AKP’nin Suriye politikası: Hayaller Paris, gerçekler Eminönü

Emperyalistler, İsrail, ABD işbirlikçisi gerici Körfez ülkeleri ve cihatçılar Suriye’ye “çullandılar. ”Bu emperyalist plan baştan çizilmişti, ılımlı-uyumlu İslam tam da bu zaman devreye girmişti. Ve AKP işte böylesi uluslararası bir planın Türkiye’de batı tarafından desteklenen ayağı ve rol modeli olarak öne çıkarılmıştı.Büyük güçler vekalet savaşı yürüttü. AKP, buradan pay kapmaya çalıştı.

AKP’nin Suriye politikası: Hayaller Paris, gerçekler Eminönü
Ali Ateş

 

Türkiye açısından, özelde Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı açısından ve daha da özelde ise devlet açısından Suriye politikasının dünden bugüne ya da başından sonuna kadar geldiği yer neresidir?

Bu soru sorulmadan, bugün AKP tarafından Suriye konusunda dile getirilen “başarı, kahramanlık, dirayet, güçlü liderlik” gibi sözlerin hamasetten ibaret olduğunu göremeyiz. AKP’nin belki de en güçlü tarafı bu. Olmayanı olmuş gibi, yalanı gerçekmiş gibi, atıp tutmayı başarıymış gibi lanse etmeyi iyi biliyor.

Ne de olsa Pelikan’ı kuranlar bunlar. Pelikancılık AKP’nin ruhuna işlemiştir. 31 Mart İstanbul Büyükşehir seçimlerinde Pelikancıların iddialarını unutabilen var mı? Sahte seçmen, sandık kurullarında FETÖcüler, mükerrer oy, insanların tipine bakıp sandık kurullarının AKP oylarını sildiği iddiası, daha neler neler… Polis evleri bastı, sahte seçmen aradı, tutmadı. Sandık kurulları iddiası boşa düştü.

Şaşırdık mı? Kabataş ya da Dolmabahçe Camii’nde bira içtiler yalanları? Ya da ezanı ıslıkladılar içerikli kuyruklu yalan?

Pelikancılık budur!

Aynı şekilde söz konusu Suriye olunca, AKP, savaşın başladığı tarihten bugüne hep yalana, manipülasyona, demagojiye, hamasete sarılıp durdu.

Hani Türkiye 12 gözlem noktası kuracaktı? Şimdi Suriye, Türkiye sınırında 15 gözlem noktası kuruyor.

Hani Fırat’ın doğusundan Irak sınırına kadar güvenli bölge oluşturulacaktı? Suriye, kendi topraklarında yeniden egemen bir devlet haline geliyor. Türkiye’ye, başından beri 120 km’lik bir alan açmışlardı. Hem de başından beri. Ama AKP hamaset yapmaya devam etti.

Hani 30 km derinliğe inilecekti? Arap nüfusunun yoğun yaşadığı 120 km’lik alan dışında Türkiye’ye sadece 10 km derinlikte devriye atmak düştü. Hem de Ruslarla birlikte.

Hani Münbiç’e girilecekti, ABD orayı Türkiye’ye bırakmıştı, ancak hep oyalıyordu. Şimdi Münbiç ilçesi Suriye ordusunun kontrolünde ve Erdoğan zaten biz orayı istemiyorduk diyor.

Hani Esad ve rejim diktatördü. Kala kala mevcut Suriye yönetimiyle imzalanan Adana Mutabakatı’na kalındı. Adana Mutabakatı’nı gündeme getirmek, metnin altına imza atanları tanımak ve meşru saymak anlamına gelmez mi?

Hani Suriye yönetimi kimyasal silah kullanmıştı? Trump “Obama yüzünden Suriye’deyiz, kimyasal silah vs. yok” diyerek hem kendilerinin hem de AKP’nin yalanını açığı çıkarttı.

Hani ABD’nin oyunlarını bozuyorduk? ABD ile masaya oturup, bir güzel anlaştılar, AKP’nin Kürt siyasetinin hamisi olduğunu yaptıkları anlaşmayla tescil ettiler. (Bunun Kürt siyasetini ilgilendiren tarafı da var. Ama o başka bir yazının konusu.)

“Emevi Camii’nde namaz kılacağız” diyenler bugün “Suriye’nin toprağında gözümüz yok” sözünü üzerine basa basa tekrar edip duruyorlar. Hayırdır demezler mi?

Başarısızlık mı, yanlıştan dönme mi, evdeki hesabın çarşıya uymaması mı? Yoksa “alçaktan at kardeşim” durumu mu?

Suudi Arabistan’la bile İslam Ordusu kurulmuş, Türk askeri geçit törenine bile katılmıştı. Ne oldu İslam Ordusu?

Bütün bu gelişmeler, aslında Suriye konusu veri alındığında, bütün hamasi söylemine rağmen büyük güçlerin kontrolünde AKP’nin sıkışmasından başka bir şey değildir. Utanmadan, “dünyanın iki büyük gücünün, ABD ve Rusya’nın, onayını aldık” demezler mi?

Hani dünya beşten büyüktü?

Yukarıdaki “hani” ile başlayan cümleler meselenin çerezi. Asıl mesele, Suriye’de “rejim” değişikliği için emperyalist ABD’nin peşinden gidip, sonra ABD’nin Suriye’yi bölme planlarını göremeyecek kadar kör olunması ile ilgilidir.

Asıl sorun, zamanında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde emperyalist ABD’nin o dönemki başkanı Obama’yı konuşturup alkışlayacak kadar emperyalizme hayranlık duyulması ve peşinden gidilmesidir.

Davutoğlu, Hillary Clinton ile “çak” yapıyordu!

Asıl sorun, “uyumlu İslamcılık” adıyla pohpohlanıp, neo-Osmanlıcı dış politikaya geçişi “yeni vizyon” diye yutturup, siyasal İslamcı denemenin Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmesi ve bütün bu adımların ise İsrail’in güvenliği ve petrol için yapıldığının ortaya çıkması değil midir? Siyasal İslamcılık, neo-Osmanlıcılık, pan-İslamizm başarısız olmuş, AKP yine de kendisini başarılı sayacak kadar atıp tutmaktan çekinmemektedir.

Kala kala Mustafa Kemal’in kalpaklı fotoğrafı önünde fotoğraf vermek kalmıştır.

Şimdi yandaşların ve genel olarak AKP’nin temsil ettiği sağ düşüncenin ara ara söylediği şu tezi gündeme getirme zamanı: “Yıllardır Suriye PKK’yi besledi, korudu, bize saldırttı. Biz de ÖSO ile karşılık verdik. Oh olsun”. tezi. Bir nevi kendini meşrulaştırma ve aklama psikolojisi bu.

Peki Adana Mutabakatı? Adana Mutabakatı’nın Suriye devleti ile imzalanmasından sonra Türkiye açısından bir tehdit olarak görülen PKK’nin Suriye’de alanı daraltılmışken, Suriye’ye dönük “emperyalist çullanma” politikasının ortağı olarak emperyalistlerin Suriye’yi bölme politikasının ÖSO üzerinden örneğini teşkil ettiğinizde, Kürt siyaseti üzerinden Suriye’nin bölünmesinin nedeni haline geldiğiniz ve buna meşruiyet kattığınız hiç mi aklınıza gelmez? AKP’nin Suriye’de ortaklık kurup savaşı körüklediği bir sürecin sonucu olarak bugün Suriye’de Kürt siyasetinin geldiği yere gökten zembille inilmedi. AKP ve yandaşlar ne anlatıyor?

Bırakın fasit daireyi, Türkiye açısından daha geriye düşülen bir nokta nasıl başarı olarak sunulabilir? Var mı bunun izahı?

Ya da “terör koridoruna izin vermeyeceğiz” diye yola çıkan AKP, bugün Kürt siyasi hareketinin geldiği yerin ABD ve Rusya ve İran ve hatta Suriye tarafından bile kabul edildiği bir durumla karşı karşıya değil mi? Sadece Türkiye sınırından daha aşağıya indirilmiş bir durum, “terör koridorunu” önledik ya da “ABD oyunlarını bozduk” diye anlaşılabilir mi?

Ama “Barış Pınarı Operasyonu’nu yapmasaydık, daha beter olmaz mıydı” diyenleri duyar gibiyim. Yanıtı sarih: 2001 yılında emperyalizmin savaşına ortak olmasaydık, sınırları cihatçılara kapatsaydık, Emevi Camii’nde namaz kılacağız diye hayallere kapılmasaydık, ABD’nin peşinden gitmeseydik daha iyi olmaz mıydı?

Kesin olan bir şey var: Bu sonuç ortaya çıkmazdı.

Ancak düşündükleri başka bir şey de şuydu: “Irak’ın kuzeyinde Barzani bölgesi oluştu, keşke müdahale etseydik” diyen bir akıl yürütme var karşımızda. Yine aynı şekilde Suriye’de benzer bir tablodan korkunun sonucudur bu politika. “1 Mart tezkeresine evet deseydik böyle olmazdı” diyen ve o zaman Türkiye’ye on binlerce ABD askerinin yerleşmesine izin vermek gerektiğini düşünen yine aynı AKP’dir. Hatta AKP, bütün planlarını Amerikancılık üzerine kurmuş, Suriye’de “rejimin” düşeceğini zannetmişti. Ne İran ne Rusya ne de Suriye halkının direnişini hesap edemeyen bir dış politika! Hem Amerikancı hem İslamcı hem mezhepçi hem de akılsız!

Bir de bakınız; AKP yüzünden bugün Türkiye’nin elinde kalan ÖSO’cuların hamiliği. Aslında Türkiye, bir yandan İdlib’de askeri gözlem noktalarıyla HTŞ başta olmak üzere cihatçıların güvenliğini üstlenen bir görüntü veriyor diğer yandan yine cihatçı karakteri belli olan ve “savaş suçu” işlediğine dair iddialarla anılan ÖSO’nun destekçisi durumunda. Türkiye, bugün cihatçı çetelerle birlikte anılıyor.

Bu mudur başarı? Bu mudur Ortadoğu açılımı?

3,5 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı Türkiye’ye gelmiş, cihatçılar Türkiye’nin elinde kalmış, ÖSO’nun ne olacağı belli değil, bombalı katliamlarla ülkemizde büyük acılar yaşanmış, karşı çıktığı YPG Suriye’de politik bir zemin kazanmış, YPG’nin çekilmesini bile Rusya ve ABD’den isteyen bir durum oluşmuş.

Bu mudur başarı? Siyasal İslamcılığın ve özelde AKP’nin dış politikadaki geldiği nokta aşağı yukarı buyken bugün bu tablonun milliyetçi hamasetle propaganda edilmesi tuhaf değil mi?

Barış Pınarı Operasyonu’nun başlaması ile birlikte önemli gelişmeler oldu. ABD ve Rusya ile anlaşmalar yaptı AKP. Çok sözler söylendi, çok şeyler yazıldı. Bunlar bize aksettirilenler.

Bir de ABD ve Rusya arasında ne konuşuldu? Rusya ile Suriye hangi konularda anlaştı? Kürt siyaseti ile ABD arasında, Kürt siyaseti ile Rusya arasında ve Kürt siyaseti ile Suriye yönetimi arasında ne bağlandı? Bilen var mı? Peki ya İran ve İsrail?

Söylenenler belli, peki söylenmeyenler? Ya da bütün bu süreçte sorulması gereken bazı olguları art arda sıralayarak ortadaki büyük fotoğrafı görmemiz pekâlâ mümkün hale gelebilir.

İsrail’in sessizliğini koruduğunun altı çizilmeli. Son Soçi zirvesinde İran yoktu.

Rusya ve Türkiye arasında yapılan anlaşmada İdlib niye hiçbir şekilde gündeme getirilmedi? Esad neyi ve niye kabul etti? Yoksa bir pazarlık mı var? ABD ve Rusya arasında, yani AKP’nin dünyanın iki büyük gücü dediği, nasıl bir mutabakat var? Suriye’de yeni anayasa sürecinde Kürtlere bir şey vaat edildi mi? Petrol kuyuları konusunda acaba Rusya-Suriye ile ABD arasında bir anlaşma mı yapıld? Trump niye “petrolü güvence altına aldık” dedi? Petrol gelirlerinin Kürtlere mi yoksa Suriye’ye mi bırakılacağı konusu niye tartışılıyor?

Şimdi 8 yıllık Suriye savaşının geldiği durum açık değil mi? Kürt siyasi hareketi, politik ve askeri bir güç olarak varlığını koruyor, Suriye’de mevcut yönetim tarafından tanınabilir, İran’da bir huzursuzluk var, ABD Kongresi’nde yaptırım kararları geçirtilmiyor, mülteci sorunu yine Erdoğan’a çözdürülüyor. Ancak cihatçı çeteler sorunu olduğu gibi duruyor! Hem de İdlib’de Türk askeri gözlem noktalarının çerçevelediği bir alanda.

Yaşanan sürecin özeti şudur: Emperyalistler, İsrail, ABD işbirlikçisi gerici Körfez ülkeleri ve cihatçılar Suriye’ye “çullandılar. ” Bu emperyalist plan baştan çizilmişti, ılımlı-uyumlu İslam tam da bu zaman devreye girmişti. Ve AKP işte böylesi uluslararası bir planın Türkiye’de batı tarafından desteklenen ayağı ve rol modeli olarak öne çıkarılmıştı.

Büyük güçler vekalet savaşı yürüttü. AKP, buradan pay kapmaya çalıştı. Tıpkı YPG gibi. Gelinen noktada, büyük güçlerin çizdiği sınırlı alanda dış siyasette açılım yaptığını zanneden bir zihniyete; ara ara çizilen sınırların dışına çıkmaya çalışan Erdoğan’a, her seferinden sınır gösterilmiş, Barış Pınarı Operasyonu sonrası bu sınır çok net çizilmiştir.

Şimdi AKP iktidarı, bu sınırların dışına çıkabilecek bir adım atamayacak durumdadır. Çünkü yaptığı anlaşmalar, sınırların bizzat AKP tarafından resmiyet kazanması anlamına gelmiştir.

Hayaller Paris diye yutturulmuş, gerçekler Eminönü’nde kalmıştır. Hem de yüzbinlerce insanın ölümü, milyonlarca insanın evinden yurdundan olması, bir ülkenin yıkımı pahasına!

Hem de Türk ve Kürt emekçileri arasında karşılıklı milliyetçiliğin yükselmesi ve düşmanlığın artması pahasına!

Hem de Türk ve Kürtlerin ölmesi pahasına!

Hem de ülkemizde IŞİD’in bombalı terörüyle kent meydanlarındaki katliamlar pahasına!

Hem de ülkemizdeki yoksulluk ve işsizlik varken harcanan savaş bütçesi pahasına!

Hem de ülkemizde 3,5 milyon Suriyeli sığınmacının düştüğü durum pahasına!

Hem de Ege’nin karanlık sularında can veren sığınmacılar pahasına!

Şimdi anayasasında laiklik yazan ama Suriye’de cihatçıların garantörü durumunda kalmış bir Türkiye var!

Yazık!

Şimdi geriye kalan tek şey şu: Bazı yazarların “eğer Türkiye’de Oslo görüşmeleri başarılı olsaydı, Türkiye barışı tesis etseydi, büyük güçlerin Ortadoğu hesapları ve Büyük Ortadoğu Projesi iflas ederdi” tezi… Bunu, başka bir yazıda ele almak gerekecek…