"Tersine" bir Robin Hood örneği, yoksuldan alıp zengine vermenin aracı: Yerel yönetimler

Emekçi halkın ürettiği değerlerin sermayeye aktarılma araçlarından biri olan yerel yönetimler, yolsuzluğun da merkezi de haline geldi. 

Yerel yönetim seçimlerine yaklaştıkça siyasi parti adaylarının vaatleri de ortaya saçılıyor. Siyasi iktidarın “devletin bekası” söylemi üzerine kurduğu seçim stratejisi, yerelde ise 25 yıla yaklaşan siyasal İslamcı belediyelerin “öz eleştirisi” haline dönüştü. Meclis muhalefetinin “adaylık süreciyle” çalkalandığı gözlemlenirken, bu partilerin adaylarının siyasi iktidardan farklı olmayan vaatleriyle emekçi halkın karşısına çıkması dikkat çekiyor.

YEREL YÖNETİMLERDE “BAL TUTAN PARMAĞINI NASIL YALAR?”

Seçimlere bu şekilde girilirken, yerel yönetimlerin “kaynak tüketen” ve “yandaşları zengin etme” aracı haline gelmesi vatandaşı bezdirmiş durumda. AKP’li belediyeler en borçlu ve en çok kaynak tüketen belediyeler olurken, az sayıdaki meclis muhalefetinin belediyeleri ise “başarısızlıklarla” dolu karnesi ile dikkat çekiyor. Dolayısıyla yerel yönetimler “bal tutanın parmağını yaladığı” kurumlar haline dönüşürken, belediye yasaları da bunun oluşmasına zemin hazırlayacak bir yasal çerçeveye sahip.

Büyükşehir Belediye Kanunu ve İl Belediyeleri Kanunu, yerel yönetimlerin hukuki çerçevesini oluştururken, bu kurumlara altyapı, sağlık, eğitim, ulaşım, kültür-sanat alanlarında bir dizi yetki ve sorumluluk tanımlanmış durumda. Bu çerçevede gelirlerin ve giderlerin yasal çerçevesi belediyeler için sınırlandırılırken, bu sınırlandırma sermaye sınıfının çıkarlarını örten bir anlayışla oluşturulmuş durumda.

Genel olarak yerel yönetimlerin gelirleri öz gelirler ve transfer gelirleri olarak ikiye ayrılıyor. Belediyelerin öz gelirleri, toplanan vergi, harç, bağış ve bağlı şirket paylarından gelirken, transfer gelirleri genel olarak merkezi bütçeden ayrılan payları oluşturuyor. 2008-2014 arasını kapsayan verilerde belediyelerin bütçelerinin yüzde 35’ini öz gelirler oluştururken, yüzde 65’ini ise merkezi bütçeden aktarılan paylar oluşturduğu gözlemleniyor.

MERKEZİ BÜTÇEDEN ALINAN PAY, FAİZ VE İHALE İLE SERMAYEYE GİDİYOR

Ancak ülkenin en büyük üç şehrini oluşturan Ankara, İstanbul ve İzmir’de durum farklı. Her üç belediyede de merkezi bütçe paylarından ayrılan gelirler daha büyük. Özellikle İzmir ve İstanbul’da bu oranlar çok yüksek. İstanbul’da merkezi bütçeden ayrılan pay, toplam bütçenin yüzde 75’ini oluşturuyor. İzmir’de ise bu gelirler yüzde 80’nin üzerinde. Bu tablo, belediye gelirlerinin büyük oranda “merkezden” belirlendiğini gösteriyor. Ancak giderlerin mantığı daha farklı.

Yerel yönetimlerin giderleri gene aynı kanun ile belirlenmiş durumda. Ancak giderlerin önemli bir çoğunluğunu sermaye giderleri ve mal/hizmet alımları oluşturuyor. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin giderlerinin önemli bir çoğunluğunu sermaye giderleri oluşturuyor. Kesin hesapların açıklandığı 2014-2015 yıllarında toplam bütçenin yüzde 53’ü bu gider tipine harcandı.

Sermaye giderleri genel olarak her türlü inşaat faaliyeti ve alt yapı yatırımlarını da içeren harcamaları oluşturuyor. Dolayısıyla bu harcama kaleminin en büyük kısmı iskân faaliyetlerine ayrılmış durumda. Sadece iskân faaliyetleri bütçenin dörtte birini oluşturuyor. Mal alımları da aynı şekilde giderlerin yüzde 25’inden fazlasını oluşturuyor.

Ancak bu yatırımların önemli bir çoğunluğu ihaleler aracılığıyla özel kuruluşlara aktarılıyor. Pek çok altyapı yatırımı özel aracılar tarafından gerçekleştirilirken, belediye iştirakleri de bu değer yaratımından pay alıyor. Örneğin KİPTAŞ 2017 yılında 266,5 milyon TL’lik geliri böyle süreçlerden elde ederken, bu gelir İBB kaynaklarına aktarılmadı. Böylece yerel yönetimler sadece toprak rantının değil, inşaat faaliyetinin yarattığı artı değeri de sermayeye aktarmanın bir aracı haline gelmiş durumda.

Bu iki kaynak dışında faiz giderleri de son yıllarda belediye bütçelerinde ciddi artış gösterdi. Sadece İBB’nin bütçesinde 2019 yılında faiz giderleri 5 kat artarak 1 milyar TL’yi aştı. İBB 2019’da 3,5 milyar TL’den fazla bütçe açığı vermesi düşünüldüğünde, bu açığın üçte biri faiz kaynaklı. Durum İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde de farksız. İzmir’de 2019 yılında faiz giderleri 300 milyon TL’ye dayanacak. Böylece İzmir’in bütçe açığının üçte biri faiz giderleri kaynaklı olacak.

Belediyeler bu araçlarla mali sermayenin kontrolüne girerken, aynı zamanda yolsuzlukların da önü açılıyor. Sadece İBB’de 2017 yılında Sayıştay 750 milyon TL’yi aşan bir usulsüzlük tespit edildi. 2012-2016 yıllarında İBB’de belediye kuruluşlarında 5 milyar TL’yi aşan bir yolsuzluk tespit edilmişti. Bu yolsuzlukların önemli kaynağı, belediye taşınmazlarının özel kuruluş ve dini topluluklara bedelsiz devri ya da kiralanmasından kaynaklanıyor.

BELEDİYELERİN KAYNAK SORUNU DEĞİL, SERMAYE SORUNU VAR!

Tüm bu olanlara karşın yerel yönetimler sermayenin değil, emekçi halkın hizmetine çalışma imkânı bulunuyor. Ovacık örneği, bunun en net somutlaştığı örnek olurken, yerel yönetimlerde sosyalizm programının en basit örnekleri bile emekçilerin kazanımı haline gelebilir. Bu kazanımlar, sermaye sınıfının iddia ettiği üzere kaynak problemi doğurmayacağı gibi, emekçi halkın gelişimini de hizmet edecek.

Bunun en somut örneği, gene mevcut bütçelerde. İstanbul’da ulaşımın iyileşmesi için 1,2 milyar TL’lik bir ücretsiz ulaşım hizmeti sağlanması yeterli. Bu da İETT’deki bütçe yanlışlıklarının giderilmesi ile mümkün. Gene aynı şekilde, bütçenin yüzde 1 ile ücretsiz deniz ulaşımı İstanbul’da sağlanabilir. Üstelik bu şekilde deniz ulaşımının payı üç kat artarak, İstanbul trafiği de rahatlayabilir!

Benzer bir durum, İzmir için de geçerli. Tüm yatırımlarla birlikte, İzmir’de faiz ve rant giderleri ortadan kaldırıldığında bütçe açığı yarı yarıya düşürülüyor. Dahası İzmir’de ulaşım, kültür-sanat ve eğitim alanlarında ücretsiz ve geniş bir hizmet ağı sağlanabiliyor.

Tüm bunların gerçekleşmesi, işçi sınıfının örgütlü mücadelesine yakından bağlı. Böylece yerel yönetimler, tersine Robin Hood örnekleri olmaktan çıkarak, asıl gereken işlevine kavuşacaklar.