Emperyalizmle mücadeleyi sizden öğrenecek değiliz!

Türkiyeli devrimcilerin ne anti emperyalizm dersine ihtiyaçları ne de onurlu tarihlerini düzen güçlerine bırakmak gibi bir gündemleri vardır.

Kamil Tekerek

AKP’nin kadrolarından bir tanesi Harun Karadeniz’e atıf yapmış ve Türkiye solunu Tayyip Erdoğan’ın çevresinde birleşmeye çağırmış. Konu ise malum, S-400 meselesi ve AKP’nin aslında emperyalistlerle yaptığı pazarlığı emekçi halkımıza yutturma çabası…

Ancak, AKP iktidarı ve İslamcılar açısından “denize düşen yılana sarılır” hesabı bir duruma gelinmiş durumda. Zamanında ABD’nin 6. Filosu’na karşı ayaklanan devrimci gençliğe saldıran, anti-komünizmin bir numaralı adresi olan İslamcılar bugün bir yandan günah çıkartmaya çalışıyor, diğer yandan ise günü kurtarmak adına Harun Karadeniz başta olmak üzere ülkemiz yurtseverlerinin adını ağızlarına almaktan çekinmiyorlar.

Neden yurtsever dediğimiz açık olmalı. Milliyetçilik örtüsü öncelikle sınıf farklarını ortadan kaldırıyor. Hele ki ülkemizde olduğu gibi hele buradan bir de Türk-İslam sentezine ulaşılıyorsa, işçi sınıfı ile memleket mücadelesinin bağlarının kopartılması daha da mümkün hale geliyor.

Bugün emperyalizm karşıtlığı olarak lanse edilen ama pazarlıkçılıktan başka bir anlamı olmayan yönelimlerin hepsine dair sözümüz var. İsterseniz hatırlatalım.

2003 yılında Irak işgal edildiğinde işgalin parçası olmak için can atanlar ile bugün Amerika’ya kafa tutuyormuş görüntüsünü verenler nedense aynı.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığına soyunup, ABD’nin ve diğer emperyalist ülkelerin projelerine destek verenlerin bir adım sonrasında yarı yolda kalınca arıza çıkartıp, yanlış dış politikalarının üstünü örtmeye çalışmalarının ne kadar inandırıcılığı olabilir, siz düşünün. Mısır’a müdahale ve Suriye’yi parçalamak için devreye sokulan selefi güçlerin ve cihatçıların hamiliğini yapıp, ABD taktik değiştirince bu sefer onlar üzerinden pazarlığa soyunanların ülkemizi ateşe attıkları dönemlerden geçtiğimizi ve bunların sonuçlarını yaşadığımızı bugün herkes biliyor.

Türkiye tarihinde IMF’ye en büyük borçlanmayı yaparak sonrasında bunları ödemekle böbürlenenlerin önümüzdeki dönemde IMF’nin ya da benzeri bir emperyalist kurumun Türkiye’yi finanse etmesine can atacaklarına eminiz. Hatta bunu S-400 pazarlığının bir parçası haline getirirlerse şaşırmayın. Burjuva düzende her şey mümkün. Ancak alınan borçların karşılığında yapılacak faizli geri ödemelerin kimin cebinden çıkacağını ise söylememize gerek yok herhalde. Krizi de, emperyalist tefeci örgütlere olan borçları elbette işçi sınıfının üzerine yıkmaya çalışırken, halkın duygularına oynayacak, milliyetçiliği yükseltecek ve “aynı gemideyiz” edebiyatı yapacaklar.

Bugün siyasal İslamcıların “anti emperyalizm” olarak pazarladıkları şey kendi kof “Batı karşıtı” ideolojileri ile bezenmiş oportünist siyasetlerinden başka bir şey değil.

Yakın zamanda Ortadoğu’da Kürt sorunu üzerinden ABD ile farklı kutuplarda kalan ve milliyetçiliğe oynayan İslamcıların konu NATO olunca akan suların durduğunu biliyoruz. Hatta yeri geldiğinde NATO’culuğun daha baskın geldiğini, Kuzey Suriye bahsinde güvenli bölge tartışmalarında NATO müdahalesinin her şeye yeğ tutulabileceğini ve olası bir Amerikan barışının modeli olabileceğini öngörebiliyoruz. Pazarlık yapmaktan başı dönenlerin, halkın zihnini bulandırmak için elinden geleni yaptığını, nedense NATO üyeliğinin ya da İncirlik üssündeki Amerika’ya ait nükleer bombaların sorgulanmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Amerika’ya kafa tutma görüntüsü verip sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın F-35’ler konusunda “Türkiye’nin gerekirse uluslararası tahkim mahkemesine gideceğini” bilinçli bir tüketici edasıyla ifade etmesi ve S-400 anlaşması CAATSA anlaşmasından önce yapıldığından dolayı ABD’nin Türkiye’ye yaptırım yapamayacağı yönündeki bir argümanı ortaya atacak noktaya gelmesi, AKP kadrolarının artık neden kendini Türkiye soluna bile mecbur hissettiklerini açıklıyor olsa gerek. Daha doğrusu emperyalizme karşı mücadelenin aslında ne kadar ciddi bir iş olduğunu, ancak AKP iktidarının ve hempalarının mücadeleden ziyade pazarlığı ne kadar ciddiye aldıklarını bu örneklerle görebiliriz.

Bu bağlamda gelecek günlerde Amerikan karşıtı hamaseti büyütenler açısından daha zor günler geliyor. Ülkemizde en çok milliyetçi geçinenler nedense Trump’ın huzuruna çıktıklarına aynı zamanda en çok sırıtanlar oluyor. Ulusal onur diye bir şeyden ve bunun ayaklar altına alınmasından bahsedilecekse ülkemizi temsil edenlerin Trump’ın aptalca sözleri karşısında el pençe divan duruşlarına bir kere daha bakmak gerekmektedir. Ve bu noktada meseleyi Trump’ın densizliğine ya da her başlıkta ileri geri konuşması gibi bir noktaya asla indirgememeliyiz. Tersinden bir örnek vermek gerekirse, hatırlarsınız aynı Trump, Suriye’deki Kürtler için de, “Onları çok seviyorum, Suriye’de bizim için savaştılar ve öldüler” minvalinde bir açıklama yapmıştı. Bu da Kürt siyasi hareketinin emperyalizmle yaptığı işbirliğinin Kürt emekçi halkının Trump’ın ağzına sakız olmasından başka bir anlam taşımıyordu.

Velhasıl bugün burjuvaziyi milli bir çizgiye davet edip oradan anti-emperyalizm çıkartmaya çalışanların, işçi sınıfının yurtseverliği yerine milliyetçiliği geçirmeye hevesli olanların, sınıfsal çelişkiler yerine ulusların arasındaki mücadeleyi merkeze koyanların anti-emperyalist mücadele ve sosyalizm mücadelesi ise uzaktan yakından ilgileri olmadığı açık olmalı.

O açıdan Türkiye solunun mücadelesi ve işçi sınıfını yurtseverlik bayrağı altında toplanması, Türkiye’nin bağımsızlığı ve sosyalist devrim açısından kritik bir yerde duruyor. Bu görev komünistlere aittir.

Bunun dışında, bugün AKP iktidarı ve yandaşlarına karşı Türkiye toplumunun genişçe bir kesiminin özlemlerini temsil eden düzen muhalefetinin de anti-emperyalizm gibi bir derdinin olmadığını görmekteyiz.

Neden olduğu ise açık olmalı. Bugün CHP’nin, HDP’nin ve diğer unsurların emperyalizmden olan beklentileri, demokrasicilik ve liberalizm ile harmanlanınca sermaye düzeninde ezilen, sömürülen ve gerici bir iktidara karşı olan tepkisini ifade eden emekçi kesimler açısından bir körleşme nedeni olarak görülmeli.

İşte buna ışık tutma görevi de, emperyalizme karşı mücadelenin aynı zamanda kapitalizme ve sömürü düzenine karşı olduğunu gösterme görevi de komünistlere aittir.

O yüzden Türkiyeli devrimcilerin ne anti emperyalizm dersine ihtiyaçları ne de onurlu tarihlerini düzen güçlerine bırakmak gibi bir gündemleri vardır.