Ekim’in penceresinden Cumhuriyet’e bakmak

Ekim’in penceresinden Cumhuriyet’e bakmak

26-10-2019 18:22

Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Mücadelesi başlamış ve ilk destek yine Sovyetlerden gelmişti. Sovyetler tarafından işgal altındaki Anadolu’ya gönderilen silah ve para yardımları Ankara Hükümeti’ne, dolayısıyla yeni kurulacak cumhuriyete can suyu olmuştu.

Gökmen KILIÇ

 

Cumhuriyet, bundan tam 96 yıl önce 29 Ekim 1923’te ilan edildi. Yüzlerce yıllık Osmanlı saltanatı tükenmiş, yerine yeni tipte, modern bir burjuva cumhuriyetin temelleri atılmıştı. Bu dönüşüm hiç de kolay olmamış, onlarca yıllık bir mücadelenin birikimiyle hayata geçebilmişti. Genç Cumhuriyet, hem imparatorluğun geri unsurlarıyla hem de sömürgeci, emperyalist devletlerin işgal planlarıyla mücadele etmişti.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla emekçiler açlığa ve ölüme mahkûm edilmiş, egemen güçler Osmanlı başta olmak üzere birçok ülkenin yeniden paylaşılmasına girişmişlerdi. Emperyalizmin saldırgan politikalarına ilk başkaldıranlarsa Bolşevikler olmuştu. Bolşevikler, Ekim Devrimi’yle birlikte emperyalist savaşa dur diyerek, halkların birbirine kırdırılmasına karşı çıkmışlardı. Genç Sovyet Cumhuriyeti halkların milliyetçi duygularla savaşmalarını ve emperyalizmin oyuncağı olmalarını istemiyor, en kestirme yoldan barışa gidilmesini öneriyordu.

Sovyetler yürüttüğü bu politikayla, işçi sınıfının iktidar mücadelesiyle sömürgeciliğe karşı direnen ulusların mücadelesini aynı noktada buluşturdu. Çarlık Rusya’sının hinterlandında bulunan çeşitli uluslar, Sovyetlerin varlığı ve desteği sayesinde birer birer bağımsızlıklarına kavuştular.

Birinci Dünya Savaşı’yla parçalanan Osmanlı’da da benzer bir mücadele yürütülüyordu. Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Mücadelesi başlamış ve ilk destek yine Sovyetlerden gelmişti. Sovyetler tarafından işgal altındaki Anadolu’ya gönderilen silah ve para yardımları Ankara Hükümeti’ne, dolayısıyla yeni kurulacak cumhuriyete can suyu olmuştu.

Bu durum, genç cumhuriyet kadrolarının Sovyetlere ve sosyalizme olan ilgisinin artmasına neden oldu. İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük içinde yıllarca bocalayan Osmanlı yönetici sınıfı, Sovyet iktidarını doğal müttefiki olarak görüyor ve ondan ilham alıyordu.

Öte yandan, Osmanlı’nın yönetici kadrolarının ve aydınlarının sosyalizmle ilişkisi pragmatik bir pozisyondan öteye gidemiyordu. Genç Osmanlı burjuvazisi, sınıfsal pozisyonu gereği tutarlı bir antiemperyalist çizgiye sahip değildi. Ancak egemen devletlerin kendilerine yaşam hakkı tanımaması, Kemalist kadrolarla Bolşevikleri zorunlu olarak yan yana getirdi. Bu birlikteliğin sınıfsal farklılığa dayanması ise ilişkinin inişli çıkışlı sürdürülmesine neden oldu. Tüm sınıfsal farklılıklara rağmen genç cumhuriyet ile genç Sovyet iktidarının birlikteliği özgün bir tarihsel kesitte buluştu ve cumhuriyetin kuruluşunu önemli derecede etkiledi.

Cumhuriyet öncesi Sovyet ilişkileri

Cumhuriyetin kuruluş öncesine dayanan ikili ilişkiler anlaşılır nedenlerle karşılıklı ihtiyaç ve menfaatlere dayanıyordu. Osmanlı yönetici sınıfı, Birinci Paylaşım Savaşı’nda ağır bir yenilgi alan İmparatorluğun parçalanmasını durdurmak için çareler ararken, başka bir coğrafyada Ekim Devrimi Çarlık Otokrasisini çoktan tarih sahnesinden silmişti. Devrimle birlikte Bolşeviklerin yürüttüğü barış politikası, İtilâf Devletleri’nin önemli bir üyesi olan Rusya’nın savaştan çekilmesi ve Osmanlı’nın Doğu cephesinde devam eden savaşın sona ermesi anlamına geliyordu.

1914’te başlayan Birinci Paylaşım Savaşı önemli kaynaklar ve geniş bir coğrafya üzerinde kurulu olan Osmanlı’nın hızla parçalanmasına yol açmıştı. Osmanlı Devleti zaten 1912 Balkan Savaşı’nda Batı’daki topraklarının önemli bir bölümünü yitirmişti. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte Osmanlı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da ağır yenilgiler alarak toprak yitirmeye devam etti.

Rus Çarlığı da 1904 Japon yenilgisinin şokunu atlatamadan Doğu’da ve Batı’da toprak kaybetmeye devam etti. Toprak ve nüfuz kaybını telafi etmek isteyen Çarlık Rusya’sı Birinci Paylaşım Savaşı’na İngiltere ve Fransa gibi egemen devletlerin oluşturduğu İtilâf Devletleri’nin yanında katıldı.

Her iki imparatorluk farklı ittifakların parçası olarak savaşa katılırken, Rusya’da Bolşevikler savaşa karşı barış taleplerini yükselterek savaşın emperyalist niteliğine vurgu yaptılar ve “emperyalist savaşı, iç savaşa çevirme” stratejisi ile Şubat 1917’de mevcut Çarlık rejimine son verdiler.

Şubat Devrimi ile birlikte Rus burjuvazisini temsil eden Kerenskiy Hükümeti ile İşçi ve emekçileri temsil eden Sovyetler ikili bir iktidar odağı olarak ortaya çıktı. Rusya işçi sınıfı ve Bolşevikler, Çarlık otokrasisinin çökmesi ile oluşan boşluğu burjuva hükümetlerin doldurmasına müsaade etmeden Ekim Devrimi’ni gerçekleştirerek tarihin ilk sosyalist işçi devletini kurdular.

Genç Türk burjuvazisinin ise imparatorluğu kurtarmaya dönük arayışları sonuçsuz kalırken, emperyalist işgal Anadolu’da gittikçe yayılıyordu. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti silah bırakarak tamamen teslim oldu. 2 Kasım’da Osmanlı’nın önde gelen yöneticileri; Enver, Talat ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçtılar. 13 Kasım’da Osmanlı’nın 465 yıllık başkenti olan İstanbul galip devletler tarafından işgal edildi.

Başkentte bunlar yaşanırken, 15 Mayıs 1919’da İngilizlerin desteği ile silahlandırılan Yunan ordusu İzmir’e çıkarak Anadolu’nun fiili işgalini başlattı. 16 Mart 1920’de Osmanlı’nın parlamentosu olan Meclis-i Mebusan işgal güçleri tarafından dağıtıldı ve yerine kukla bir meclis kuruldu. Meclisin dağıtılmasından sonra düşman askerleri Osmanlı Devletine ait resmi daireleri işgal etmeye başladı. 10 Ağustos 1920’de imzalan Sevr Antlaşması ile Osmanlı ağır yenilgi şartlarını tamamen kabul etmiş oldu.

Bu gelişmelerin ardından Osmanlı’da biçimsel olarak Rusya’dakine benzeyen ikili bir iktidar ortaya çıktı: Saltanatı temsil eden ve işgale seyirci kalan İstanbul Hükümeti ile işgale direniş ile yanıt verme kararı alan ve yeni tipte bir burjuva cumhuriyeti isteyen Ankara Hükümeti.

Ankara Hükümeti Mustafa Kemal öncülüğünde hazırlıklarını önceden tamamladığı Büyük Millet Meclisi’ni 23 Nisan 1920’de Ankara’da açarak, mevcut durumu kabul etmediğini ilan etti.

Bu sayede Osmanlı’nın yeni kurucu öznesi olma iddiasındaki Kemalist kadrolar ile Rusya’nın yeni işçi iktidarının temsilcisi olan Bolşeviklerin yolları tarihsel bir dönemde kesişmiş oldu.

Ankara Hükümeti ile ilk temas

Mustafa Kemal’in ve Osmanlı kurmaylarının 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmasından kısa bir süre sonra, ilk Türk-Sovyet görüşmesi Havza’da gerçekleşti. Mustafa Kemal ve Sovyet heyetinin başında bulunan Albay Semyon Budyonni’nin (kimi kaynaklarda Sovyet diplomat Polikarp Mdivani) görüşmesinde Sovyetler, işgalin sonlandırılması için silah, cephane ve para yardımında bulunmayı vaat ederek, Anadolu’daki direnişe destek vermek istediklerini belirtti. Emperyalizme karşı ortak bir mücadele öneren Sovyetler, Ankara Hükümeti’ne her türlü desteği verecekleri taahhüdünde bulundu.

Afyonkarahisar'da Mustafa Kemal Atatürk, Sovyet heyetiyle birlikte. Soldan sağa; Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanı Asım Gündüz, Batı Cephesi Komutanı Tümgeneral İsmet İnönü, Sovyet Rusya temsilcisi K.K. Zvonarev, Sovyet Rusya büyükelçisi Semyon Aralov, Azerbaycan Sovyet’i temsilcisi İbrahim Ebilov ve Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, (31 Mart 1922)

Afyonkarahisar’da Mustafa Kemal Atatürk, Sovyet heyetiyle birlikte. Soldan sağa; Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanı Asım Gündüz, Batı Cephesi Komutanı Tümgeneral İsmet İnönü, Sovyet Rusya temsilcisi K.K. Zvonarev, Sovyet Rusya büyükelçisi Semyon Aralov, Azerbaycan Sovyet’i temsilcisi İbrahim Ebilov ve Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, (31 Mart 1922)

Sovyetler ayrıca Batum’un bırakılması karşılığında Kars ve Ardahan’dan çekilerek Doğu Cephesi’ndeki savaşı sonlandırmak istediklerini belirtti. Sovyetlerin bu teklifi, Ankara Hükümeti’nin elindeki tek düzenli ordu olan Doğu Cephesi birliklerinin Batı’ya dönmesi anlamına geliyordu. Bu teklif Ankara Hükümeti için bulunmaz bir nimet olmuştu.

Ankara Hükümeti ve Sovyet Hükümeti varılan anlaşma sonucunda sırasıyla; Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920), Moskova Antlaşması (13 Mart 1921) ve ardından Kars Antlaşması’nı (13 Ekim 1921) imzalayarak savaşa son verdiler. Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta; antlaşmaların Osmanlı’yı temsilen Ankara Hükümeti ile yapılmış olmasıdır. Ankara Hükümeti ilk kez başka bir ülke tarafından Osmanlı’nın meşru hükümeti olarak tanınmış, Çarlık Rusya’sıyla imzalanmış olan eski antlaşmalar ise geçersiz sayılmıştı.

Kurtuluş Savaşı’nda Sovyet desteği

Sovyetler söz verdiği gibi Kars, Ardahan ve Batum’un da içinde bulunduğu topraklarda savaşı sona erdirilmiş, İttifak Devletleri ile imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasıyla birlikte savaştan çekilmişti. Çarlık Rusya’sının emperyalist ülkelerle imzaladığı gizli antlaşmaları da yayınlayan Sovyet iktidarı, emperyalizme karşı açıktan Osmanlı halkının yanında durmuştu.

Türk ve Sovyet heyetlerinin Havza’daki görüşmesiyle başlayan ilişkiler, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar artarak devam etti. Özellikle Kurtuluş Savaşı’na giden yolda Sovyetlerden alınacak silah ve para yardımı büyük önem taşıyordu.

1920 yılına gelindiğinde, Sovyetlerin Ankara Hükümetine yapmayı taahhüt ettiği silah ve cephane yardımına başlanmıştı. Bu malzemeler Rusya’nın Tuapse, Novrosisky ve Batum limanlarından alınıp Trabzon’a getirilerek Anadolu’daki direnişe gönderiliyordu.

Sovyetler tarafından gönderilen ilk yardım malzemeleri şu şekildeydi:

22 Eylül 1920’de bir motorla 184 adet tüfek, 192 kasatura ve 422 sandık cephane. 25 Eylül 1920 tarihinde, Salih Efendi’nin Hayrettin motoruyla 315 adet tüfek, 315 kasatura ve 299 sandık cephane. 27 Eylül 1920 tarihinde, Şükran motoruyla 191 adet tüfek, 191 kasatura ve 59 sandık cephane. 1 Ekim 1920 tarihinde, Harun Kaptan’ın Yıldız motoruyla 205 adet tüfek, 205 kasatura ve 30 sandık cephane. 4 Ekim 1920 tarihinde, Nazım Kaptan’ın Mebruke motoruyla 858 adet tüfek, 1108 kasatura ve 727 sandık cephane.

Sovyetlerin genç Cumhuriyet’e yardımları 1920-1922 yılları arasında düzenli olarak devam etti. Anadolu’ya gönderilen toplam yardımın, dönemin şartları içerisinde hiç de hafife alınmayacak miktarlarda olduğunu söylemeliyiz.

Türk ve Rus kaynaklarında ufak farklılıklar olsa da, Kurtuluş Savaşı süresince (1920-1922) Anadolu’ya gönderilen toplam yardım miktarı aşağı yukarı şu şekildedir:

Tüfek: 39.325, Tüfek Mermisi: 62.986.000, Top: 54, Top Mermisi: 147.079, 100 Atımlık Top Barutu, El Bombası: 4.000, Şarapnel mermisi: 4.000, Makineli Tüfek: 327, Gaz Maskesi: 20.000, Kılıç: 1.500, Altın: 200,6 kilogram (Erzurum, Eylül 1920), Altın Ruble: 10.000.000 (Nisan 1921’den, Mayıs 1922’ye kadar).

Bu yardımlara ilaveten 3 Ekim 1921’de Jivo ve Jutkoy adlı iki destroyer Bolşevikler tarafından Trabzon’da Ankara hükümetine hibe edilmiştir.

Cumhuriyetin ilk dönemi ve Sovyet ilişkileri

Ankara Hükümeti’nin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinden zaferle ayrılması aynı zamanda iktidarı ele geçirmesi anlamını taşıyordu. Zaferin ardından 1 Kasım 1922’de 600 yıllık Osmanlı Saltanatına son verildi. 17 Kasım’da Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin ve ailesi bir İngiliz zırhlısına binerek ülkeyi terk ettiler.

Askeri zaferin bir sonucu olarak 24 Temmuz 1923’te imzalan Lozan Antlaşması ise Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının tüm dünyada onaylanması anlamına geliyordu. Lozan’ın ardından, 29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edildi ve Osmanlı’ya ait eski devlet mekanizması köklü değişikliklere uğradı.

Cumhuriyet’in ilanıyla gerçekleşen reformlar Sovyetler tarafından ilerici adımlar olarak görüldü ve ikili ilişkiler koparılmadan devam etti. Ancak son tahlilde kurulan genç Türkiye Cumhuriyet’i bir burjuva cumhuriyetiydi ve tüm burjuva devrimlerdeki gibi sermaye sınıfının karakteri baskın hale gelmeye başlamıştı. Savaş yıllarında kurulan sıkı dostluk ilişkiler yerini diplomatik ve ekonomik alandaki çıkar ilişkilerine bırakmıştı.

Cumhuriyet kadroları işgal yıllarında dahi Batı kapitalizmi ile köklü bir kopuş yaşama niyeti taşımamışlardı. Batı’yla mücadele etmelerindeki temel motivasyon, Batı’ya kendilerini egemen bir ulus devlet olarak kabul ettirme çabasıydı.

Sovyet Mareşal Kliment Voroşilov ve Mustafa Kemal Atatürk 10. yıl kutlamalarında. (Ankara 29 Ekim 1933)

Sovyet Mareşal Kliment Voroşilov ve Mustafa Kemal Atatürk 10. yıl kutlamalarında. (Ankara 29 Ekim 1933)

İktidarı hedefleyen cumhuriyet kadrolarının ise Sovyetlerin uzattığı bu dost elini tutmaktan başka çaresi yoktu. Ancak sosyalizmin kısa zamanda popüler hale gelmesi ve Türkiye’de komünist hareketin emekçi sınıflar içerisinde kendisine alan bulması, genç Türkiye burjuvazisi tarafından korkuyla izlendi. Aynı yıllarda Bakü’de TKP’nin kurulması da bu korkuyu daha fazla arttırdı ve realize etti.Sovyetler bu gerçekten epeydir haberdardı ve cumhuriyet kadrolarının sosyalizmle yatkınlığının dönemsel ihtiyaçların ürünü olduğunu biliyorlardı. Bu gerçekliğe rağmen Doğu Halkları Kurultayı’nın (1-7 Eylül 1920) aldığı karara uyarak Osmanlı’nın ilerici güçleri ile yardımlaşma içerisinde olmaya devam ettiler. Amaçları; Osmanlı’daki bağımsızlık yanlısı kadrolara cesaret vererek emperyalist güçlerin yenilmesini sağlamaktı.

Komünizm gerçeği özellikle Lozan görüşmelerinde Batı ile ilişkileri düzeltmek isteyen Cumhuriyet kadroları için yeni fırsatlar sunuyordu. Avrupa’nın da hissettiği “komünizm tehdidi” ilişkileri yeniden tesis etmek için iyi bir fikirdi ve genç Türkiye burjuvazi ilk fırsatta sınıfsal gerçekliğine dönüş yaparak kendi yolunda ilerlemeyi tercih edecekti.

Ekim Devrimi ve Sovyetler olmasaydı…

Tarihe olasılıklar üzerinden bakmak metodolojik olarak doğru kabul edilemez. Tarihsel bir olgunun olması ya da olmaması üzerinden tarihe bakmak ve yorumlamak, tarihin düz bir doğrultuda ilerlediğini sanmak olurdu. Bu metodolojiye sadık kalmaya çalışarak yine de şunların söylenebileceğini düşünüyoruz:

Ekim Devrimi ya da Sovyetler olmasaydı; Türkiye yine varlığını sürdürebilirdi lakin emperyalizme karşı egemenliğini sağlamak bakımından eli çok daha zayıflamış olurdu.

Ekim Devrimi’nin itici gücü ve desteği olmasaydı; 1923 Cumhuriyeti hem askeri bakımdan hem de diplomatik olarak kuruluş aşamasındaki başarısını bu denli sağlayamazdı.

Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında, Sovyetlerin olmadığı bir ağır sanayinin nasıl oluşacağı büyük bir soru işareti olarak kalırdı. Sovyet mühendisliğinin ve finansal desteğinin olmadığı bir durumda bugün özelleştirmelerle kapitalizme peşkeş çekilen; Makine Kimya’nın, TÜPRAŞ’ın, İSDEMİR’in, Sümerbank’ın, Aliağa’nın, cam fabrikalarının, madenlerin, limanların olmayacağını bilmemiz gerekir.

Sovyetler olmadan; Devlet Planlama Teşkilatı’nın, beş yıllık kalkınma planlarının, kamuculuğun nasıl var olacağı cevap beklemektedir.

Çocuk Esirgeme Kurumu, Sosyal Güvenlik Kurumu, eğitim sistemine getirilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi örnekler bu kadar hızlı hayata geçebilir miydi?

Köy Enstitüleri ve Halkevleri’nin arkasındaki Aydınlanmacı anlayış Sovyetler olmadan da gelişebilir miydi?

Eisenstein, Pudovkin, Dovçenko, Vertov ve Kuleşov gibi Sovyet sinemacılar olmasaydı, Türk tiyatro ve sineması o yıllarda, bir Muhsin Ertuğrul ya da Neyyire Neyir ortaya çıkarabilir miydi?

Haksızlık etmeyelim ama Sovyetlerin büyük şairi Mayakovski olmasaydı komünist şairimiz Nazım Hikmet “putları” bu kadar kolay kırabilir miydi?

Daha sayacağımız birçok başlık için aynı soruları sorabiliriz. Kısacası genç Cumhuriyet’in yelkenleri Ekim’in devrimci rüzgârıyla dolmuştu ve iyi ki de dolmuştu diyoruz.