Peter Handke’ye bakarken Orhan Pamuk’u ve emperyalizmi görmemek

Peter Handke’nin ne yaptığı ortada. Orhan Pamuk ve arkadaşlarının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a ve ailesine düşmanca, haysiyetsizce, mutlak bir kötülük diliyle yazdıkları tehdit mektubu unutulur şey mi?

2019 Nobel Edebiyat Ödülü verilen Peter Handke’ye, 1990’lı yıllarda Yugoslavya İç Savaşı sırasında Sırp güçlerinin yanında yer aldığı ve ağır savaş suçlarından mesul tutulan Slobodan Miloseviç’e destek verdiği gerekçesiyle gösterilen tepkiler süreceğe benziyor.

Peder Handke’yi bir eleştiri nesnesi haline getiren hâkim algının fitilini ateşleyen yine Handke’nin Stiddeutsche Zeitung’da yayınlanan “”Eine winterliche Reise zu den Flüssen Donau, Save, Morawa und Drina oder Gerechtigkeit für Serbien”[1] başlıklı dört sayfalık makalesi oldu.

O zamanki medyaya karşı artan güvensizliği hasebiyle “saldırgan denen Sırbistan”ı ziyarete (1995 sonbaharında) karar verdiğini belirten Peter Handke, Hırvatistan’ın, 1991’de Yugoslavya’dan koparken, kendi Sırp azınlığının haklarını tanımadığının altını çiziyor ve haklı olarak soruyordu: “Sayısız yurttaşın ölümcül bir tehdit olarak algılandığı, etnik temelli bir ülke kurmanın anlam nedir? Kimdir saldırgan olan? Savaşı kışkırtan mı, başlatan mı?” Doğru bir sorudur…

Peter Handke’nin tartışma yaratan makaleleri “Tuna, Sava, Morava ve Drina’ya Bir Kış Yolculuğu – Ya da Sırbistan’a Adalet – Bir Kış Yolculuğu’na Yaz Eki” adıyla dilimize de çevrilip kitap olarak yayınlandı.[2] Bu kitabının arka kapağında yer alan kısa notta Peter Handke okuyucuya bir uyarı yapıyordu sanki: “Ben aynanın arkasına doğru çekiliyordum; çıkan her makale, her yorum, her analiz ile daha da bilinmeyen, bu yüzden de araştırılması gereken, ya da hiç değilse görülmeye değer bir ülke olan Sırbistan’a yolculuk yapmaya itiliyordum. Ve şimdi ‘Ah, bak işte Sırp yandaşı’ ya da ‘Ah, Yugoslav hayranı!’ diyen olursa, bundan sonrasını okumasa da olur.”

Peter Handke’nin yanında Türkiye’deki kimi “sade suya tirit”, kerameti kendinden menkul  “yazarlar”ın eleştirilerine ek olarak Salman Rushdie, Hari Kunzru ve elbette “dünyanın son büyük düşünürü” Slavoj Žižek de sözlerini söylediler.

Salman Rushdie “1999 yılında The Guardian gazetesinde Miloseviç’i soykırım rejimini desteklemesi gerekçesiye suçlayıp “Uluslararası Yılın Moronu’ yarışmasına aday göstermiştim. Bugün buna ekleyeceğim bir şey yok. Geçmişte söylediğimin arkasındayım” dedi.

İngiliz romancı Hari Kunzru ise diğer eleştirilerden farklı bir eleştiri getirmeyerek alelâde bir yorumda bulundu: “Handke, son dönemdeki skandalların ardından yeniden toparlanmaya çalışan Nobel Komitesi için oldukça rahatsız edici bir tercih. Harika bir bakışı, şoke edici bir ahlaki körlükle birleştiren bir yazar.”

Slavoj Žižek de “Nobel Ödülü, savaş suçlarını savunan bir kişiye değil, karakter suikastına kurban edilen zamanımızın gerçek kahramanı Julian Assange’a verilmeli” diyor ve ekliyor: “Bizim tepkimiz şu olmalı: Handke’ye Edebiyat Ödülü değil, Assange’a Nobel Barış Ödülü gitmeli.”

Dikkat ederseniz her şey bir yana Peter Handke’yi suçlayıp eleştirenlerin bariz ortak bir noktaları var; o da neden sonuç ilişkisine dair bir arka plan tasvirlerinin bile mevcut olmaması…

NATO bombaları Yugoslavya üzerine düşmeye başladığında, Peter Handke, Batılı müttefikleri “savaş tanrısı sunağında ibadet eden kasaplar olarak” niteledi ve şu açıklamayı yaptı:

“Sağ ol NATO, Sağolun Garcia Marquez’den Günter Grass’a, Kezaburo Oe’ye büyük küçük yazarlar, sağ ol Sub-commandante Marcos, hiç yazmadığınız için sağ olun. Sağ ol Vatikan’daki Papa, o mutlu sessizlik tonunla sağ ol!

İnsanlık için büyük bir adım! -Bununla birlikte Dünya üzerinde henüz Marslılara ve başka Yeşil Katillere dönüşmemiş olanlar için, vatanlarının adı 24 Mart 1999’dan itibaren Sırbistan, Karabağ, Kosova, Sırp Cumhuriyeti – Yugoslavya. MARSLILAR SALDIRIYOR ve Mars saldırdığından bu yana, bütün dünyanın adı Yugoslavya. Mars saldırıyor ve Mars saldırdığından beri Helsinki, Madrid, Palermo, Cezayir, Darüs Selim, Kudüs, Jericho, Bağdad, hattâ Londra ve Paris, Berlin ve Washington DC Yugoslavya’nın bir parçası. Dobar dan, Jugoslavijo. Hoşça kal Avrupa.

Amerika Kızılderililere, Marslılar Mars’a.

25 Mart 1999

(Villacoublay’daki askeri havaalanının gürültüsü içinde)”

NATO’nun Yugoslavya’ya yönelik askeri saldırısı o dönem Türkiye açısından kritik bir dönüm noktasındaydı. Hava saldırılarında hem Türkiye’deki üslerin, hem de Türk F – 16’larının kullanılmasının gündeme geldiğini de hatırlatalım.

Şunu da unutmayalım, NATO’nun Yugoslavya bombardımanı 24 Mart 1999’da başlıyor ve 10 Haziran 1999’da sona buluyordu. Muhtelif verilere göre operasyon sırasında 2 bin 500 kadar Yugoslavya vatandaşı hayatını kaybetti. Kurbanların sayısı kesin olarak hala bilinmiyor. Sırp tahminlerine göre bin 200 ila 2 bin 500 arasında kişi öldü ve yaklaşık 6 bin kişi yaralandı. Ülke genelinde 995 tesis toplam 2 bin 300 kez vuruldu. Yugoslavya topraklarına seyreltilmiş uranyum içerenler de dâhil olmak üzere yaklaşık 420 bin mermi düştü.[3] NATO’nun Yugoslavya saldırısının ABD’ye maliyetinin 500 milyon dolar olduğu belirtilse de yapılan sorti sayısı, kullanılan mühimmat ve bombaların ‘tipleri’ ile harcanan jet yakıtı miktarı tam olarak bilinmediğinden, kesin rakam belirlenemiyordu. Dönemin NATO basın sözcüsü Jamie Shea’nin, ittifakın hava saldırıları sonucunda sivillerin arasındaki ölümleri ‘tali zarar’ olarak nitelendirdiğini de ekleyelim.

Orhan Pamuk’un Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a mektubu

Peter Handke’nin ne yaptığı ortada. Orhan Pamuk ve arkadaşlarının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a ve ailesine düşmanca ve haysiyetsizce ve mutlak bir kötülük diliyle yazdıkları tehdit mektubu unutulur şey mi? Mektubun sonunda da Beşar Esad’ı “İstifa dışında sizin ve ne yazık ki aileniz için tek yol var: Saddam Hüseyin veya Kaddafi gibi ölüm. Ya da La Haye’da sterilize edilmiş bir hücrede müebbet hapis” diyerek açıkça tehdit etikleri zaman dünyadan hiç ses çıkmamıştı. Orhan Pamuk ve arkadaşları -daha sonra Alfred Grosser, mektubun sonundaki tehditlerin ‘hakikaten kabul edilemez’ olduğunu bildirdi ve metinden imzasını çekti-  kaleme aldıkları bir mektupla emperyalizmin Suriye halkına karşı işlediği insanlık suçlarına açıkça alet oldular.

Suriye genelinde, yaklaşık 11,7 milyon insanın insani yardıma ihtiyacı olduğu tahmin ediliyor. Suriye’de devam eden savaş 388 milyar dolarlık ekonomik zarara yol açtı. Yol, altyapı, binaların tahribatı 120 milyar dolarlık zarar yarattı. Savaş süresince verimlilik düşüşü nedeniyle Suriye’nin Gayrı Safi Yurtiçi Hâsılası’ndaki kayıp ise 268 milyar dolar olarak hesap ediliyor. Tahminlere göre Suriye’deki savaşta şimdiye kadar 400 bin kişi – gerçekte 500 binden fazla olduğunu tahmin ediliyor- yaşamını yitirdi. 22 milyonluk ülke nüfusunun yarısı evlerini terk etmek zorunda kaldı ve en az 5 milyon Suriyeli başka ülkelere göç etmek zorunda bırakıldı.

Bu arada inşaat makineleri üreticisi olan Caterpillar, cihatçı çetelere yeraltı ağlarının inşası için gerekli olan tünel yapım makinelerini sattı.

Franco-Swiss çimento üreticisi Lafargeholcim, diğer hizmetlerin yanı sıra sığınak inşası için 6 milyon ton çimento üretti.

Japon otomobil üreticisi Toyota, IŞID’ı yeni araçları ile donattı.

1990’larda Yugoslavya’ya da bugün Suriye’ye de yönelik “operasyonların” merkezinde emperyalizmin politikaları olduğunu, saldırganlığın bizzat emperyalist merkezlerce onların taşeronları –IŞİD, el Nusra, ÖSO vs.- vekâletiyle sürdürüldüğü bütün dünyanın gözleri önüne serilmişken, bunu görmezden gelerek bir sufli bir hümanizm gerekçelendirmesi yapmak, körlüğün ötesinde işbirlikçiliğe tekabül eder.

Arkasındaki ideolojik konumlanış ise açıktır ki, “küreselleşme” ve “yerelleşme” safsatalarının insanlığı soktuğu karanlıktır.

Şimdi tekrar soralım: Nobel ödüllerine bakarken neyi görmek gerekir?

 

[1] https://www.sueddeutsche.de/kultur/peter-handke-gerechtigkeit-fuer-serbien-reisereportage-reisebericht-1.4647433

[2] Handke, P. (1997). Tuna, Sava, Morava ve Drina’ya Bir Kış Yolculuğu – Ya da Sırbistan’a Adalet – Bir Kış Yolculuğu’na Yaz Eki Çev. Sezer Duru. İstanbul: Telos Yayıncılık.

[3]  https://tr.sputniknews.com/infografik/201903241038368135-nato-yugoslavya-saldiri-bombardiman-kosovo/