HDP, Dersim ve Maçoğlu: Mağduriyet ve mazlumiyet haklı olmayı getirir mi?

Emin olun, Dersim üzerinden sosyalizmin güç kazanması, Türkiye’de solun güçlenmesi, emekçilerin yeniden umutlanması ve Türk-Kürt emekçilerinin kardeşliğinin güçlenmesi demektir.

Ağaçlara bakarken ormanı görmemek çoğu zaman yanıltıcıdır. Tek tek ayrıntılar elbette önemli, ancak siyasete ve gelişmelere bakarken önce temel eksenleri oturtmak gerek. Bu olmadan, ağaçlar arasında kaybolan ve bir sağa bir sola kayan yaklaşımlar işten bile değil.

Bugün yine ve yeni bir yerel seçimle daha karşı karşıyayız. Farkı “başkanlık rejimi”nin hayata geçirilmeye çalışıldığı, bu rejimin yerleşmesinin sağlanmaya çalışıldığı bir kesitte bu seçimlerin yapılıyor olması.

Düzen, başkanlık rejimine geçmekle temel niteliğini ve karakterini değiştirmedi, tersine içinde taşıdığı özü, üzerine çektiği “demokrasi ve hukuk” örtülerini kaldırarak merkezi ve otokratik karakterini su yüzüne çıkardı. Bugünkü rejimin en temel karakteri sermayenin diktatörlüğüdür. Başkanlık rejimini, bir sınıf diktatörlüğünün merkezileşmiş, doğrudan ve daha çıplak hali olarak görmek çok zor olmasa gerek!

Başkanlık rejimi, AKP iktidarı ve bugün yerel seçimlerde AKP-MHP tarafından kurulan gerici-faşist ittifak, 12 Eylül askeri cuntasının kurmuş olduğu düzlemin sermaye düzeni açısından doğal sonucu. 12 Eylül’ün “bizzat” sola ve devrimcilere karşı yapılmış olduğu herkesin malumu.

Demek ki, bugünkü rejimle hesaplaşma aynı zamanda kökleriyle birlikte ele alındığında ancak ve ancak solun görevidir ve bu hesaplaşma, kendi çelişkisiyle, kendi zıttıyla verilecek bir mücadelenin sonucu olabilir.

Bu anlamıyla, bugünkü AKP rejimiyle hesaplaşma, AKP-MHP’nin gerici-faşist ittifakının karşısına çıkılırken devrimci bir siyaset, ideoloji ve gelecek tasavvuru içermek durumundadır. Yoksa yalandan muhalefet, göstermelik muhalefet, etkisiz muhalefet, düzen içi muhalefet dışında başka bir almaşık oluşamaz.

Bugün CHP’nin iflah olmaz müzmin başarısız muhalefetinin ne ülke ne toplum ne de emekçiler için bir karşılık yaratmadığının temel nedeni tam da budur. CHP, ne sol ne devrimci bir partidir. CHP, düpedüz düzen partisi olarak ancak ve ancak emekçilere “umut balonu” olarak şişirilen düzenin sahte soludur. Devrimci bir programa sahip olmayan CHP kadar HDP de bu durumdan bağımsız sayılabilir mi?

12 Eylül’den bugüne Türkiye sosyalist hareketi, düzenle hesaplaşmasında, sermaye düzenine karşı mücadelesinde büyük bedeller ödeyerek verdiği onlarca mücadele örneği var. Bugün söz konusu yerel seçimler olduğunda, düzlemi başka olmakla birlikte önümüzde toplumsal, siyasal ve ideolojik etkisi düşünüldüğünde önem arz etmemiz gereken bir başlık olarak Ovacık deneyimi öne çıkmaktadır. ‘Ovacık’ta komünist başkan’ pratiği ve deneyimi, 31 Mart yerel seçimlerinde düzenle hesaplaşmada çarpan etkisi yüksek bir parametre olarak görülmelidir.

Başlı başına “komünist” sıfatının kullanıldığı ve başarılı bir belediyecilik gerçekleştirildiği için. İkincisi, düzenle hesaplaşmanın bizzat devrimci ve komünist bir siyasetin verebileceği genel doğrusu, olduğu için.

Bugün, HDP ya da CHP’nin onlarca belediyede iktidar olmasının düzenle hesaplaşmada Ovacık kadar etkisi yoksa, bu durumun kaynağında tam da devrimci siyasetin olmadığı unutulmamalıdır. CHP ve HDP, düzen siyasetinin bir parçası olarak, sahip olduğu belediyelerde ne düzenin dışına çıkabilmişlerdir ne de sosyalizmin değirmenine su taşımışlardır.

Bugün ihtiyaç duyduğumuz bu kahrolası emek düşmanı sermaye düzeninde sosyalizmin güçlenmesini istemek en temel doğru değil midir? Hepimizin derdi, hayali, talebi ülkemizde solun, sosyalizmin güçlenmesini istemek değil mi?

İşte tam da bu yüzden “Ovacık’ta komünist başkan” deneyimi bir sınav olarak karşımızdadır. Bugün düzenle hesaplaşma ve sosyalizmin güç kazanabilmesi meselesi Ovacık deneyimi üzerinden Dersim’de karşımızda durmaktadır. Sosyalizm, kendi yolunu açmanın derdine düşmezse, varacağımız yerin düzen solunun kuyrukçuluğu olduğu kaç seçimdir karşımızda değil mi?

Sırtımızı dönebilir miyiz?

Sosyalizmin bu düzenle hesaplaşmada tek güç olduğu ve sosyalizmin güçlenmesi gerektiği başa yazılmalıdır. Biz de, gerici-faşist ittifakın karşısına bağımsız komünist adaylarla çıkacağız.

31 Mart yerel seçimlerine yaklaşırken Ovacık üzerinden Dersim’de komünistlerin seçim tutumu, bir dizi kesim tarafından eleştiri konusu yapılıyor. Ağırlıklı HDP siyasetine yakın kesimler tarafından Maçoğlu’nun Dersim Belediye Başkanlığı’na aday olmasına karşı yürütülen muhalefetin ve yapılan eleştirilerin, devrimci ve solcu bir içeriğe sahip olduğu söylenemez.

AKP iktidarının HDP’ye yönelik baskı ve hukuksuzlukları ile HDP’li belediyelere devlet tarafından kayyum atanması bu eleştirileri haklı kılmıyor. Bu ülkede komünistlerin sermaye devletinin her türlü baskısının ve hukuksuzluğunun ve HDP’li belediyelere kayyum atanmasının da karşısında yer aldığını yazmak bile zul görülmeli… Ancak HDP siyasetinin neredeyse “siyasi duruşlarının” üzerini örttükleri mağduriyet ve mazlumiyet söylemi, bu eleştirileri haklı kılmaya yetmeyecektir. HDP siyasetinin yaşadığı baskılar ve hukuksuzluklar ve bunun yaratmış olduğu mağduriyet ve mazlumiyet inkar edilebilir mi? Ancak mesele tam da buradan kalkarak HDP siyasetinin üzerinin örtülmesi ve sol olarak pazarlanmasıdır.

İşte burada durmak gerekiyor. HDP, liberal-milliyetçi siyasi salınım içerisinde düzenin sınırlarını zorlamak dışında bir çizgiye sahip değildir. Bugün devrimci siyasal bir programa sahip olmadan, düzenle, AKP ile, gericilikle, emperyalizme ve en önemlisi sermaye ile hesaplaşma namümkün. HDP’nin dünden bugüne siyasal çizgisine bakıldığında, sol ile arasını fazlasıyla açmış olduğu görülecektir. Bugün mesele HDP’nin “tek sol” olarak lanse edilmesi olarak karşımıza çıkıyor, ancak bırakın sol olmayı, sol ile arasını açan hem de temelden koparan bizzat Kürt siyasetidir.

Sol; devrimcilik, komünistlik sermayeye karşı duruştur, emperyalizme karşı amansız mücadeledir, gericiliğe hayır demek, düzeni değiştirme iddiasıdır. Bugün 31 Mart yerel seçimlerinde AKP-MHP düzeninin karşısına çıkılacaksa, emperyalizmle, gericilikle ve sermayeyle mücadelede ödün vermeyen bir duruş ortaya konulmalıdır. Dün Ovacık deneyimi bugün Dersim seçimleri, bu gerici rejimle hesaplaşılacak bir zemin ise, bunun adresi komünist adaylardır.

Sosyalizm, 12 Eylül’den bu yana makus talihini yenebilir mi? Dersim seçimleri işte tam da bu yüzden önemli.

Emin olun, Dersim üzerinden sosyalizmin güç kazanması, Türkiye’de solun güçlenmesi, emekçilerin yeniden umutlanması ve Türk-Kürt emekçilerinin kardeşliğinin güçlenmesi demektir.

Gelin sosyalizme güç verelim!