Sudan “bahar” ile kandırılır mı?

Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yakınlığı ile tanınan ve 1989’da bir askeri darbeyle iktidara gelen Ömer el Beşir bir başka askeri darbeyle iktidardan indirildi. Ülkede yaşanan gelişmeler ise emperyalizmin iç savaşlarla bölünen Afrika ülkesindeki petrol kaynakları üzerinden paylaşım kavgasının devam ettiğini gösteriyor. Halkın bir diktatöre karşı protestoları ise yönünü arıyor.

Sudan “bahar” ile kandırılır mı?
ZAFER AKSEL ÇEKİÇ

Sudan son olarak 19 Aralık 2018’de başlayan ve devam eden halkın Ömer el Beşir’e ve onun düzenine karşı protestoları ile çalkalanıyor. Türkiye’nin Erdoğan’ın dostu olarak tanıdığı Beşir 1989’da askeri darbeyle iktidara geldikten sonra başlayan 30 yıllık iktidarında ülkenin İslamcılaştırılmasını temel ideolojik yönelim olarak belirlemiştir.

Bu süreçte ülke batıdaki Darfur’da Müslüman Arap kökenli hükümet ve destekçisi kabilelerin Afrika kökenli kabilelere yönelik soykırımı ile hükümetin Güney Sudan’daki Hristiyanlar ile Afrikalı yerel inanç mensuplarına yönelik saldırılarının ardından bölgenin ülkeden ayrılıp bağımsızlığını kazanması gibi iki büyük çatışma yaşadı.

Bugün Sudan, ülkedeki petrol yataklarının önemli bir kısmının Güney Sudan’da kalmasının ve İslamcılık dayatmasıyla toplumsal yapısının dağılmasına bağlı olarak artan ekonomik zorluklar ve yoksulluk nedeniyle Ömer el Beşir’in 30 yıllık iktidarını sona getiriyor.

EMPERYALİZM VE ÇİN DENKLEMİNDE AFRİKA

Sudan özelinde yaşananları değerlendirmeden önce Afrika kıtasının emperyalist Batı ve Çin ile olan ilişkilerine genel olarak bakmak yararlı olacaktır. Yüzyıllar boyunca başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin sömürgesi olan Afrika, içinde bulunduğumuz yüzyılda ise Çin ile katlanarak büyüyen ekonomik ilişkiler kurmuş durumda.

Kıta Çin ekonomisinin büyümesine ve bunun için ihtiyaç duyduğu hammaddelere kaynaklık ediyor. 2000 yılında 10 milyar dolar düzeyinde olan Çin-Afrika ticaret hacmi geçtiğimiz yıl 200 milyar dolara ulaşan bir hacme ulaştı. Özellikle son yıllarda bu ticaretin yönünün Çin’den Afrika’ya doğru yöneldiği de söylenebilir.

Afrika Çin açısından aynı zamanda önemli bir enerji kaynağı. Çin hala enerji ihtiyaçlarını büyük ölçüde Ortadoğu’dan karşılasa da ihtiyacının %30’u kadarını da Afrika’dan ve çoğu zaman doğrudan yatırımlar yaparak karşılıyor. Çin’in Sudan’daki petrol boru hattı ve çeşitli petrol sahalarındaki yatırımlarının yanı sıra Nijerya, Angola, Gabon gibi ülkelerde de petrol sahalarına yatırımları bulunuyor.

Kıta’nın Çin ekonomisi açısından daha büyük değeri ise Çin’in ucuz ürünlerinin yerel ve uluslararası rekabetten fazla etkilenmeden kendisine pazar yaratabiliyor olması. Düşük kalitede ve üretim fazlası Çin ürünleri Afrika’da karlı bir ticarete konu olabiliyor. Bu durum kıtada yerli sanayinin gelişmesini engellese de özellikle Çin’in hızlı büyüme döneminde bir emniyet sigortası görevi görmüştü.

Çin’in Afrika’da kurduğu ekonomik serbest bölgeler ile birlikte çok büyük altyapı yatırımlarına da destek verdiği görülüyor. Bir kısmı tamamlanan bir kısmı ise devam etmekte olan bu projeler ile Çin’in hammadde ihtiyaçlarına erişim maliyetleri düşürülmeye çalışılıyor.

Emperyalizm tarafına baktığımızda ise tablo biraz daha farklı görülüyor. ABD ve Avrupalı güçler Afrika ülkelerinin kaynaklarını sömürseler de bu ülkeleri birer pazar olarak fazla ciddiye almadıkları söylenebilir. Öte yandan, Çin’in kıtada geliştirdiği etkinliğin onları rahatsız ettiği de söylenmeli. Bu açıdan kıtanın önümüzdeki dönemde daha çok müdahale göreceği beklenmeli.

BEŞİR’İN DEVRİLMESİNE GİDEN YOL

Sudan’da protestolar ilk değil. Esasında 2018 başında da benzer protestolar yaşanmıştı. Ancak bu protestolar o dönemde tutuklamalar ve diğer tedbirlerle bastırılmıştı.

Önceki protestolar gibi 19 Aralık’ta başlayan son protesto dalgası da ekmeğin fiyatının üç katına çıkması üzerine başladı. Aralık ayında başlayan protestolar ile birlikte ülkedeki servis sağlayıcıların da dahil olduğu şekilde internete ağır sansür uygulamaları ve sokağa çıkma yasakları başlatıldı.

Ocak ayına gelindiğinde 19 kişinin öldürüldüğü gösterilerde yüzlerce hükümet karşıtı da tutuklandı. Şubat ayında ise Beşir yönetimi kontrol altına alamadığı protestolara karşı basına ağır bir sansür uygulamaya başladı. Bazı gazeteler sansürün boyutunu göstermek için boş sayfalarla çıkarken hükümet gazetelerin baskı araçlarına el koyuyordu.

Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır gibi önde gelen Arap ülkelerinin Beşir’in indirilmesinde anlaştıkları dedikodularına karşı Beşir olağanüstü hal ilan etti. Bu arada merkezi ve bölgesel hükümetleri de dağıttı. Beşir’in dolaylı olarak başkanlık yarışına girmeyeceğini açıklaması ve partisinin genel başkanlığını bırakması ise yeterli olmadı. Beşir kendi kurduğu olağanüstü mahkemelerin verdiği cezaları affetti.

Bu genel çerçevede girilen Nisan ayı ise protestoların yükselmesine ve Beşir yönetiminin devrilmesine giden yolu açtı. Cezayir’deki protestoların ardından Abdülaziz Buteflika’nın görevi bırakmasından sonra 6 Nisan’da Hartum’daki Genelkurmay karargahı önüne yapılan çağrı bir oturma eylemine dönüştü. Ordu güçleri göstericilerden yana tavır alırken Beşir’in polis ve istihbarat güçlerine karşı onları korudu.

8 Nisan’dan itibaren amaç artık yeni bir hükümet kurulmasıydı. Bu tartışmalar arasında 11 Nisan’da ordu yönetime el koyduğunu açıklayarak darbeyi duyurdu. Beşir muhalifleri ise Beşir döneminin yöneticilerinin başında olacağı bir hükümet istemediklerini açıklayarak darbeye karşı durdular. Darbenin ardından ilan edilen sokağa çıkma yasağı tanınmadı.

Bu tartışmalar arasında darbe yönetiminin başındaki isim değişti. Askeri Geçiş Konseyi’nin başkanı Orgeneral Avad Muhammed Ahmed bin Avf görevi bıraktığını açıkladı ve yerini Korgeneral Abdül Fettah Abdülrahman el Burhan’a bıraktı. Burhan, göstericilerle oturma eylemi sırasında görüşen asker olması ve Darfur soykırımı nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak istenen kişilerden olmaması dikkat çekerken13 Nisan’dan itibaren ordu ve muhalifler arasında görüşmeler başladı.

Bu görüşmelerde, Beşir dönemi yetkilileri görevden alınması, Savunma ve İçişleri dışındaki bakanlıkların ve başbakanlığın sivillere bırakılması, Beşir’in partisi Ulusal Kongre Partisi’nin hükümetlere alınmaması, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve ülkedeki en yetkili üç savcının görevine son verilmesi gibi konularda anlaşıldı.

SUDAN NEREYE?

Sudan Komünist Partisi’nin de aralarında bulunduğu Özgürlük ve Değişim Güçleri, askeri darbeyi emperyalizm ve bölgedeki gerici hükümetlerin bir oyunu olarak değerlendirmeyi sürdürüyor. Sokaktaki kitlelerin birliğine yapılan vurgunun karşılık bulduğu görülürken kararlı duruşun darbe yönetimine geri adım attırmasına rağmen yeterli görülmediği anlaşılıyor.

Sudan’ın Mısır’ın Sisi’ye teslim edilmesi gibi bir kaderle karşılaşmaması için mücadelenin sürdürülmesinin karşılığında 3 aylık bir olağanüstü hal ve 2 yıllık bir geçiş sürecinden bir ay içerisinde sivil hükümetin kurulmasına gelinmesine rağmen sokakların bırakılmaması ve gösterilerin barışçı yapısının korunması çağrıları yapılıyor.

Tüm bu tabloda “Arap Baharı”nın izlerini ve ondan çıkartılan dersleri görmek mümkün. Arap ülkelerinde bir İslamcı yönetimin daha devrilmiş olması şu anda elimizdeki en temel gerçek. Ancak emperyalizmin önemli petrol kaynaklarına sahip Sudan’ı başı boş bırakacağını düşünmek mümkün değil. Nitekim Tayyip Erdoğan’ın Sudan’daki darbeye karşı göstermelik dahi olsa Mısır’da aldığı tavrı almaması bir işaret sayılmalı.

Sudan’da komünistler ve halk “bahar”a kanmayacaklarını haykırıyor.