Hiroşima'ya doğru

Hiroşimalar olmasın; barışa giden yolu artık biliyoruz.

Bundan 74 yıl önce yaklaşık bu günlerde (6 Ağustos 1945) insanlık en büyük felaketlerinden birini yaşamıştı. İkinci Dünya Savaşının son günlerinde ABD “Little Boy’’ adını verdikleri atom bombasını Hiroşima’da kullanmıştı. Birkaç dakika içinde şehrin yarısı kaybolmuş, 70 bin kişi ölmüş, 140 bin kişi yaralanmıştı. Patlama sonrasında radyasyon 100 bin kişiyi etkilemiş, şehirdeki 90 bin binadan 60 bini yerle bir olmuştu. Bu da yetmemiş, üç gün sonra bu kez Nagazaki’ye bomba atılmıştı. Nagazaki’nin yaklaşık 240 bin olan toplam nüfusundan 75 bin kişi hemen hayatını kaybetmiş, binaların üçte birinden fazlası tamamen yok olmuştu. Daha sonra atom bombasının etkisiyle ölenlerin sayısı 150 bine ulaşmıştı…

İşe teknik açıdan bakıldığında, yapılan, atomun parçalanması çalışmalarının insanlar üzerinde denenmesiydi. Elbette bu saptama sonrası bir durup, katliamların arkasındaki bilim insanlarına bakmak gerekir. Sayalım; Bohr, Fermi, Szilard, Wigner, Einstein, Oppenheimer vd. Bunlar hem dünyanın en önde gelen bilim insanları ve hem de tümü ilerici olarak bilinen kişilerdi. Peki, bu duruma nasıl gelindi?

Her şey 1938 yılında Otto Hahn ve Fritz Strassman isimli iki Alman fizikçinin uranyumun nükleer fisyon yapabileceğini yani iki büyük elemente bölünebileceğini gösteren çalışmalarının yayınlanmasıyla başladı. Buluşun önemini kavrayan Niels Bohr ABD’ye gidip Princeton Üniversitesi’nde verdiği bir seminerle konuyu önde gelen fizikçilerin tartışmasına açtı ve takip eden bir yıl boyunca yapılan deneylerin sonucunda fisyonun gerçekliğine herkes ikna oldu ve dahası bu yöntemle tarihte benzeri görülmemiş tahrip gücünde bir bomba yapılabileceğini anladılar.

Arkasından Einstein’ın ABD Başkanı Roosevelt’e yazdığı o ünlü mektup geldi. Einstein mektubunda fisyonu anlatıyor, kötü amaçlı kişilerin ellerinde korkunç bir katliama yol açacağını söylüyor ve gerekli önlemlerin alınmasını istiyordu. İyi niyetle yapılmış bir hamle olsa da sonuçta bomba düşüncesi böylece “kötü amaçlı kişilere” iletilmiş oluyordu. Bu arada Almanya’dan gelen istihbarat raporları da bomba yapma çalışmalarından söz ettiği için, ABD Manhattan Projesi adı altında atom bombası yapma çalışmalarını başlattı ve tüm önemli fizikçileri Los Alamos’a topladı. İşin başına ise eşi ve kardeşi komünist parti üyesi olan Robert Oppenheimer getirildi.

Almanya’daki çalışmaların başında ise Werner Heisenberg vardı. Heisenberg ırkçılığa, Nazi ideolojisine, Hitler’e karşı birisiydi ama üstün yetenekleri nedeniyle baskıya uğramadığı gibi, çalışmaların da başına geçirilmişti. Almanya bomba yapımı konusunda çok yol alamadı. Sonradan öğreniyoruz ki, Heisenberg bilinçli olarak çalışmaların ilerlemesini engellemiş ve hatta ABD’dekilerin de böyle yapması için Bohr aracılığıyla mesaj yollamaya çalışmıştı. Ancak mesajın yerine ulaşıp ulaşmadığı, ulaştıysa nasıl değerlendirildiği bilinmiyor.

Los Alamos’da çalışmalar ilerleyip sonuca yaklaşılmaya başlayınca, bilim insanlarını da “biz ne yapıyoruz” kaygısı sarmaya başladı. Projenin tam olarak içinde yer almayan Bohr ve Einstein’ın öncülüğünü yaptığı şöyle bir fikir gelişti: bomba yapımı konusundaki gelişmeleri tüm dünyaya açıklamak ve böylece her ülke bu silaha erişebileceği için, kimsenin kullanmayacağını ummak. 1940’lı yıllarının dünyasını düşündüğünüzde bunun pratik anlamının bilgileri SSCB’ye vermek olduğu açıktır. Bu düşünce yaşama geçirilmiş ve doğrudan Klaus Fuchs -ki sonradan casusluk nedeniyle hapis yatmıştır-dolaylı olarak da Oppenheimer, Fermi ve Szilard aracılığıyla bilgiler SSCB’ye ulaştırılmıştır.

Bu düşüncenin yararı oldu mu? Elbette oldu; nükleer araştırmalarda o yıllarda görece geride olan SSCB de bu bilgilerin yardımıyla atom bombası üretince, ABD daha sonra savaşa girdiği, hatta yenildiği yerlerde, örneğin Vietnam’da, nükleer silah kullanamadı.

Burada bilim açısından önemli bir soru da şu: Siyasal yelpazede solda sayılabilecek tüm bu bilim insanları neden bu çalışmaları başlatıp bir felakete sebep oldular? Sanırım yanıtı Oppenheimer veriyor: “Bilimsel veya teknik olarak zor bir problemle karşılaştığınızda, başka hiçbir şey düşünmeden onu yapabilmek istersiniz. Bunun ne işe yarayacağını, ancak problemi teknik olarak çözdükten sonra düşünürsünüz. Atom bombasında böyle oldu.1

İşte bilim insanlarının örgütlü olmasının gerekliliği tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Düşünüyorum da tüm bu bilim insanları dünya görüşlerine uygun bir partide örgütlü olsalardı, olasılıkla sürecin başından beri yaptıkları hataların önüne geçilir ve bu katliam yaşanmazdı.

Hiroşimalar olmasın; barışa giden yolu artık biliyoruz.

 

1Karaoğlu B. Yüz defa ölen adam. Evrim Yay., 2007.