Prof. Dr. Korkut Boratav: Finansal bunalım patlak verebilir, sola büyük ödevler düşüyor

"1980 sonrasında kronikleşen yolsuzluk olgusu, AKP döneminde daha da yoğunlaştı. Bu yozlaşmanın kriz yönetiminde daha da ağırlaşmasını frenleyecek hukukî ve kurumsal güvenceler ayrıca zafiyet içindedir. Vahim bir meşruiyet bunalımı gündemdedir."

Prof. Dr. Korkut Boratav: Finansal bunalım patlak verebilir, sola büyük ödevler düşüyor

Prof. Dr. Korkut Boratav, Türkiye ekonomisinde son dönemde yaşananlara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

21. sayısı yayınlanan Hukuk Defterleri dergisinin sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Boratav, ekonomide nicel göstergelerin krizin 2019’un tümünü etkileyeceğini ortaya koyduğunu belirtirken yıl sonuna doğru ekonominin dibe vurmasının olası olduğunu kaydetti.

Boratav bankaları da kapsayan ve dış borçların döndürülme güçlüklerinden kaynaklanabilecek olan bir finansal bunalımın patlak vermesinin olası olduğunu kaydetti.

Krizin kaynağında AKP’nin Türkiye ekonomisini sürüklediği ağır ve giderek yoğunlaşan dış bağımlılığın yattığına dikkat çeken Boratav, “krizin kapkaççı sermaye çevrelerince yönetilmesine açıkça karşı çıkılması gerektiğini” söylerken  “Tüm ilerici, sola dönük meslek örgütlerine, partilere, hareketlere, aydınlara bu doğrultuda büyük ödevler düşüyor.” diye ekledi.

Boratav’ın yanıtları şöyle:

Ekonomide bir süredir “Krizde miyiz değil miyiz?” tartışmasının yerini “Krizin en sert dönemi geride kaldı mı kalmadı mı?” tartışması almış gözüküyor. Bakan Albayrak’ın “türbülansı” atlattık çıkışına karşı, sizin “hayır, krizin kendisini yaşıyoruz” açıklamanız var. Sizce krizin etkisi nasıl sürüyor? Bir olgunlaşma evresine girdiğimizi söyleyebilir miyiz?

Ekonomik bir krizin basit göstergelerine göz atalım: Üretimde, millî gelirde, istihdamda daralma; işsizliğin artması…

Sanayi üretimi TÜİK’e göre Ağustos 2018’den, İstanbul Sanayi Odası’na göre Nisan 2018’den itibaren gerilemektedir. İnşaat sektöründe küçülme sanayiden önce başladı. İşsizlik oranındaki artışın başlangıcı Temmuz 2018’dedir. Krizin derinleşmesinin en kritik göstergesi istihdamda daralmadır.

15-64 yaş aralıkları içindeki nüfusta istihdam edilenlerin toplamı Kasım 2018’den beri düşmektedir. Millî gelir istatistiklerine göre, ekonominin tümü Ekim 2018-Mart 2019 arasında küçüldü; Nisan-Haziran verilerinin de küçülme doğrultusunda çıkması aşağı yukarı kesindir. Daha da kötüsü, elektrik tüketimi, otomotiv üretimi, sanayide kapasite kullanımı ve reel kesim güven endeksleri Temmuz 2019’da da düşmüştür.

Millî gelirin sabit fiyatlarla harcamalar itibariyle dökümü, en sert daralmanın yatırımlarda gerçekleştiğini ortaya koyuyor: Ocak-Mart 2019’da sabit sermaye birikimi yüzde 13 oranında gerilemiştir. Bu, ekonominin geleceğe dönük büyüme potansiyelinin de aşınmakta olduğunu ortaya koyuyor.

Bu göstergeler ortaya koyuyor ki, reel ekonomide “iniş” belirtileri 2018’in ilk çeyreğinde başladı; altı ay sonra krize dönüştü. Nicel göstergeler, krizin 2019’un tümünü etkileyeceğini ortaya koyuyor. Yıl sonuna doğru ekonominin dibe vurması yani küçülmenin son bulması olasıdır. Orta dönemde yani 2020 sonrasında ise, ekonominin durgunluğa mahkûm olacağını yani yüzde 3’ü aşmayan bir büyüme temposu izleyeceğini düşünüyorum.

Daha olumsuz bir senaryo da olasıdır: Bankaları da kapsayan bir finansal bunalımın patlak vermesi… Dış borçların döndürülme güçlüklerinden kaynaklanabilecek olan bu sert senaryo acil gündemde görünmüyor. Geçiştiriliyor mu? Ertelendi mi? Şimdilik belli değil.

Krizle beraber ekonomide en ciddi tartışma da krizin kökenine dair oldu. “Hukuksuzluğun krizi çıkardığına” ilişkin bir yaklaşım var. Buna karşın iktidarın krizi “dış müdahale” ile açıklama çabası bulunuyor. Sizce bu köken tartışmalarına nasıl bir yanıt üretmek gerekiyor?

Cumhurbaşkanı, bunalımın sert bir aşamasında “kriz yok; komplo var” söylemi başlattı. Albayrak, çeşitli “ekonomi paketleri” sunarken aynı söylemi, “Türkiye’ye (veya TL’ye) karşı ekonomik saldırı” benzeri ifadelerle sürdürdü. Şimdi de “türbülansı atlattık” diyor.

Bu ifadeler, kriz teşhisini döviz piyasaları ile sınırlı tutan bir algılama yetersizliğini yansıtıyor. 2002 sonrasında AKP politikaları, Türkiye ekonomisinin büyüme- durgunlaşma-küçülme çevrimini tümüyle dış kaynak hareketlerine bağımlı kıldı. Bu bağımlılık zamanla ağırlaştı; büyüme temposu yavaşlarken dış açık (ekonominin döviz gereksinimi) tırmandı.

Bu ortam, Türkiye ekonomisini büyük ölçüde uluslararası finans kapitalin değerlendirmelerine teslim etti. Finans kapitalin spekülatif öğeleri (sıcak para), döviz piyasalarının ana belirleyicisidir. Bu çevreleri söylemlerinizle, kararlarınızla tedirgin ederseniz, hızlı çıkışlar gerçekleşir; bir döviz krizi tetiklenir ve reel ekonomi de bunalıma sürüklenebilir. Türkiye’de iktidar, 2017’de seçim ekonomisi ölçüsüzlüğüne savruldu; Mayıs – Ağustos 2018’de “aykırı” söylem ve eylemlerle bir döviz krizi tetikledi; sonraki aylarda ekonominin tümünün bunalıma sürüklenmesi karşısında çaresiz kaldı.

Krizin ekonomik öyküsü budur. Kaynağında AKP’nin Türkiye ekonomisini sürüklediği ağır ve giderek yoğunlaşan dış bağımlılık var. Kendi eserleri olan bu bozukluğu, “dış komplolar” suçlamasına dönüştürme çabası çaresizliklerini yansıtıyor.

Öte yandan, Anayasa değişikliği sonrasında hukuk sisteminin yaşadığı ağır sarsıntı, krizin oluşmasını ve yönetimini etkilemiştir, etkilemektedir. 1980 sonrasında kronikleşen yolsuzluk olgusu, AKP döneminde daha da yoğunlaştı. Bu yozlaşmanın kriz yönetiminde daha da ağırlaşmasını frenleyecek hukukî ve kurumsal güvenceler ayrıca zafiyet içindedir. Vahim bir meşruiyet bunalımı gündemdedir.

Yeni Ekonomik Program ve 11. Kalkınma Planı ile birlikte iktidar tarafından ekonomide bazı hedefler konulmuş durumda. Bu hedefler arasında “üretim” vurgusu ve “hedef çeşitlenmesi” dikkat çekiyor. Sizce ekonomide bir paradigma değişimi mi mevcut?

Yeni Ekonomi Programı, IMF’siz bir IMF programıdır; ana öğeleri Mart 2018’de IMF uzmanlarınca hazırlanan bir Türkiye raporundan alınmıştır. O belgede, sonraki OVP’de, yıllık programda ve 11. Kalkınma Planı’nda göstermelik üretim vurgusu ve hedefleri ciddiye alınamaz. Zira hepsi, neo-liberal modelin serbest piyasacı ana doktrinini benimsemektedir. Bu doktrin, ekonominin dış bağımlılık öğelerinin azaltılmasına ve bunun için üretim yapısının dönüştürülmesine öncelik veren bir planlama perspektifinin tam karşıtıdır.

Peki bu tabloda işçi sınıfı ve emekçi halkı bekleyenler neler? Ciddi bir saldırı programı hazırlanmış durumda. Örneğin Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda kıdem tazminatının fona aktarılması, esnek çalışma biçimlerinin arttırılması ve teşvik edilmesi hedefler arasında yer alıyor. İşçi sınıfının krizden “sosyal” ve “ekonomik” anlamda ciddi bir kayıpla çıkması olası. Buna karşı ne yapmalı, ekonomide işçi sınıfı ve emekçi halk lehine neler yapılmalı?

Bir yıllık ekonomik kriz, tüketimi, istihdamı, reel ücretleri, maaşları, emekli aylıklarını eriterek, emekçileri borç tuzağına sürükleyerek daha da ağır bir toplumsal bunalıma dönüşmüştür. Ekonominin küçülmesi, 2019’da son bulsa dahi, sonrasında (yukarıda değindiğim) bir durgunlaşma dönemi yaşanacaktır. Bu, kriz ortamındaki işsizlik oranlarının ve emek-karşıtı bölüşüm kayıplarının sonraki yıllara da taşınması anlamına gelir.

İktidar, dış kırılganlıkların ağırlaştığı bir ortamda seçim ekonomisini sürdürmeyeceğini fark ettiği için seçim takvimini öne aldı. Mart-Haziran 2019 yenilgileri bu sayede sadece yerel yönetimlerle sınırlı kaldı.

Kendiliğinden gelişen, Haziran’da başarılı olan siyasî muhalefet bloku, emek örgütlerinin özellikle sendikalaşmanın zayıfladığı bir dönemde gerçekleşti. Muhalefet blokunun halk sınıflarında etkili olması, kök salması için, emekçilerin ekonomik, toplumsal taleplerine duyarlı olması; krizin kapkaççı sermaye çevrelerince yönetimine açıkça karşı çıkması gerekiyor. Tüm ilerici, sola dönük meslek örgütlerine, partilere, hareketlere, aydınlara bu doğrultuda büyük ödevler düşüyor. Demokratikleşme programlarının, sıradan işçilerin, diplomalı, diplomasız işsizlerin, topraksız köylülerin, çiftçilerin, kent ve kır yoksullarının özlemleriyle bütünleşmesi, kaynaşması gereklidir.