Barış Pınarı Harekatı ve İsrail’in sessizliği

Barış Pınarı Harekatı ve İsrail’in sessizliği

23-10-2019 07:05

İsrail’in olanca saldırganlığı yetmezmiş gibi, Mart ayında ABD Başkanı Donald Trump’ın, işgal altındaki Suriye toprakları olan Golan Tepeleri'ndeki İsrail egemenliğini resmen tanıması İsrail’in arsızlığını iyice pekiştirdi.

Alev Doğan

 

2011’de ABD’nin başını çektiği emperyalist blok tarafından başlatılan Suriye müdahalesinin amaçlarından birinin İsrail’in ‘güvenliği’ni sağlamak olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçek. Siyasal İslamcı bir iktidarın Suriye’de başa geçirilmesi, bu becerilemeyince cihatçı çetelerin devreye sokulması ve sonunda da Suriye’nin bölünmesine yönelik adımlara başvurulması olarak özetlenebilecek bu 8 yıllık sürecin perde arkasındaki önemli aktörlerinden birinin Siyonist İsrail yönetimi olduğunu da ekleyerek elbette…

“Barış Pınarı Harekatı” sonrasında İsrail büründüğü sessizliğe yazının devamında yer vereceğiz ama önce Siyonistlerin bu süreçte kimlerin değirmenine nasıl su taşıdığını hatırlayalım.

İsrail’den cihatçı çetelere destek

İsrail’in, Suriye’de savaşan cihatçı militanlar ile dirsek temasından çok daha ötesine geçen ilişkisi BM Ateşkes Gözlem Misyonu’nun (UNDOF) periyodik raporları ile gün yüzüne çıkmıştı.

10 Haziran 2014 tarihinde UNDOF tarafından yayımlanan rapora göre Golan’daki İsrailli askerler ile cihatçı militanların sıklıkla temas halinde olduğu, militanların yaralılarını İsrail’in kontrolündeki tarafa taşıdığı, İsrail askerlerinin militanlara mühimmat ve iletişim aygıtları verdiği belirtilmişti.

UNDOF’un raporlarında sıklıkla yer alan başlıklardan bir diğeri ise cihatçı militanların, İsrail’de tedavi altına alındığı gerçeği idi ki; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne sunulan bu raporlar Kaide ile İsrail arasındaki iş birliğini açıkça ortaya koyuyordu. Kaldı ki cihatçı militanlar İsrail’den gördükleri desteği saklamakta beis görmüyorlardı.

Al-Monitor yazarı Halid Atallah’a konuşan bir cihatçı, İsrail ile militanlar arasındaki alışverişi şöyle anlatıyordu:

“Kuneytra’nın alınmasıyla sonuçlan taarruzun öncesinde Nusra Cephesi liderlerinden Ebu Darda ile İsrail ordusu arasında saldırıya hazırlık babında temaslar ve koordinasyon oldu. Çatışmaya kısmen katılan bir ÖSO komutanına göre İsrail askerleri, sınır bölgesinin haritalarını ve Suriye ordusunun güneydeki stratejik noktalarının yerlerini Ebu Darda’ya iletti. İsyancıların Nusra Cephesi önderliğinde Kuneytra sınır kapısına taarruzu İsrail ordusu ile Ebu Darda üzerinden sağlanan koordinasyonla gerçekleşti. Çatışmalar esnasında İsrailliler bir dizi rejim noktasını yoğun bombardımana tuttu, savaşçıların ilerleyişini engellemeye çalışan bir savaş uçağını düşürdü, başka uçaklara da ateş açtı.”

İsrail’in bu desteği, İsrail medyasında da sıklıkla yer buluyordu. Ağustos 2014’te Times of Israil, ÖSO’ya bağlı  Harameyn Tugayı’nın komutanı Şerif el Safuri’nin İsrail’le tıbbi ve askeri yardımlarına karşılık İsrail’le işbirliği yaptığını yazmıştı. Keza Safuri, 22 Temmuz 2014’te sınırda Nusra’nın eline geçtikten sonra bu örgütün kurduğu Dera Şeriat Mahkemesi’ne ifade vermiş, internete yüklenen video kaydında Safuri, İsrailli askeri yetkililerle görüşmek için 5 kez İsrail’e gittiğini, kendisine telefon, ilaç, giysi, 30 tüfek, 10 RPG, 47 roket, 5.56 mm’lik 48 bin mermi verildiğini anlatmıştı.

İsrail medyasında yer alan bir başka haber ise, İsrail’in Golan’da militanlar için kamp kurduğu yönünde idi. İsrailli gazeteci Richard Silverstein’in 7 Aralık 2014’te aktardığı bilgilere göre İsrail, Golan’da ateşkes hattının 300 metre ötesinde 70 ailenin kalabileceği bir kamp kurmuş, Suriye yönetimi, bölgedeki ateşkesi gözetlemekten sorumlu olan UNDOF’a kampın askeri amaçlar için kullanıldığına dair şikayette bulunmuştu.

İsrail arsızlığı

İsrail ve cihatçılar arasından iş birliğinin somutlandığı irili ufaklı yüzlerce örneğin yanı sıra, İsrail ordusu ‘güvenlik’ bahanesi ile Suriye’ye sayısız saldırıda bulundu.

2019 başında emekliye ayrılan Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot, 11 Ocak’ta New York Times’a verdiği demeçte son iki yılda Suriye’de en az 2 bin hedefi vurduklarını söyleyecek, 13 Ocak’ta Başbakan Benyamin Netanyahu, 11 Ocak’ta Şam’da belli yerleri hedef alan saldırıları açıkça üstlenecekti.

İsrail’in olanca saldırganlığı yetmezmiş gibi, Mart ayında ABD Başkanı Donald Trump’ın, işgal altındaki Suriye toprakları olan Golan Tepeleri’ndeki İsrail egemenliğini resmen tanıması İsrail’in arsızlığını iyice pekiştirdi.

Barış Pınarı Harekatı ve İsrail

Portföyünde, cihatçı çetelere yardım, Suriye’ye düzenlenen periyodik hava saldırıları, Golan’ın işgalini meşrulaştırma gibi icraatlar bulunan Siyonist İsrail yönetiminin, Suriye’nin bölünmesi ile sonuçlanacak her türlü çabanın içerisinde olduğu ve buna örtülü ya da açık bir biçimde destek verdiği ya da vereceği herkesin malumu. ABD’nin gerek AKP iktidarı gerekse Kürt siyasi hareketi eliyle Suriye’nin kuzeyine yerleşme çabaları ise İsrail tarafından “ilgiyle” takip edilen gelişmeler. Sanıyoruz bu “gelişmeler” arasında son günlerde en çok öne çıkanı ise AKP’nin “ABD’ye rağmen” yapıldığını iddia ettiği ama  yapılan ateşkes anlaşması ile “ABD için” yapıldığı tescillenen Barış Pınarı Harekatı. İsrail’in gerek Türkiye ile gerekse Suriye’nin kuzeyindeki ABD destekli Kürt yönetimi arasındaki sıcak ilişkileri “zedelememek” adına “sessizlikle” geçiştirdiği bu harekatın sonuçları ile İsrail’i son derece memnun ettiğinden kimsenin şüphesi yok.

Sonuç yerine

Harekat boyunca Başbakan Netanyahu’nun attığı “İsrail, Türkiye’nin Suriye’deki Kürt bölgelerine yönelik işgalini şiddetle kınıyor ve Kürtlerin Türkiye ve vekilleri tarafından etnik temizliğine karşı uyarıda bulunuyor. İsrail, cesur Kürt halkına insani yardımı sürdürmeye hazırdır.” içerikli tweetini saymazsak resmi bir açıklama yapmayan İsrail’in, Türkiye’nin Suriye ile diyalog geliştirmek yerine ABD ile masaya oturması kendi “çıkarları” için de oldukça anlamlı. Zira ABD’nin Suriye’deki varlığının tescillendiği bu anlaşma, Suriye’nin korumak konusunda ısrarcı ve haklı olduğu toprak bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehdit, İsrail içinse bir güvence.