2008’den bugüne krizden çıkış var mı?

2008’den bugüne krizden çıkış var mı?

27-01-2019 10:05

2008 yılına gelindiğinde kapitalizmin ekonomik olarak tercihlerinin yapısal sonuçlarının görüldüğü bir kriz durumu olarak ortaya çıktı. Yapısal zorunluluklar ile ideolojik ve siyasi tercihler bu krizin geldiğini, tüm aktörleri ile uzun sürecek bir etkilenmenin   başlangıç ya da olgunlaşma evresi olarak görülebilir. Peki bu noktaya nasıl gelindi ve nereye gidiliyor?

Vedat Altan

2008 Krizi’nin başlangıcını daha çok ABD’deki mali kriz üzerinde okuma eğilimi güçlüdür. Temel verileri ABD’deki veriler üzerinden değerlendirmesine bakarsak; ABD nüfusu en yoksul %20’lik kesimden, en zengin %20’lik kesime kadar gelire göre sınıflandırıldığında, bu kesimlerin 1982-2007 arasında değişim miktarı bize çok şey anlatıyor. 25 yıl içerisinde toplam ortalama artış %42 civarında gerçekleşirken (büyümeden yansıyan), orta direk olarak tabir edilen kesimin gelirlerinde %38’lik bir artış gerçekleşmiştir. Bu durum genel ortalamadan 4 puan daha aşağıdadır. Bunun yanında en zengin %20’lik kısımda gelirler %68 oranında artış göstermiş, en zengin %1’in ise %238’lik bir artış sergilenmiştir.

Bu süreçte, en zengin %10-20’lik dilimin karlarının sürekliliği için, diğer kesimlerin gelirlerinden kendilerine transfer sağlamak için her türlü finansal operasyon yaratılıyordu. Bir süre sonra nüfusunun %60’lık alt dilimi piyasada satılan ürünleri alamayacak duruma geldiğinde ise bu kez insanların gelecekte kazanacağı paralar şimdiden ipotek ettirildi. İnsanlar Amerikan kapitalizminin sürekli büyüme eğilimine inandırılıp kredi çekmeye zorlandılar.

Verilen kredilerin büyük bir kısmı konut kredisi olarak verildiği için kredi kullananlar kredileri ödemese bile sürekli artış gösteren konut fiyatları vardı. Sonunda insanlar artık ellerindeki mallarını satıp üzerine faizlerini ödeme durumuna geldiler ve nihayet kredileri ödeyemez hale gelince 2008 Krizi patladı. Kriz 2008 yılının Eylül ayında 158 yıllık yatırım bankası Lehmann Brothers’ın batmasıyla tepe noktaya ulaştı.

1929’daki “Büyük Buhran”ın ardından en büyük ekonomik kriz olarak nitelendirilen 2008’deki “Büyük Durgunluk”, dünya genelinde şirketlerin piyasa değerinden 14,5 trilyon doların silinmesine yol açarken, küresel piyasada 20 trilyon dolarlık kayba yol açtı.

10 yıl önce yaşanan finansal kriz nedeniyle, ABD’nin gayrisafi yurt içi hasılasında yaklaşık 14 trilyon dolar ve Amerikan “mortgage” piyasasında 10,5 trilyon dolarlık kayıp oluşurken, sadece ABD’de 9 milyon kişilik istihdam kaybı yaşandı ve 8 milyon konuta bankalar tarafından el konuldu.

2008 krizinden en çok hangi ülkeler etkilendi?

Verilecek ilk örnek borç içerisinde yüzen Yunanistan için de benzer bir süreç yaşanmıştır. Yunanistan’ın uzun bir süre batmamasının sebebi, başta Almanya olmak üzere birkaç Avrupa ülkesinin “Yunanistan bize borçlarını ödeyecek” düşüncesiyle ülkeye borç vermeye devam etmesidir. Kriz iki taraflıdır borç vermezler ise ülke batacak, ödemesi içinde ekonomi küçülmemesi gerekecektir. Bu sarmal içerisinde kaçınılmaz olan Yunanistan’ın batışı gerçekleşmiştir. Borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir.

2008 yılında Yunanistan’ın ardından borç krizine sürüklenen ikinci Euro bölgesi ülkesi İrlanda olmuştur. Krizin ana nedeni ABD’de olduğu gibi hızlı büyüme yıllarında İrlanda bankalarının öncelikle taşınmaz yatırımlarına bol keseden kredi dağıtması ve bir gayrimenkul balonu oluşmasıdır. 2008 yılında kredi balonu patlayınca devlet özel bankaları iflastan kurtarmak için mevduat hesaplarına kefil oldu.

İspanya’yı da benzer biçimde krize sürükleyen gayrimenkul kredilerinin geri dönmemesi oldu. Piyasanın yükseldiği dönemde İspanya’da her yıl 800 bin konut inşa ediliyordu. On yıl içinde gayrimenkul fiyatları üç katına çıkmıştı. Ama İspanya’da da büyüme veresiye parayla finanse ediliyordu. 2008 yılında özel borçların toplamı gayri safi yurtiçi hasılanın iki katına çıkınca kriz bu ülkenin de kapısını çaldı.

Portekiz’deki krizde ise yerli bankaların yükümlülüklerinin önemli bir bölümünün İspanyol bankalarında olmasına bakmak gerekiyor. Portekiz’deki iç borçlanmanın da ödenemez hale gelmesi, İspanya ile kader birliği yapmış bu ülkenin de krize sürüklenmesine neden oldu.

Krizin sonucu, gelişmiş ülkelerde büyümenin düşmesi, talebin gerilemesi ve gelişmekte olan ülkelerden yapılan ithalatın azalması oldu. Bu durum sonucunda gelişmekte olan ülkelerin, ihracatlarının azalmasına ve ekonomilerinin küçülmesine yol açtı.

2008 krizin hangi ana başlıklarda gerçekleşti?

Krizin patlak verdiği başlığın gayrimenkul olması normaldi. Beklenti, insanların ellerindekini satıp tekrardan nakde dönmeleri hatta süreçten kar ile çıkmalarıydı. İyi giden ve artış gösteren konut fiyatları bankalar için de iyi bir göstergeydi. Büyümeye katkısı ise hükümetleri sevindiriyordu.

Bununla birlikte bu kredi patlamasının sonucu olarak bankalar kaynak bulmakta güçlük çektiler. Çözüm, bankanın ipotek ettiği bu evleri varlık teminatlı menkul kıymet olarak piyasaya sürmesiydi. Vadesi çok uzun olmasa bile kaynak bulunmuştu. Fakat hesap edilmeyen bir durum vardı. Krediler ödenemeyince bankalar konutlara el koyuyordu, ama 3 birim kredi verdikleri evin değeri 1 birime düşmüştü. Tüm bankacılık sektörü bundan etkilendi, sigortacılık sektörü de zarara ortak oldu. Diğer sektörlerde de bu krizden kaçınılmaz olarak etkilendi.

O günden bugüne ne değişti?

Bugüne bakıldığında kriz yaşayan bu ülkelerde “kemer sıkma” olarak adlandırılan bütçe daralmaları ve emekçilere ek yük ile krizleri aşmaya çalıştılar. Krizin ana nedeni olarak gösterilen konut yatırımları kontrol altına alınırken yapısal olarak kapitalizmin bu yönelimden vazgeçtiğini söylemek zordur.

Benzer bir süreç yakın dönemde Türkiye’nin de başından geçti. Emlak ve inşaat işlerine yatırım had safhaya çıkarken döviz krizi ile finansman daralmasına giren bankalar yeni dış kredisi bulamaz hale geldi, artan döviz fiyatları ile alım gücü düştü. Birçok inşaat firması iflas/konkordato ilan etti. Türkiye için ders çıkarma diye bir şey olmadığı görüldü.

Kriz devam ediyor mu yoksa yeni bir kriz mi kapıda?

Bu krizden günümüze gelecek olursak; krizin ilk aşaması ABD’deki finansal çöküş ile başladı, ikinci aşaması krizin Avrupa’ya varması sonrasında Avro Bölgesi krizi olarak görüldü, 2010-2012 arasında zirveye ulaştı. Küresel krizin üçüncü aşaması ise, 2013 sonrasında içinde Türkiye’nin de olduğu “yükselen pazar ekonomilerinin” yavaşlaması ile başladı.

İlki, pek çok batan firmanın üye ülkeler tarafından kurtarılması, özel zararın kamuya transfer edilmesini sağlamış, bu da kamu borçlarının artışına neden olmuştur. Amerikalı finans devi Lehman Brothers’ın iflasıyla başlayan krizin bugüne etkilerinde görülen, ortalama kamu borcu-gayri safi yurtiçi hasıla oranının kriz sonrasında %36’dan %52’ye çıkmasıdır.

Diğer piyasalara yansıması ile devam edecek krizin ismini net koymak gerekiyor, bunun adı neo-liberal yapısal krizdir. 2001 Krizi’nden merkeze kaçarak kurtulan kapitalizm, 2008’de içerden vurulmuştur. Borçlanmanın sürdürülebilir olması için emekçilerden karşılanacak kaynak ile aşmak ise başka bir “yapısal” durumdur.