Kriz ve emekçiler

Kısacası tam bir tahterevalli; yukarıdakilerin yukarıda durması için aşağıdakilerin aşağıda kalması, yukarıdakilerin daha da yukarıya çıkabilmesi için de aşağıdakilerin daha da aşağıya inmesi gerekiyor. Sistemi bundan daha iyi ne anlatabilir ki! Böylesi bozuk gelir dağılımında, zengin zenginleşir, fakir de fakirleşirken kapitalizm dünyasına özgü burjuva adaleti dahi sağlanamaz.

Prof. Dr. İzzettin Önder

 

Türkiye İstatistik Kurumu 2018 yılına ait Gelir ve Yaşam koşulları araştırmasını yayınladı. Verilen bilgiler hiç de iç açıcı değil, fakat normal. Bilgiler orta gelir gurubunun eriyip kutuplaşma ortamında adaletsizliği sergiliyor, çevresel konumlu kalkınma çabaları içindeki kapitalist bir ülkede daha başka ne beklenirdi ki! Verilere göre, zenginler daha da zenginleşmiş, fakirler daha da fakirleşmişler. Yaratılan gelirin % 47,6’sını nüfusun en tepesindeki % 20’lik grup alıyor. Nüfusun % 80’i geri kalan gelir üzerinde birbiriyle boğuşuyor. İşin ilginci nüfusun en yoksul % 20’si de 2017 yılında toplam gelirin % 6,3’ünü alırken, bu oran 2018 yılında % 6,1’e gerilemiş. Kısacası tam bir tahterevalli; yukarıdakilerin yukarıda durması için aşağıdakilerin aşağıda kalması, yukarıdakilerin daha da yukarıya çıkabilmesi için de aşağıdakilerin daha da aşağıya inmesi gerekiyor. Sistemi bundan daha iyi ne anlatabilir ki! Böylesi bozuk gelir dağılımında, zengin zenginleşir, fakir de fakirleşirken kapitalizm dünyasına özgü burjuva adaleti dahi sağlanamaz.

Böylesi bozuk gelir dağılımını farklı grupların topluma yaptıkları katkı ile ölçebilir miyiz? Diğer bir deyişle, yoksulların topluma çok az katkı yaptıkları için yoksullaştığını, buna karşın varsılların topluma büyük katkı yaptığı için varsıllığı hak ettiklerini ileri sürebilir miyiz? Başka bir yerde yazmış olduğum bir paragrafı, müsaadeleriyle, burada yinelemek istiyorum. “Soma kömür madeni felaketinden sağ kurtulan bir emekçinin kirli üstü başıyla ambulansa bindirilirken sergilediği tavır ve ayakkabılarının çıkartılması gerekir mi şeklindeki sorusu hepimizin içini dağlamadı mı? Bu tablo emekçinin, hatta belki de toplumun çoğunun bakış açısını yansıtıyordu. Oysa yerin kaç metre altında o emekçinin canı pahasına çıkardığı kömür olmasaydı ne sanayimiz çalışırdı ne de ev ya da iş yerlerimizdeki sıcak havaya kavuşurduk.” O emekçinin topluma katkısı karşılığında aldığı para, hatta saygısız siyasi yandaştan yediği tekme sizce uyuşuyor mu? Peki, siyasilerin topluma yaptığı katkı ile kendi kararları ile maaşlarına yaptıkları zam birbiriyle uyumlu mu? İşte kapitalizm budur; insanları belli kategorilere koyarak, ücretlerini kategorik olarak belirlemek ve statüyü insanlara kabul ettirmek! O kadar ki, madenden çıkan emekçi canını dahi düşünmeden kirli elbiseleri ile ambulansın beyaz örtülerini kirleteceğine dertleniyor. Hal böyle olunca, emekçi, ücreti ne olursa olsun, fiilen kendisine biçilen konumu nedeniyle sömürü altındadır. O nedenle, sistem mantığını kesinlikle gözlerden ırak tutmadan tüm düşünce ve analizlerimizi kurmalıyız.

Kriz oldu gibi düşünmeyelim; çünkü kapitalist sistem devamlı kriz içindedir; bizim kriz olarak algıladığımız ani veya olağanüstü çöküşler ise sistemin ayakta kalabilmesi için gerekli sistem ayarlama mekanizmalarıdır. Kriz kapitalizmin nefes alma ve yaşam süresini uzatma mekanizmasıdır. O nedenle, krizi okurken ve anlamaya çalışırken, sürecin anlık görüntülerini münferit oluşumlar olarak değil de, her oluşum ya da görüntüyü birbirini destekleyip ileri hamleye yönelerek, sürecin devamlılığını sağlamaya yönelik kendi içinde tutarlı bütünsellik olarak okumaya ve anlamaya yönelmeliyiz. Zira kapitalizm bir sistemdir; tüm yapıları ve işleyişi ile bütünsellik içinde çalışır. Sistemi ciddiye almazsak, mücadelede etkili strateji izleyemeyiz ev sonuç alamayız.

Kapitalizm toplumsal kategoriyi güç ilişkisine göre oluşturup, her mevkiye farklı sömürü oluşacak şekilde ücret kılıfı geçirmiştir. Bir bakıma salt kamu kesimi istihdamında değil, tüm istihdam alanlarında örtülü barem sistemi geçerlidir. Bu nedenledir ki, emekçinin aldığı ücret ya da maaş toplu pazarlık ya da sair şekillerde ne denli yükseltilirse yükseltilsin farklı şiddette sömürü devamlı olarak devrededir. Bu nedenledir ki, ücret ya da maaş zammı için mücadele haktır, fakat sonuçsuzdur. Bu şu demektir ki, ücret ya da maaş için mücadele edilecektir, fakat hiçbir zaman asıl hedef unutulmayıp, mücadele alanında canlı tutulacaktır. Emekçi mücadelesinin salt ücret veya maaşın miktarında yoğunlaşması sermaye çevrelerini emekçinin bilinçsizliği konusunda rahatlatarak güç kazanmasına ve mücadele gücünün yükseltilmesine yol açar. Oysa emekçilerin mücadele bayraklarını ücret ve maaşın üzerinde sisteme yönelttiklerini algılayan sermaye çevreleri kuşku ve tereddüde kapılarak, mücadelenin soğurtulabilmesi amacıyla daha verici olmaya razı olur. Böylece emekçi hem kısa vadeli avantaj sağlamış, hem de uzun vadeli hedefine kilitlenmede bilinç kazanmış olur.

Kriz dönemlerinde emekçilerin hem işsizlik hem de ücret düzeyi itibariyle alan kaybetmesi çok temelde iki sebepten kaynaklanır. Birincisi, bilebileceğimiz üzere, piyasaların daralması ve iş olanaklarının kısılmasıdır. Kapitalist sistemde bu durum oldukça anlaşılabilir ve sigorta sistemi ile hafifletilmeye çalışılabilen geçici durum olarak algılanır. İkinci temel sebep ise üretimde mekanizasyona geçerek, emek yerine makine kullanımının devreye alınmasıdır. Bu durum, acı bir şekilde emek birikiminin bizzat emekçi aleyhine devreye sokulması anlamına gelir. Kriz dönemlerinde bazen karşılaşılan bir durum da, kriz bahanesiyle fırsatçılık yaparak istihdam alanının daraltılmasıyla işsizliğin yaygınlaştırılmasıdır. Böylesi sebepler münferiden ya da toplu olarak emekçi gelirlerini eritirken, sermaye aktarılan artı değeri yükseltir. İşte o zaman zengin daha zengin, yoksul daha yoksul olur ve orta tabaka kaybolur.

İşsizliğin yükseldiği dönemlerde sermayenin devlete karşı gücü artar. Sermayeyi hem toplumsal ürün üretirken emek istihdam yeri olarak, hem de devleti vergi ile besleyen kaynak olarak gören kamu otoriteleri işlerin yavaşladığı dönemlerde sermayeye karşı olağan dönemlerdekinden daha hassas davranır. Hatta çok itiraz çeken işsizlik fonunun sermaye çevrelerine çeşitli vesilelerle aktarılmasının mantığında da, kapitalist devletin sermaye yanlısı olması yanında, krizde sermayeye karşı daha müsamahakâr davranarak, dolaylı yoldan emek istihdamına katkı yapma çabaları yatar. Elindeki kamu kuruluşlarını özelleştiren ve yoğun istihdam alanlarını özel kesime aktararak salt olabildiğince düzenleyici rolü üstlenen devletin aslında düzenleyicilik rolünü dahi yapamayacağı krizlerde netleşmektedir. Bu durum sermaye yandaşlarının lehine olduğundan medyada ve ana-akım iktisat öğretisinde fazla yansıtılmamaktadır. Böylece krizler varsılın yolunu açıp, sistemin yaşam süresini uzatırken, yoksulu sistem dışına iterek salt ekonomik gücünü değil, siyasi gücünü de törpüler. Bundan dolayıdır ki, işsizliğin yaygınlaştığı, emeğin yoksullaştığı dönemler grevlerin de zayıfladığı dönemlerdir.

İşsizlik dönemlerinde istihdam içi ve istihdam dışı tüm potansiyel emekçilerin birleşik cephe olarak harekete geçmeleri tek çıkar mücadele yoludur. Ne var ki, işsizliğin yükseldiği dönemlerde istihdam içindeki emekçinin en çetin rakibi –hatta düşmanı- maalesef işsizler ordusudur. İşsizler ordusunun yükselen bilincinin istihdam içindeki emekçilere yansıtılması, kapitalist sistemin mantığı ve işleyişi bağlamında istihdamın değil, işsizliğin bir gün kader olabileceği bilincinin yükseltilmesi tüm emekçileri bir araya getirebilecek sınıf bilincidir. Emekçi sınıfı tüm emekçileri, kaderde ve kıvançta bir bütün olarak kavranmadıkça ve emekçiler arasında organik dayanışma ağı kurulmadıkça, salt sendikal örgütlenme yöntemleri ile yol alınamayacağı anlaşılmalıdır. Kaldı ki, sarı sendikacılık yanında sendikaların anti-demokratik yönetime savrulması da resmi tamamlayan başka bir kapitalist ruhdur.