AKP’nin “mili duruşu”nun simleri çabuk döküldü: Bizimkisi bir aşk hikayesi

AKP’nin “mili duruşu”nun simleri çabuk döküldü: Bizimkisi bir aşk hikayesi

23-10-2019 07:10

Anlaşmanın ateşkes boyutu önemli olmakla birlikte esas odaklanılması gereken yerin Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler olduğu açık. Bu anlaşma ile birlikte AKP iktidarı ve sermaye devletinin emperyalizm işbirlikçiliği bir kere daha görünür olmuştur.

Neşe Deniz Babacan

 

 

Suriye’nin kuzeyine dönük AKP iktidarı tarafından başlatılan Barış Pınarı adlı askeri harekat onuncu gününe girerken ABD ile yapılan bir anlaşmaya sahne oldu. Anlaşmanın ateşkes boyutu önemli olmakla birlikte esas odaklanılması gereken yerin Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler olduğu açık. Bu anlaşma ile birlikte AKP iktidarı ve sermaye devletinin emperyalizm işbirlikçiliği bir kere daha görünür olmuştur.

 Suriye gündemi vesilesiyle karşımıza çıkan birkaç tartışma noktası bulunuyor. Bunlardan en önemlilerinden bir tanesi sermaye devleti ve AKP iktidarının emperyalizmden kopuş eğilimi taşıyıp taşımadığı, AKP iktidarının “milli duruş” söyleminin ne gibi bir noktaya işaret ettiği ve Suriye’deki sıcak gelişmeler ile birlikte bunların nasıl değerlendirilmesi gerektiği ile ilgili olarak karşımıza çıkıyor.

Çok açık ki, Barış Pınarı harekatının onuncu gününde ABD ile yapılan anlaşma yukarıda adı geçen öznelerin her anlamdaki sınırlarını gösterirken, “milli duruş” denilen söylemin emperyalizm işbirlikçiliğine karşı bir yön taşımadığı bir kere daha görünür olmuştur.

Amacımız tartışmayı basit politik bir değerlendirmeye indirgemek değil elbette. O yüzden verili konjonktür içinde hem öznelerin durumunu hem de atılan adımların nereye oturduğunu irdeleyerek açıklama yapmamız en doğrusu olacaktır.

AKP’nin dış politikasının zigzagları ve gelinen nokta

AKP iktidarının “mezhepçilikten milliciliğe” varan dış politikasının güncel ayağını oluşturan temel olgunun Kürt sorunu üzerinden şekillenmesi şaşırtıcı değil. Özellikle sermaye devleti açısından da iç siyasette manevra alanı sunan bu durum dış politikanın temel başlığı olduğu sürece emperyalizm işbirlikçiliği ile malul bir çizgide kalıyor. Bahsettiğimiz olgu paradoksal gibi görünmekle birlikte Türkiye kapitalizminin emperyalizm ile olan yapısal ilişkileri tam da bu sonucun oluşmasını sağlıyor.

Hele ki son sekiz yıldır emperyalizmin Suriye’yi parçalama siyasetinin bir numaralı aktörü olan AKP iktidarının şimdi çıkıp Suriye’nin bölünme dinamiklerine Türkiye’nin milli çıkarları adına müdahale ettiğini ifade etmesi hamasetin büyüklüğünü göstermek açısından manidar. Denklem aslında oldukça basit: ABD’nin siyasal İslam ile Suriye’yi yıkıma götüren siyasete ortak olan AKP iktidarı, şimdiyse ABD’nin Kürt siyaseti ile yaptığı işbirliği aracılığı ile ortaya çıkan duruma müdahale ettikçe aslında Suriye’nin bölünmesi dinamiklerinde yerini alıyor. Bunu temellendirmek içinse iki noktayı söylemek yeterli sayılabilir: Birincisi, Türkiye ile ABD’nin stratejik müttefik olması. İkincisi ise Türkiye’nin Suriye’deki meşru iktidar ile ittifak arayışı bulunmaması.

Bu iki yönelimde değişiklik olmadığı sürece AKP’nin “milli siyaset” adı verdiği dış politika açılımlarının eninde sonunda emperyalizmin hizmetinden çıkmayacağını öngörmek mümkündür.

Erdoğan’ın Trump aşkı ve ABD ile anlaşma

Devletler arası ilişkileri devlet başkanları arasındaki iletişime ya da onlar arasında olup bitenlere indirgemek mümkün değil. Bununla birlikte ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ele alınacak ekonomik, siyasi ve askeri bir dizi boyutu bulunuyor. Ancak Trump’ın Erdoğan’a yazdığı mektup ile birlikte ortaya çıkan durum Türkiye kapitalizminin emperyalizme olan bağımlılığında gelinen noktanın pespayeliğini ve AKP’nin hamasetini göstermesi açısından önem taşıyor.

AKP ve Erdoğan tarafından mektuba verilen yanıtların geçirdiği evrim (çöpe attık-askeri harekat ile yanıt verdik-gelecekte yanıt vereceğiz) ise ülkemiz egemen güçlerinin ABD ile köprüleri atmamak için attığı taklaların göstergesi olarak ele alınmak durumundadır. ABD tarafından yapılan anlaşmadan hemen önceki gece sızdırılan mektubun normal koşullar altında diplomasi masasında Türkiye’nin elini güçlendirmesi beklenirdi ancak öyle olmadı. ABD istediklerini fazlasıyla aldı.

ABD ile Türkiye arasında yapılan anlaşmaya bakılırsa bunların ne olduğu daha açık görülecektir. On üç maddelik ilk üçünün NATO ve Türkiye-ABD ilişkilerine ayrılmış olması zaten anlaşmanın ruhunu göstermek için yeterli. Türkiye’de yaşanan her darbede okunan metinlerde yazılan NATO’ya yani emperyalizme bağlılık yemini bu yapılan anlaşmada da yerini almış. Maddeler şu şekilde:

  1. Türkiye ve ABD, iki yakın NATO üyesi olarak bu ilişkilerini teyit eder. ABD, Türkiye’nin güney sınırına dair meşru güvenlik kaygılarını anlar.
  2. Türkiye ve ABD, kuzeydoğu Suriye başta olmak üzere sahadaki gelişmelerin, ortak çıkarlar temelinde daha yakın eşgüdüm gerektirdiğini kabul eder.
  3. Türkiye ve ABD “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” anlayışıyla, NATO topraklarını ve halklarını tüm tehditlere karşı koruma taahhütlerini muhafaza eder.

Devam edelim. Yine aynı anlaşmanın 5. maddesinde (Türkiye ve ABD, Suriye’nin kuzeydoğusunda DEAŞ’la mücadele faaliyetlerinin devamında kararlıdır. Bu, önceden DEAŞ kontrolünde olan alanlarda yaşayıp yerinden edilen şahıslar ile alıkoyma merkezleri hususlarında uygun şekilde gerçekleştirilecek eşgüdümü de içerir) ABD’nin Suriye’deki varlığını teyit eden ve emperyalizmin bir ürünü olan IŞİD’e karşı ABD’yi sorgulamayan, hatta onu bir kere daha göreve çağıran bir içeriğe sahip. Oysaki, gerçek anti-emperyalist bir duruşun temel gereği ABD’nin Suriye topraklarını terk etmesi talep edilmesidir.

Anlaşmanın 8. maddesi Türkiye’nin emperyalizmin tercihlerine verdiği üstü örtülü bir desteği ifade etmektedir. (Her iki ülke Suriye’nin siyasi birliği ile toprak bütünlüğüne ve Suriye ihtilafını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına uygun şekilde sonlandırmayı hedefleyen, BM öncülüğündeki siyasi sürece olan bağlılıklarını yineler.) Hatırlanacağı üzere ABD, İngiltere ve Fransa’nın yaptığı “Küçük Grup” anlaşmasının temel karar noktalarından bir tanesi Suriye konusunda Rusya-Türkiye ve İran’ın parçası olduğu Astana-Soçi süreçlerinin baltalanarak BM öncülüğünde gerçekleşen Cenevre görüşmelerine tekrar dönülmesi üzerindeydi. Suriye’deki çözüme dönük emperyalist hegemonyanın adı olan Cenevre görüşmeleri konusunda ortaya konulan tavra Türkiye’nin bu madde ile ortak olması ABD işbirlikçiliğinin görülmesi açısından önemlidir.

Yine aynı anlaşmanın 9. ve 10. maddelerinde güvenli bölgenin bir kere daha kayıt altına alınması emperyalist yönelimleri teyit eden bir anlayışa denk düşmektedir.

(9. Her iki taraf Türkiye’nin, YPG ağır silahlarının toplanması ve YPG tahkimatları ile tüm muharip mevzilerinin kullanılmaz hale getirilmesi dahil, milli güvenlik kaygılarının giderilmesini teminen bir güvenli bölge kurulmasının devam eden önemi ve işlevselliğinde mutabık kalır.

  1. Güvenli bölge, evvelemirde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolünde olacak ve her iki taraf, güvenli bölgenin her veçhesiyle uygulanmasında eşgüdümü artıracaktır)

Geçtiğimiz Ağustos ayında ABD ile Türkiye arasında gündeme gelen güvenli bölge anlaşmasının Suriye’nin parçalanması açısından kritik bir noktada durduğu açıktır. Güvenli bölge anlaşmasının birkaç özelliğine dikkat çekilmesi gerekir. Bunlardan birincisi, ABD’nin Suriye’deki varlığının kabul edilmesidir. İkincisi, bu çizginin Türkiye-ABD-NATO bağlamında Suriye topraklarında yer etmesidir. Üçüncüsü ise Kürt siyasi hareketinin ABD ile işbirliğinin güvenli bölge dışındaki alanlarda kayıt altında alınması ve tescil edilmesidir. AKP iktidarının bu anlaşma ile birlikte güvenli bölge anlaşmasını tekrar teyit etmesi, Suriye’de Amerikan barışının tesis edilmesi yönünde bir adım daha olmuştur.

Anti-emperyalizm yoksa kurtuluş yok

Tarih bizlere bir kere daha gerçek yurtseverliğin anti-emperyalizm olduğunu ve bunun ancak devrimci güçler tarafından ortaya konulabileceğini göstermiştir. AKP-MHP ittifakı tarafından ortaya konulan milliyetçiliğin arka planındaki sınıf uzlaşmacılığının varacağı yerin emperyalizm ile uzlaşma olduğunun kanıtlanması için on gün gibi kısa bir zaman dilimi yetmiştir. Gerici sermaye iktidarı Suriye’ye dönük bir askeri harekat düzenlemiş, bunun meşruiyet zeminini Kürt hareketinin emperyalizm işbirlikçiliği üzerinden sağlamaya çalışmış ama kendisi de eninde sonunda emperyalizm tarafından hizaya getirilmiştir. Yapılan anlaşmanın özü budur. Bu öz ise Türkiye kapitalizminden, sermaye devletinden, sermaye sınıfından ve onun temsilcisi olan sermaye partilerinden bağımsız değildir. Bu açılardan AKP ve Erdoğan birer anomali ya da kapitalizmden bağımsız özneler olarak görülmemelidir.

Son olarak Erdoğan’ın payına ne düştüğü ise işin ironik boyutunu oluşturuyor. Trump’ın “okul bahçesinde kavga etmelerine izin verdim sonra da ayırdım” dediği öznelerin Türkiye ile Kürt siyasi hareketi olduğu açık. Suriye’deki meşru iktidarı karşısına alan, emperyalizmin “diktatör Esad, katil rejim” korosunun borazanlığını yapan, açık veya örtük bir şekilde Suriye’de emperyalizmin çıkarları doğrultusunda pozisyon belirleyen gerici AKP iktidarının ülkemizi soktuğu nokta Ortadoğu’daki fay hatlarının ortasında belirsizlikle malul bir zeminde yer alıyor. Bu açıdan “Türkiye’nin başkanı” ile “ABD’nin başkanı” arasındaki “aşkın” ülkemiz emekçileri açısından da, Ortadoğu’daki emekçi halklar açısından da hayırlı bir yönü işaret etmeyeceği ortaya konulmalıdır.