Çok kutuplu dünyaya geçiş

Çok kutuplu dünyaya geçiş

27-01-2019 10:07

Yaklaşık son 140 yıl içinde kapitalist sistem süreleri ve çapları bakımından çok etkili üç kriz yaşadı. 1873 krizini Birinci Dünya Savaşı (1914-1918); 1929 bunalımını İkinci Dünya Savaşı (1939-1946) izledi. Etkileri bugün dahi tam olarak atlatılamamış 2008 krizini ise Ortadoğu’nun bir savaş alanına dönüşmesi takip etti.

Hakan Yurdakan

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra gündeme getirilen “küreselleşme” kavramı ile sermayenin ulusal ya da uluslararası hiçbir engelle karşılaşmadan serbestçe dolaşacağı bir dünya ifade ediliyordu.

İşçi sınıfının tüm kazanımlarına topyekun saldırıyı hedefleyen neo-liberal politikaların bir anlamda ideolojik kılıfı şeklini alan küreselleşme ile kapitalist sistemin artık krizsiz, refahın ve barışın egemen olacağı dünya yaratacağı ve sınıflar mücadelesi ile birlikte tarihin de sonu ilan ediliyordu.

Ancak 2008 krizi ile küreselleşme anlayışı kapitalist sistem içinden dahi sorgulanmaya başlandı. Bugünlerde ise neo-liberal politikaların ve küreselleşmenin en önemli mimarı olan ABD’nin başkanı tarafından bu kez “küreselleşmenin sonu” ilan edilir hale gelinmiştir.

Kapitalizm krizsiz ve rekabet olmadan yaşayamaz. Kriz kapitalizmin nesnel yasalarının bir sonucu, rekabet ise bir tercih değil zorunluluktur.

Ticaret savaşları

2018 yılında ABD tarafından tetiklenen ve “ticaret savaşları” olarak adlandırılan süreç, ABD’nin Mart 2018’de ithal çeliğe %25, alüminyuma %10 ek gümrük vergisi getirmesiyle başladı. Haziran 2018’de AB ülkeleriyle birlikte Kanada, Meksika ve Kore’de bu uygulamaya dâhil edildi. Çin misilleme olarak Nisan 2018’de ABD menşeli 128 ürüne %15-25 arasında değişen tarifeler getirdi. ABD bu kez Temmuz 2018’de Çin’den ithal edilen 34 milyar dolar tutarındaki 800’den fazla ürüne %25 ek gümrük vergisi koyarak çıtayı yükseltti. Çin, ABD’den ithal edilen ürünlere benzer tutarda ve oranda gümrük vergisi getirerek karşılık verdi.

Çin Komünist Partisi’nin, başta ABD olmak üzere emperyalist güçler tarafından kurulan ve onların egemenliğinde olan Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) ABD’yi şikâyet etmesi ve korumacılık önlemlerinin bir soğuk savaş zihniyeti olduğunu ileri sürmesi dikkat çekmektedir. Öte yandan dünya kapitalist sisteminin tepesindeki ABD’nin korumacı ekonomik eğilimlere girerken, uzun dönem kapalı bir ekonomik yapıyı sürdüren Çin’in ise serbest ticareti savunur hale gelmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.

Bu yaşananlar, tabi ki, “ağzından çıkanı kulağı duymayan”, “dengesiz” gibi tanımlamalarla anılan Trump’ın kişisel bir tercihi değildir. ABD tarafından “ulusal güvenlik” seviyesinde yürütülen ticaret savaşları, Amerikan sermayesinin, tekellerinin sermaye birikimi çerçevesindeki ihtiyaçlarıyla ilgilidir.

Ancak, Çin’de yatırımları olan bazı Amerikan tekellerinin (IBM, General Motors gibi) bulunduğu ve yine ABD’nin ek gümrük vergisi getirdiği Çin’den ithal edilen ürünlerin bir kısmının Çin’de üretim yapan Amerikan tekellerine ait olduğu da bir çelişki anlamında dikkate alınmalıdır.

Son durum, 2018 Aralık başında sonuçlanan G20 Zirvesi’nde tarafların ek gümrük vergisi getirilmemesi şeklinde 90 günlük geçici bir anlaşmaya vardıkları yönündedir.

Korumacılık önlemleri ve gümrük duvarlarının yükseltilmesi, kapitalist sistemde ilk kez karşılaşılan bir durum değildir. Sistemin ekonomik olarak genişlediği dönemlerde veya sermayesinin rekabet edebilme kapasitesi görece yüksek olan kapitalist devletlerce serbest ticaret ve gümrük duvarlarının kaldırılması talep edilirken; sistemin daraldığı kriz dönemlerinde veya sermayesinin (kendi tekellerinin) rekabet gücü düşmüş ya da düşmekte olan kapitalist devletlerde de korumacı eğilimler ve gümrük duvarlarının yükseltilmesi ağır basmıştır.

Dünya kapitalist sisteminin en güçlü ülkesi konumundayken İngiltere, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesini ve gümrük duvarlarının kaldırılmasını talep etmekteydi. Ancak ABD, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin dünya pazarında etkin olmaya başlamasıyla birlikte korumacılık eğilimi öne çıkmıştır.

Yine örneğin ABD, hem 1929 krizi sırasında ve hem de Birinci Dünya Savaşı sonrasında bir süre gümrük duvarlarını yüksek tutarak, kendi sermayesini korumayı amaçlamıştır. Ancak kapitalist-emperyalist sistemde hegemonyasını sağladıktan ve rekabet gücünü eline geçirdikten sonra serbest ticareti savunmuş ve gümrük duvarlarının kaldırılmasını dayatmıştır.

Ekonomik veriler

ABD’nin korumacılık eğilimine girmesinin arkasında yatan bazı ekonomik verilere göz atıldığında; ABD’nin dünyanın halen en büyük ekonomisine sahip olmakla birlikte ekonomik gücünü hızla yitirmekte olduğu görülmektedir.

2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) alınan Çin emperyalist-kapitalist sisteme entegre edilmiş ve ucuz emek-gücüne dayanan ürünleri dünya pazarının her yerine yayılmıştır.

Öte yandan uzun çalışma saatleri ve 800 milyon ucuz-işgücü, Çin’i “dünyanın atölyesi” haline getirmiş, birçok emperyalist tekelin doğrudan yatırımlarının hedefi yapmıştır.

1900-1980 arasında dünyadaki mal ve hizmet üretiminin %70-80’i Avrupa ve Amerika’da yoğunlaşmıştı. 1970-80 yıllarından bu yana bu oran düzenli olarak azaldı. 2010 yılında tam olarak %50’ye indi. (1)

Gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) dünya toplamına oranı, 1950-2013 arasında ABD’de %27,3’ten %16,5 seviyesine düşerken, Çin’de %4,6’dan %15,8 düzeyine yükselmiştir. (2)

1990-2000 döneminde, dünya ekonomik büyümesine ABD’nin katkısı %24, AB ve Çin’in katkısı %18, Hindistan’ın katkısı ise %7 seviyesindeydi. 2003-2013 döneminde bu oranlar; Çin %31, Hindistan %11, ABD %8 ve AB %6 olarak gerçekleşmiştir. (3)

1948-2005 yılları arasında; ABD’nin dünya ihracatındaki payı %21,7’den %8,9 seviyesine gerilerken, ithalat içindeki payı artmıştır (%13’den %16,5 oranına).

AB’nin ise dünya ihracatı ve ithalatı içindeki payları birlikte artarak, %39 seviyesine yükselmiştir. Çin’in %1 dolayında olan ihracat ve ithalat payları, sırasıyla %7,5 ve %6,3 seviyesine çıkmıştır. (4)

1960-70’lerde ABD’de %30 civarında olan sermaye birikim oranı (kapitalistlerin karlarının sermaye yatırımlarına ayırdığı bölüm), 1990’larda %20’ye, 2004-2013 döneminde ise %13 seviyesine gerilemişti. Çin’de birikim oranı ise 1990-2005 arasında ortalama %40 iken, 2006-2008 döneminde %50, 2012’de %69’a yükselmiştir. (5)

ABD’nin son otuz yıldır artan dış açığı, gayri safi yurtiçi hasılanın %7’sine, net borçları ise %25’i düzeyine yükselmiştir.

2018 yılı verilerine göre Çin’in toplam ihracatı 2,3 trilyon dolar, ABD’nin 1,5 trilyon dolar seviyesinde gerçekleşmiştir. Çin 303 milyar dolar dış ticaret fazlası, ABD ise 862 milyar dolar dış ticaret açığı vermiştir.

ABD’nin dış ticaret açığının %40’ı (323,3 milyar dolar) Çin ile yapmış olduğu ticaretten kaynaklanmaktadır.

Sonuç ve olasılıklar

Korumacı önlemler alan ABD’nin amacı; Amerikan tekellerinin çıkarlarını korumak, ülke içinde üretimi artırarak işsizliği kontrol altında tutmak, dış ticaret açığını azaltmak ve rakip emperyalist ve bölgesel güçlerin elini zayıflatmaktır. Bunu şimdilik, “dünyanın en büyük alıcısı” olma avantajını kullanarak yapmaktadır.

Korumacı önlemlerin dünyada yayılması durumunda, büyük olasılıkla aşağıdaki etkileri olacaktır.

  • Dünya ekonomisinde bir daralma
  • Ticari savaşın bütün taraflarında üretim girdi maliyetlerindeki artışa bağlı kar oranlarında bir düşüş
  • Ya da fiyatlar genel seviyesinde bir yükseliş
  • Silahlanma yatırımlarında artış
  • Milliyetçi akımların yükselmesi

Bunların dışında, başlamış olan bir eğilimin güçlenmesi de beklenebilir. Bu eğilim; “bölgesel ticari birlikler” ya da “bölgesel anlaşmalar” olup, kapitalist-emperyalist sistemin tek kutupludan, çok kutuplu dünyaya geçeceğinin göstergesidir.

Aşağıda başlamış olan birkaç örnek verilmiştir.

  • Çin’in “Tek Kuşak Tek Yol” projesi ve “Asya Altyapı Kalkınma Bankası (AIIB)” girişimi
  • Rusya ile Çin’in öncülüğünde ve Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın katılımıyla 2002 yılında kurulan “Şanghay İşbirliği Örgütü”
  • AB ile Japonya arasında Temmuz2018’de imzalanan serbest ticaret anlaşması

Yaklaşık son 140 yıl içinde kapitalist sistem süreleri ve çapları bakımından çok etkili üç kriz yaşadı. 1873 krizini Birinci Dünya Savaşı (1914-1918); 1929 bunalımını İkinci Dünya Savaşı (1939-1946) izledi. Etkileri bugün dahi tam olarak atlatılamamış 2008 krizini ise Ortadoğu’nun bir savaş alanına dönüşmesi takip etti.

Kapitalist-emperyalist sistem krizsiz ve savaşsız var olamaz.İnsanlığın her zamankinden çok daha fazla sosyalizme ihtiyacı var.

(1) T.Piketty, Kapital, T.İş Bankası Yayınları, sayfa:65

(2) Minqili, Çin ve 21. Yüzyıl Krizi, Yazılama Yayınevi, sayfa: 95,106

(3) Minqili, Çin ve 21. Yüzyıl Krizi, Yazılama Yayınevi, sayfa: 11

(4) R.Brenner – M.Pröbsting, Marksist Kriz Teorisi ve Kredi Krizi, Yordam Kitap,   sayfa: 103

(5) Minqili, Çin ve 21. Yüzyıl Krizi, Yazılama Yayınevi, sayfa: 118-119