'Huzur Sokağı'nda bir gericinin ardından

"Şenler asıl olarak Emine ve Tayyip’i ve birçok genci evlendiren kişi olarak tanınıyor, bu kimliği ile öne çıkıyor. İşin ilginç yanı bu çöpçatanlık meselesinin neredeyse bütün gerici basında onu övmek için kullanılması. Bir insanın bu konudaki kabiliyeti ülkenin gündemine bu kadar oturmuş muydu bilinmez ama evlilik programlarını aratmadığı kesin."

'Huzur Sokağı'nda bir gericinin ardından

2015 yılında Halkalı Temapark’ta binlerce inşaat işçisi direnişe geçmiş ve medyada yer edinebilmişti. “İnşaat işçisi bu ülkenin gündemine iki şekilde gelir, ya ölerek ya direnerek…” cümlesi ise her gün ölüm haberlerini aldığımız işçileri için maalesef ki büyük bir gerçekliğe işaret ediyordu. Bu yüzden akıllardan hiç çıkmadı.

Kadınlar ise her geçen gün gelen cinayet haberleri ile işçilerin ölüm istatistiklerinin neredeyse üstüne çıktı.

AKP iktidarı ile birlikte işçilerin, kadınların ölüm haberleri artmaya hep devam etti. İşçilerin ölümü “fıtrat” diyerek geçiştirildi, kadınların ölümü üçüncü sayfa haberi olarak tutulmaya çalışıldı. Her iki başlıkta da gericiliğin ve sermaye düzeninin insan hayatını yok saydığı bariz bir şekilde ortada. Dolayısıyla geçtiğimiz günlerde Emine Bulut’un katledilmesi üzerine Diyanet’in “emanet” söylemi de kimseyi şaşırtmadı.

Peki kadın cinayetlerinin nedeni erkeklerin kötü olması ya da psikolojik sorunlarına indirgenebilir mi? Elbette hayır. Bir kadın patron, işçilerin ölümüne göz yumabilir örneğin, ya da bir gerici kadın kadınların katledilmesinin gerekçelerini ülke topraklarına yaymak için ant içmiş olabilir!

Örneğin hayatını anlatırken söyleminde kadını aşağılayarak cümleler kuran bir gerici kadın yazar neye hizmet eder peki?

“Yazarlardan herhangi birisi İslam aleyhinde, İslami olan bir şeyin aleyhinde alaylı ya da hakaretamiz veya münkir yani inkar edici bir ifade kullandığında hep ruhumdaki imtihan şuydu, neden, neden cevap verilmiyor? Neden yani, onun hitap ettiği zümre imanlı kişiler. Bu kadar da imanlı yazarımız var. Yani bir kadına mı kalacak? Bir genç kıza mı kalacak bunların cevabı?…”

Şule Yüksel Şenler, kadınların başını kapatması için, ‘erkeğin emaneti’ olduğunu hatırlatmak için Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar ulaşmaya çalıştı. Genç Cumhuriyet’te kadınların fazla kapalı olmamasından şikayet etti. Tesettüre girip ‘uyum’ sağlaması da zaman aldı. Alıştıra alıştıra kapandı ama bunu yaparken isteyen istediğini giyer edasıyla değil, her kadın tesettüre girecek bakışıyla yaptı. Yeni başörtüsü modelleri, pardösü tasarımları yaptı mücadelesine çekicilik katmak için. İşte bu dönem başörtüyü türban gibi bağlama şekline adı verildi: Şulebaş, bugünkü adıyla artık sıkmabaş…

Şenler’in hayatına kısaca değinmekte fayda var. Çünkü şiddet gören bir kadının ölene kadar erkeğin kadına uyguladığı şiddeti normalleştirmeye çalışması ancak böylesi gerici bir zihniyetin ürünü olabilir.

Soner Yalçın’ın 11 yıl önceki köşesinden aktardığı üzere; Şenler, 1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs mitinglerine katılarak kürsülerde ağlaya ağlaya şiirler okudu. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra kurulan Adalet Partisi’ne üye oldu ve Bakırköy Gençlik Kolları, Edebiyat ve Kültür Kolu Başkanı oldu. Önce Faruk Nafiz Çamlıbel’in çıkardığı “Kadın Gazetesi”nde köşe yazarlığı yaptı. Bir dönem Nihal Atsız’ın söylemlerinden etkilendi. Ölüm döşeğinde olan abisinin “Risale-i Nur toplantılarına katılın” demesiyle düşüncelerini pratik olarak hayatına yansıtacağı dönemi başlattı.

26 Ocak 1967’de bir diğer yobaz olan Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı “Yeni İstiklal” Gazetesi, Pakistan’da üniversiteye, kara çarşaf içinde giden üç genç kızın fotoğrafını basıp, yanına da Şule Yüksel Şenler’in, “Müslüman kadınların örtünmesi şarttır” diyen yazısını koyunca, Türk Kadınlar Birliği dava açtı. Kadınların kapanması için verdiği “mücadele” artık daha da keskinleşti. Her gün bir yerde panele katıldı. “Başı açık kadınlara laf atılıyor; oysa kapalı kadınlara ana-bacı gözüyle bakılıyor” diyordu. Laf atan Müslüman erkeği değil de, laf yiyen Müslüman kadını düzeltmeye çalışıyordu!

1967 yılında Papa’nın Türkiye’ye gelmesine karşı çıkıp, “Ağlayın ey Müslüman kardeşlerim ağlayın” diye makale yazdı. Ankara’da İmam Hatiplere ve İlahiyata Kız Yetiştirme Kursu açılmasını sağlayıp, müdür oldu. İlk evliliğinde eşi kendisini hep dövdüğü için beş yıl sonra boşandı. Arada “İdealist Hanımlar Derneği”ni kurdu. Sonra yine evlendi. Yeni eşi dolayısıyla Nakşibendi İsmailağa Cemaati ile tanıştı. Böylece hayatına kara çarşaf ile devam etti.

Ancak, ikinci kocası da fiziki şiddet uyguladı. Şeyhi olan Mahmut Hoca’ya konuyla ilgili başvursa da, “Hele sabret” cevabını aldı. 11 yıl sonra boşandı. Ardından İsmailağa Cemaati kendisiyle tüm ilişkisini kesti! Sonra da soluğu Zaman gazetesinde aldı.

Gençlerin çöpçatanı

Huzur Sokağı kitabı Şenler’in tek romanı bilindiği kadarıyla. Aslında epey de ünlendi. Kitap yayımlandığı dönemde hem genç kadınlar hem de erkekler tarafından epey okunmuş. Kitap zengin, şımarık bir genç kızın mahallenin vakur, dini bütün, tahsilli erkeğini tavlama çabasının sonunda kızın aşkı için kapanmasını, Müslümanlığı “keşfetmesini” anlatıyor. Elbette bunu Müslümanlığın dışında doğru yol olmadığını, kadını erkeğin emaneti gibi göstererek, evde oturmasını ve çalışmamasını buyur ederek anlatmış. Kitapta anlatılan aşk hikayesi aslında bir miktar kendi hayatının bir yansıması. Kitap sinemaya aktarıldı. İzzet Günay ve Türkan Şoray’ın başrollerinde olduğu film ile Türk Sineması’na türban da girmiş oldu.

Ancak Şenler asıl olarak Emine ve Tayyip’i ve birçok genci evlendiren kişi olarak tanınıyor, bu kimliği ile öne çıkıyor. İşin ilginç yanı bu çöpçatanlık meselesinin neredeyse bütün gerici basında onu övmek için kullanılması. Bir insanın bu konudaki kabiliyeti ülkenin gündemine bu kadar oturmuş muydu bilinmez ama evlilik programlarını aratmadığı kesin.

“Kadını dövmek cevazdır”

Şenler’in kadına bakışı bugün iktidarda kadın cinayetleri ya da kadına yönelik şiddetin önünü açanlarla birebir örtüşüyor. Gericilik ve piyasacılıkla beslenen bu düzende ortaya çıkan sonuçlar, Şenler gibi gericilerin “ideologlarına” karşı taraf tutmayı, mücadeleyi zorunlu hale getiriyor. Dolayısıyla İslam’da kadını dövmeye cevaz verildiğini söyleyen Şenler yalnızca kadın kimliğine sahip olduğu için gericiliğe karşı mücadele eden kadınlarla aynı safa konulamaz. “Erkek katiyen yüzüne vurmadan ve hiçbir tarafını incitip zedelemeyecek şekilde karısını dövebilir. Biz buna dayak mı diyeceğiz? Buna hafif bir fiskeden başka ne denir? Üstelik erkeğe bu hak, ancak kadın kendisine düşen vazifeleri yapmazsa cevaz verilmiştir.” sözleri ise bugün Emine Bulut ve nice katledilen kadının ölüm reçetesidir.

Bundan ötürü kadınlar gündeme – başında ister kadın ister erkek olsun- gericiliğe ve sermayeye karşı mücadelelerini büyüterek gelecektir. Kimsenin şüphesi olmasın.