Babacan ve Davutoğlu, AKP iktidarının sonunu getirir mi?

Babacan ve Davutoğlu, AKP iktidarının sonunu getirir mi?

14-09-2019 07:45

‘Yeni’nin albenisi ile siyaset tablosuna girecek ekipler bir raddeden sonra; gericiliğin toplumda yarattığı gerilim, çubuğun milliyetçiliğe fazlaca büküldüğü bir süreçte çözüm süreci, tekelleşmenin ve israfın yoksullukla atbaşı gittiği bir dönemeçte kamu ve sosyal adalet, demokrasi ve özgürlük başlıklarında yargı bağımsızlığı konuları ile yüzleşeceklerdir.

Nevzat Kalenderoğlu

 

AKP’de ekonomiden sorumlu Bakanlık ve Başbakan yardımcılığı yapmış bir isim olan Ali Babacan, tarih de vererek artık partileşme sürecine girdiklerini kamuoyuna birinci ağızdan açıkladı. Özgürlük, adalet, ekonomik kalkınma… Avrupa Birliği reformları ve dış politikada ittifaklarla yeniden entegrasyon… Başkanlık sisteminin sorunları… Eski Başbakan Davutoğlu da aynı saiklerle ve onunla aynı dönemde ‘Manifesto’ ile yeniden giriş yapmıştı siyaset sahnesine.

İki özne (ve çeperleri) de kafalarını kaldırmak için AKP’nin vites düşürdüğü, kamuoyunda ‘başarısız’ addedildiği, Erdoğan’ın ‘tökezlediği’ bir momenti beklediler. Görevden alınma, istifa veya partiden ihraç meselelerindeki özel ilişkileri, bu ikili ilişkilerindeki haklı-haksız kavgaları biz sosyalistleri zerre ilgilendirmese de sabırla beklemelerini hangi sur üflemesiyle bozdukları siyasetin önemli bir konusu.

Ekonomik krizin iktidarı sıkıştırdığı / sıkıştıracağı koşullarda, ‘ekonomi alimi’ ve dolayısıyla ‘kurtarıcı’ olarak sunulan eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan gibi; her seçimde küstürülen ve fatura kesilen ‘eski’ örgüt yöneticilerinden veya AKP’nin ‘yeni kadro’larıyla yaşanan halef-selef çatışmasından beslenen Ahmet Davutoğlu da ‘vakit bu vakittir’ diyerek eş zamanlı yola çıktılar.

Bu Pusula dosyamızda her iki gruba da ayrı parantezler açılacağından bu girizgahla bırakmak yerinde olacaktır. Akıllardaki asıl mesele “bu iki hamle AKP’nin yoluna taş koyacak mı?” sorusudur. Ve Erdoğan’ın İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç’a göre iktidar olamasalar da alacakları yüzdelik oylar AKP’yi zora sokacak; zira Türk tipi Başkanlık Sistemi’nde iş, oy dilimindeki en büyük payı almak değil, koalisyonlarla (ittifaklarla) %50+1‘i tutturmakta ve iki girişim de bu anlamda partiye büyük zarar verecektir.

İki grup da çok önceden erketeye yatmış, bekleme hallerine ise siyaseten ‘ikna edilme’ tabiri yakıştırarak ‘fırsatçılık’ yapmadıklarına ikna etmeye çalışıyor. İki girişim de ‘danışma kurulları’ ile bir ekibe, kadro toplamına işaret ediyor. Söylenen o ki, bu danışma kurullarındaki tartışmaların olgunlaşması neticesinde ‘partileşme’ girişimi adımı atılıyor. Bir yandan AKP’nin kuruluşundaki ‘ortak davaya baş koymuş kadro’ işareti yapılırken; diğer yandan Erdoğan’ın ‘tek adam’ statüsüne veya yönetici çeperin onun ailesine, damadına kadar daraltıldığına işaret ediliyor.

Siyasi, ekonomik, örgütsel mekanizmanın ve yönetimin Erdoğan, damat ve evlatlar özelinde toplandığı bu daralmanın parti içinde huzursuzluk yaratmış olduğu bir gerçek. Erdoğan’ın bile kabine değişikliğine zorlanması, tekleşmenin artık sır olmadığının bir göstergesi iken; daha önemli yanı, ilgili daralmanın yarattığı ekonomi, sermaye, bürokrasi başlıklarında ortaya çıkan ‘hep bana’ durumunun artık sürdürülebilir olmadığı yargısını güçlenmesi. Örneğin son yerel seçimler sürecinde ortaya dökülen verilerle birlikte, İstanbul AKP teşkilatının Büyükşehir Belediyesi AKP’de iken arşa ermiş aslan payını düşününce, tabanın “pasta da pastaymış” dememesi içten bile değil.

‘Yeni Parti’ler AKP’den ne koparır?

Gül’ün pek çok kez post-AKP vizyonunda adının geçtiği, iddiaların kendisi tarafından yalanlanmadığı; ancak bir türlü ‘cesaretini toplayamadığı’ da bir gerçekti. Bu kez kontrolcü Gül, gölge desteğini Babacan’a sunarak ‘eski Cumhurbaşkanı’ kimliğini de ‘muhalif’ duruşunu da koruyacak görünüşe göre.

Ali Babacan’ın yanındaki diğer önemli isim Beşir Atalay; ki ‘küstürülmüş’ teşkilata fazla hâkim olması ‘şimdiki kadrolarda’ huzursuzluk yaratmış ve yolların ayrılmasını hızlandırmıştı. AKP’nin kuruluşundaki ekip ruhuna, ‘Erdemliler Hareketi’ ve kendi liderliği üzerinden kolektivizme sürekli atıfta bulunan Atalay, küskün kadroları toparlama yeteneğine haiz en ‘muhalif’ isim olarak işaret ediliyor. Araştırma şirketi yöneticiliği de yeni ekibin tabanı ikna başlıklarını seçmesi sürecinde fazlaca ipucu verecektir.

Haşim Kılıç, Nihat Ergün, Sadullah Ergin, Mehmet Şimşek gibi isimlerin geçmişteki bürokratik güçlerinin dışında ne kadar kadro tuttuğu, kamuoyunda etkilerinin ne olacağı, teşkilatları ne kadar koparacağı muamma. Keza ‘yeni’ vurgusu yapılırken bu tanıdık figürlerle siyaset ve bürokrasi çevresi dışından seçilecek isimlerin harmanlanacağı ve kamuoyuna ‘yeni’ diye sunulacağı kulislerde dillendiriliyor.

Cin fikirler ve projeler bir yana, Erdoğan AKP’sinin 18. yılında en fazla ‘otokrasi’ ile ‘ekonomi’ başlıklarında sıkıştı(rıldı)ğı bir gerçek. Dolayısıyla hem Babacan hem Davutoğlu ekibinin AKP’nin kuruluş ilkelerini hatırlatarak, demokrasi vurgusu yapması, ekonomi yönetimini hedef alarak, kadrolarını böyle belirlemesi ve propaganda etmesi normal. Özgürlük, yargı bağımsızlığı toplumda genel kabul görmüş sorunlar iken iki grup da Başkanlık sistemini eleştiri yağmuruna tutuyor. Bununla birlikte, iki cenahın da en sivri oklarını Berat Albayrak’a yönelttiği bir konjonktürde Erdoğan’ın “verip kurtulma” ihtimali daha yüksek sesle dillendiriliyor.

Bu hamlelerin taraflar arasındaki rövanş kavgasının ilk raundu olduğu bilinmeli. AKP’nin sıkışma başlıklarının kamuoyunda pek görünmeyen yanı ise, ABD ile ilişkilerde yaşadığı sıkışma, Ortadoğu’daki durum, Kürt meselesi, ideolojik olarak ‘siyasal islam’ misyonunun revizyonu gibi köklü sorunlardan oluşuyor. Sonraki rauntlarda özellikle “dışarıya bakan” bu hareketlerin, bu başlıklarda yeni cepheler açması sürpriz olmayacaktır.

Doğrudan AKP veya Erdoğan karşıtlığından kaçınan, ‘yeni’nin albenisi ile siyaset tablosuna girecek ekipler bir raddeden sonra; gericiliğin toplumda yarattığı gerilim, çubuğun milliyetçiliğe fazlaca büküldüğü bir süreçte çözüm süreci, tekelleşmenin ve israfın yoksullukla atbaşı gittiği bir dönemeçte kamu ve sosyal adalet, demokrasi ve özgürlük başlıklarında yargı bağımsızlığı konuları ile yüzleşeceklerdir.

AKP merkezde ise, ‘yeni parti’ler nerede duracak?

AKP’yi şimdiden ‘merkez’de tanımlayan bu cenahlar, AKP’nin önüne, soluna geçmek uğruna aldıkları virajlarda AKP’yi merkezde tanımlama yanlışından hızla sapacaklardır. AKP’yi kriminalize etme ihtiyacı veya cesaretini hissetmeseler dahi, AKP ile ‘merkez’ arasındaki mesafeyi tanımlamadan ilgili açılımları yapmaları kolay olmayacaktır.

Erdoğan’a veya doğrudan AKP’ye muhalefet etmekten imtina ederek ancak AKP’nin kuruluş ilkelerine dönüşü vaat ederek kolları sıvayan bu siyasi ekipler, partileşme sürecinde kendileri gibi AKP’den uzaklaştırılan AKP’lilere her anlamda “olanakları paylaşmayı” da vadedeceklerdir. Gücü, ideolojiyi, parayı, imkanları, yetkiyi, direksiyonu, teşkilatları, ihaleyi vb. her şeyi ‘yeniden’ paylaşmayı reklam ederek bir ‘kolektivizm’ öneren girişimler; yine bu alanlarda oluşan tekelleşmeyi hedefe koyacaklardır.

Ancak; “sadece AKP’den oy çalarsak tepki çekeriz” baskısıyla yola koyulan bu ekiplerin CHP ve İyi Parti’ye veya HDP’ye, liberallere nasıl seslenileceği de akıllardaki soru işaretidir. Yargı, ekonomi, hak ve özgürlükler, Başkanlık sisteminin reddiyesi başlıkları bu kesimlerin veya ‘AKP karşıtı ortalama profilin’ zaten ortak eleştirisi. ‘Koroya mı katılacaklar, eleştirilerini mi inceltecekler ikilemi’, onların iddialarının da erken doğrulanması anlamına gelecektir.

Yeni girişimler tarafından, ‘Milli Görüş’ün Saadet Partisi’nde, ‘Merkez Sağ’ın ise AKP’de kodlandığı bir skalada, yeni oluşumların yerlerini belirleyecek olan figürler kadar yukarıdaki başlıklardaki tutumları ve fikirleri de olacaktır.

Parti ‘resmi’ kuruluşu için takvimin sıkıştığı şu günlerde ‘görüşme’ trafiğinin de hızlandığı bir gerçek. Erdoğan’ın gücü ile o gücü kullanma biçimi arasında oluşan ters mıknatıslanma, toplumu nasıl ki iki farklı yönde konumlanmaya zorluyorsa; AKP tabanını da bu etkileşimden azade kalamaz. Ancak daha fazlası için daha fazla ayrım noktalarının yaratılması şart gözüküyor.

Tarihin tekerrürü senaryosu

‘Yeni Parti’ler “Adalet ve Kalkınma Partisi” gibi mi olacaklar yoksa “Yeni Türkiye Partisi” gibi mi? Yani “figürler Tayyip Erdoğan, Cem Uzan gibi mi olacaklar; yoksa İsmail Cem, Hüsamettin Özkan gibi mi olacaklar?”, soru bu. Örneğin Kemal Derviş’in İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan’ı yarı yolda bıraktığı gibi Abdullah Gül de Babacan’ı bırakacak mı? Erken doğum, ölü doğum da olacak mı?

Şimdilerde herkes “Fazilet Partisi – Adalet ve Kalkınma Partisi” yolculuğundan hareketle “tarih tekerrür ediyor” tespitini yapsa da; tarihin iki farklı senaryoda tekerrür edebileceği en azından bizim kesim açısından net. Burjuva siyaset sahnesindeki tekerrürün senaristinin en fazla ulusal ve küresel sermaye olduğu da bir gerçek.

Bugünden görülen ise ‘kentli AKP’li’, küskün AKP’li, musluğu kesilen AKP’li, liberal AKP’li, Erdoğan ve dar ekibinden kopmuş-kopartılmış AKP’li, gidişatın ardında dağılma gören AKP’li, AKP’deki geleceği sallantıda olan AKP’li kesimler ilgili gruplarla ön mutabakatlarını imzalamış ve izlemeye koyulmuştur.

AKP nefreti BKP’yi doğurur mu göreceğiz; biz meselenin AKP veya BKP olmadığını, Erdoğan-Davutoğlu-Babacan’dan ehven-i şer seçmeyeceğimizi, kendi işimizi AKP artıklarına bırakmayacağımızı anlatmaya devam edeceğiz.