak emperyalizm ile olan alışverişini liberaller üzerinden kuran Kürt hareketi yakın tarihte açıktan ilk defa Suriye zemininde emperyalist politikaların parçası haline gelmiştir. Bu durum yazının başında bahsettiğimiz ulusal kurtuluş mücadelelerinin emperyalizme mecbur hale kalmasıyla ve devrimci bir çıkış yapamamasıyla ilgili görülmelidir.

Dolayısıyla statü talebinden tutun, özerklik ya da federasyon gibi bağımsız devlete giden yolda birer kazanım olarak görülmeye çalışılan tüm başlıklar önce Irak’ta ABD işgalinin parçası, güncel olarak da Suriye’de emperyalist yönelimlerin bir temsilcisi olunmasının aracısı olmuştur. 2003’teki Irak işgali ile birlikte Kürt emekçilerine dönük başlatılan ideolojik saldırının sadece Barzaniciliğe hesap kesilerek tarihe havale edilmesinin ise meselenin esas boyutunu görmezden gelmek olduğu ifade etmekte fayda var. Irak işgali sayesinde Kürtlerin kurtulacağına dair olan inanç neredeyse Kürt ulusalcılığın tüm kanatlarında reel bir olguya dönüşmüş, bu durum Suriye’ye dönük emperyalist müdahale ile birlikte güncel bir karakter kazanmıştır. O dönem Kürt siyasi hareketi de Türkiye’de bir yandan “Demokratik Cumhuriyet” çizgisini yükseltirken, diğer yandan Irak işgaline kimi zaman sessiz destek vermiş ya da kimi örneklerde de ürkek bir şekilde desteklemiştir.

Dolayısıyla emperyalizmin Ortadoğu’daki politikalarına Kürt ulusalcılığından destek bulması yeni bir olgu olarak görülmemelidir. Bugünkü temel farklılaşma, Irak’ta işleyen denklem Suriye’de benzeri şekilde işlememiş olmasıdır. Öncelikle siyasal İslam’a yatırım yapan ve cihatçı örgütleri destekleyen emperyalizm bu başlıkta çıkmaza giren emperyalizmin kendine destekçi olarak bulduğu Kürt siyasi hareketi bu işbirliğinin statü kazanmak için yapıldığını iddia etmektedir. Ancak bölgede esas olarak “ABD’nin statüsünün” kırılmasının gerektiği bir dönemde atılan bu adım halkların (ve de ulusların) kurtuluş ve sosyalizm mücadelesinde büyük bir geri adım ya da sıçrama olarak görülmelidir.