Eğitim emekçileri anlatıyor: İşsizlik baskısı altında çalışıyoruz

Yarı yıl tatili olmasına rağmen patron baskısı ve işsizlik kaygısı altında çalışmaya devam eden eğitim emekçileri, çalışma koşullarını Manifesto'ya anlattı.

Eğitim emekçileri anlatıyor: İşsizlik baskısı altında çalışıyoruz

HABER MERKEZİ

Her gün bir yenisi açılan ve ticari rekabetleri nedeniyle ders saatlerini günlük 11 saate, haftalık iş gününü ise 6 güne çıkartan özel okullarda eğitim emekçilerinin çalışma koşulları giderek zorlaşıyor.

Son yıllarda yaz tatillerinde de kurs ya da takviye etüt adı altında dersler yapılan bu okullarda mevcut zorluklara bir de velilerin her geçen gün daha fazla artan taleplerini karşılamak için bakanlıkça kabul edilmiş tatil haklarının ortadan kaldırılması ekleniyor. İşsiz kalma kaygısı içindeki özel okul öğretmenleri, fiili olarak sendikalaşma hakkından yoksun bırakıldıkları için çaresizlik içinde bu uygulamaya karşı seslerini yükseltemiyor.

2018-2019 eğitim öğretim yılının birinci dönemi fiilen ve hukuken bitmiş olmasına karşın halen görev başında olmak durumunda kalan eğitim emekçileri ile çalışma koşullarını konuştuk.

Bugün ülkemizde öğretmen olmak zor. Eğitim emekçilerinin karşısında iki büyük sorun var; gericileşme ve ticarileşme. Giderek ağırlaşan çalışma koşullarının yanı sıra öğretmenlere bilimsellikten uzak gerici bir müfredat dayatılıyor. Tamamen ticarileşen okullarda öğrenciler piyasaya ucuz iş gücü olarak hazırlanıyor, idareci ve öğretmen ilişkisi ise işveren ve işçi ilişkisine dönüşüyor. Bütün bunların yanı sıra özel okullarda çalışan eğitim emekçileri için ne tür sorunlar yaşıyor?

Zeynep G.: Evet, ülkemizde özel sektörde öğretmen olmak çok zor. Yaşadığımız hem maddi hem manevi haksızlıklar için çoğu zaman gurur kırıcı oluyor da diyebiliriz. Zorluklar işe alım sürecinden itibaren başlar. İşe alınırken vazgeçilmez olmadığını bu işi başka birinin daha az maaşlarla da yapabileceği sana fikir olarak işlenir yöneticiler tarafından. Sen de işe alınmak için mesai saatleri dışında gerçekleşen uzun toplantıları, etütleri, kursları, etkinlikleri, çift nöbetleri ekstra bir ücret talep etmeden kabul edersin. İşe alındım diye rehavete de kapılamazsın çünkü en küçük bir anlaşmazlıkta işten çıkarılacağının endişesine sahipsindir. Ağır şartlar altında çalışmayı kabul edersin. En kötüsü de yaptığın sözleşme 1 yıllıktır. Böylece her yıl sözleşmenin yenileneceği zamanlarda işten çıkarılma stresi yaşarsın. Sözleşmeler Haziranda yenilendiği için de çoktan diğer özel okulların başvuru dönemini kaçırmış olursun. 1 yıl işsiz kalma endişesi yaşarsın yani. Bazen 1 yıl sözleşmen olmasına rağmen 1 yıl garantin bile yoktur çünkü çoğu özel okul sözleşme yaparken senden istifa dilekçesi yazmanı ister. Yani her an işsiz kalma tehdidiyle karşı karşıyasındır.

Başka bir problem de özel sektörde eğitimden çok “Kayıt-Ciro-Tahsilat” üçlüsüne önem verilmesidir. Gayemiz eğitim seviyesini yükseltmek mi yoksa kasaya para girişini artırmak mı diye şüpheye düştüğüm çok oldu. Örneğin bir satış elemanıymışız gibi listelerce insanı arayıp eğitimimizi pazarlamaya zorlandığımız da oluyor bazen. İdari kadronun eğitimcilerden değil esnaflardan oluştuğunu da görebilirsiniz bu yüzden. Öğretmen de bu durumdan nasibini ağır bir şekilde alır. Öğrencinin gözündeki saygınlığımız da azalır. Bazen verdiğimiz not ve değerlendirmelerden, sınıf içindeki tutumlarımıza kadar biz eğitimciler değil veliler karar verir. Çünkü özel eğitim kurumlarında veliye müşteri gözüyle bakılır ne de olsa müşteri her zaman haklıdır.

Bu bahsettiklerim yaşadığımız bazı manevi zorluklardı, maddi zorlukları da var tabii ki özel okulda öğretmen olmanın. Maaşlarımızın devlet okullarına göre çok daha az olması, primlerimizin daha düşük miktarlarda yatırılması, eğitime hazırlık ödeneğimizin verilmemesi, zamanında maaşların yatırılmaması, bazen uzun süreler hiç maaş almamamız gibi hayatımızı kötü etkileyen problemler de ekleniyor hepsinin üstüne.

Bu sorunlar arasında en acısı da bu stres, endişe ve ekstra mesailerin verdiği baskı ve yorgunlukla öğretmenlik yapmaya çalışmaktır. Öğretmenlik büyük bir özveri ve sabır işidir. Sevgi dolu, enerjik ve pozitif olman gerekir her zaman. Bahsettiğim basit bir konu değil bir topluluğun geleceği, eğitim temeli senin ellerindedir. Yani biz, özel sektörde çalışan öğretmenlerin yıpratılması bir topluluğun geleceğiyle oynamak demektir. Bu yüzden bu problemler sadece eğitimcilerin değil, velilerin hatta ülkenin de problemidir.

“SOSYAL GÜVENCEMİZ YOK DENECEK BOYUTLARDA”

Demet A.: Öğretmen olmak zor çünkü gerekli koşullar öğretmene sağlanmıyor ve öğretmenler hak ettikleri saygıyı göremiyorlar. Öğretmenler hem yetersiz koşullarla hem de çağın gerisinde kalmış müfredatla mücadele ediyor. Neredeyse öğrencilerden daha çok velilerle muhatap oluyoruz ve yoğun bir veli baskısıyla karşı karşıyayız. Sosyal güvencemiz yok denecek boyutlarda ve maaşlar yaşamımızı insanca sürdürebilmemiz için yeterli değil.

Beyza G. Öncelikle öğretmenlerin ülkemizde özellikle özel okullarda öğretmen ,öğrenci, veli üçgeni arasında saygı hoşgörü kararlara özen gösterilmediğini düşünmekteyim. Okullarda eğitimi verilen bazı branşların diğer branşlardan ayrılarak önemsiz bir ders olarak görülmesi ve toplumunda ne yazık ki bunu benimsemesi üzücü durumlar arasındadır ek olarak verilen çabanın karşılığının tam olarak alınmaması öğretmeninde bu durum karşısında motivasyonunun düşmesine sebep olması ders ortamına yansımaktadır.

Zehra K.: . Bugün ülkemizde diğer meslek dallarında olduğu gibi öğretmen olmak da bir hayli zor. Öğretmenlikte ki zorluğun sebebi ise bana göre işimizin insan olması ve gelecek nesilleri bizim şekillendirmemiz.

Özel okulda öğretmen olmanın zor yanları denilince benim aklıma verilen emeğin çok fazla ama karşılığının çok az olması geliyor. Bu da devlet okullarına nazaran özel okul öğretmenleri olan bizler için emek ve alınan ücretler birbirleriyle paralel olarak ilerlememekte. İkinci en önemli sorun ise ailelerin ve kurumun öğrenciler için sizden öğretmenlik dışında “dadılık” yapmanızı beklemesi. Üçüncüsü de her an işten çıkarılabilme tehlikenizin olması. Dört aldığınız ücrete göre sigorta primlerinizin yatırılmaması. Beş çalışma saatlerinin özel okullarda daha fazla olması devlet okullarına nazaran daha zor yanları diyebiliriz.

Rüya A.: Öğretmenin aldığı maaşın kat kat fazlası öğretmenden çıkarılıyor. Adeta taşeron işçisi statüsünde, yeri geldiğinde de onur kırıcı bir potansiyele sahip bu meslek. Öğrenciye istediğimiz hak ettiği notu veremezken, ders içinde ve dışında öğrenciye herhangi bir yaptırım uygulamamamız dayatılıyor. Öğrenciye en ufak bir serzenişte öğretmen ”çok sert, çok kızgın” yakıştırması yapılıyor. Okullarda sürekli bir kaos hali var. Öğrenciler saygısız, veliler anlayışsız. Bizi ilgilendirmeyen işleri yapmamız da isteniyor. Bütün bunlara değecek maaş ise ne yazık ki komik bir rakam. Özel okulda öğretmenlik yapmak insanı bu meslekten soğutabilir. İdarenin öğretmeninin arkasında durması gerekiyor. Öğretmenini sahiplendiğini öğretmenine hissettirmesi gerekli. Zümrelerdeki öğretmenlerin birbiriyle koordine olması ve birbirlerinin açığını aramak yerine, ‘ego’ dediğimiz şeyi bir kenara bırakıp yanlışlarını ve eksiklerini kapatmaya çalışmasının öğretmenlik mesleğinin gerekleridir diye düşünüyorum. Ne kadar olumsuz durumla karşılaşırsak karşılaşalım, vicdanen rahatsak, işimizi elimizden geldiği kadar iyi yaptığımızı düşünüyorsak mutlu oluruz ve olacağız da.

“GERİCİ VE ÇAĞ DIŞI BİR MÜFREDAT İLE BOĞUŞUYORUZ”

Nazende G.: Özel okul da öğretmen olmak mı , özellikle de günümüzde… ABİslında öğretmen değil işçi mi, o da değil neden mi? İşçilerin bile bizden daha çok hakları ve güvencesi var çünkü onların sendikaları var, sendikalı olma hakları var. Biz daha çok köleyiz. Abartıyorsunuz diye düşünenler için daha açık anlatayım; biz daha çok okul kurucularının, idarenin hatta velinin dediğini yapmakla yükümlü köleleriz itaat etmemiz istenilen köle. Oysa biz öğretmen olarak belli idealleri olan kişileriz. Ama eğitim – öğretim için yanlış olduğuna inandığımız her hangi bir duruma itiraz ettiğimiz de çok göze batarız ve hatta istediklerini yapmadığımız da işten bile atılırız. Ne sosyal güvencemiz tam ne de hakkımız tam korunmakta… Maaşımızın bir kısmı bankadan bir kısmı elden, sigortamız bile tam değil bunların üstüne yükleye bildikleri kadar ders saati ve aldığın maaş asgari ücret. Sizce de çok komik değil mi, daha doğrusu acıklı…

Sizce öğretmen ne kadar değerli? 4 yıl çalış çabala öğretmen ol karşılaştığımız durum bu. Biz o 4 yılı o kadar güzel heveslerle okuduk, öğretmenliğe başladığımızda nasıl ders yapacağımızı hayal ederdik, hatta ilk dersimizde ne yapacağımızı bile planlamıştık. Öğrencilerimize güzel olan, doğru olan her şeyi anlatmak için ne kadar büyük bir heyecanla okullarımızı bitirdik ve öğretmen olduk. Göreve başladığımızda ise yaşadığımız gerçek bir şok oldu. Biz öğretmenler ideallerimizi ve hayallerimizi gerçekleştirmekten çok uzaktayız. Bize dayatılan gerici ve çağ dışı bir müfredat ile boğuşuyoruz, yetmezmiş gibi bir de veli ve idare ne derse o, bizim hiçbir söz hakkımız yok. Biz neyiz, biz köleyiz. Kendi değer yargılarımızın ve mesleki ideallerimizin hiçbir hükmü yok, iyiden iyiye ticarileşmiş bu eğitim sisteminde, biz öğretmenler, kendilerine verilen görevin yanı sıra angarya bütün işleri de sorgusuz sualsiz, itaatkar bir biçimde yerine getirmesi beklenilen köleleriz…

Ayşe S.: Bugün ülkemizde hemen hemen her meslek grubunun yaşadığı gibi maalesef biz öğretmenler de bazı zorluklar yaşıyoruz.  Gözlerinin içi parıldayan öğrencilerimiz bir yanda, notlardan memnun olmayan veli bir tarafta, ne kadar çalışırsak çalışalım memnun edemediğimiz veli diğer tarafta yer alıyor. Özel okulda öğretmen olmanın zorlukları… hangisinden başlasam bilemedim… Bir kere iş güvencemiz yok. İşveren gerekli ve keyfi durumlarda istediği gibi işimize son verebiliyor. Bu yetmezmiş gibi çok çok az maaş karşılığında çalıştırılıyoruz. Aldığımız paranın ise bir kısmı bankaya yatırılıyor kalan kısmı elden ödeniyor. Bu şekilde sigorta primlerimiz olması gerekenden daha düşük yatırılıyor.  Raporlu olduğumuz halde gelmediğimiz günün parası maaşımızdan düşürülüyor. Buna karşılık hafta içi ve hafta sonu yapılan ek ders ve etütlerden hiçbir ek ücret ödenmiyor. Bunun yanı sıra; genel olarak velilerin bize bakış açısı şu şekilde; ‘’ben bu okula para veriyorum çocuğum yüksek notlar almalı’’ elbette her öğretmen öğrencilerinin başarılı olmasını ister. Ancak şu unutulmamalıdır her çocuğun ilgi ve yetenekleri farklıdır. Kimi akademik olarak başarılı olurken kimi sosyal anlamda kendini geliştirerek aha mutlu olabilir. Bunun için çocuğun ders notlarının illa ki yüksek olmasına gerek yoktur. Bugün veli bize gelip benim çocuğum nasıl 60 alır diye hesap sorabiliyor ya da sözlü notunu 95 vermişsiniz neden 100 değil diyebiliyor. Gerekli açıklamaları yaptığımız halde tatmin olmuyor, hızını alamıyor ve yöneticilere gidip ‘’ bu notlar düzelecek yoksa çocuğun kaydını alırım’’ diye tehdit ediyor. Maalesef çoğu yönetici velinin bu baskısına boyun eğiyor ve öğretmenine notları değiştirtiyor. Değiştirmek istemeyen öğretmen işten atılmakla tehdit ediliyor ve bazen de atılıyor.

Sıkıntı buradan sonra başlıyor. Şimdi nasıl diye düşünüyorsunuzdur. Siz sormadan ben söyleyeyim. Çalışmadığı halde 90-100 alan çocuk iyice kendini salıyor. ‘’nasıl olsa annem-babam gelir yine 100 verirler kendimi neden yorayım ‘’diyor. Sadece akademik olarak değil insanlarla sosyal ilişkilerinde de bozulmalar meydana geliyor. Çocuk arkadaşlarına ve öğretmenlerine karşı saygısızca davranmaya başlıyor. Sorun giderek büyümeye devam ediyor. Sonuç olarak hiçbir çaba sarf etmeden takdir belgesi alan çocuklarımız oluyor ve bu çocuklar aldıkları belge yüzünden kendilerini çok başarılı zannediyorlar. Sevgili anne babalar çocuklarınıza bu kötülüğü yapmayın. Sevgili yöneticiler öğretmenlerinize bu baskıyı kurmayın.

“ÖĞRENCİLERE NASIL ‘DÜŞ KURUN’ DİYELİM?”

Yulia S.:  Bugün ülkemizde öğretmen, eğitimci, dokumacı, ilk izlenimci olmak zor. Zaman geçiyor ve çoğu şey farklılaşıp biçim değiştiriyor. Ama insan-adem hep eğitiliyor. Hep eğitime ihtiyaç duyuyor. Her geçen gün çok daha fazla ihtiyaç duyuyor. Bu da eğitimci sayısıyla bir orantı sağlıyor. Biz eğitimci olmak üzere eğitiliyoruz. Dokunmak, dokumak, örmek, işlemek, bakmak, görmek üzere. Dolu hayaller kuruyoruz, bize bir dolu hayaller kurdurtuyorlar. Yüksek öğrenim dedikleri mektepleri bitirdiğimizde ceplerimiz dolup taşmış oluyor, biriktirdiğimiz hayaller, umutlar ile.

İlk kroşe; okulları açmayı bilmezken bölümleri açanlar, atama yapmayı bilmezken bize öğretmen yemini ettirenlerden geliyor ve bu yumrukların ardı arkası kesilmiyor. Özel okullar, tanınan, tanınmayan haklar derken liste uzayıp gidiyor.

Son raunt; öğrenci karşısında, sahnede öğretmen. Düş balonları birer birer çalınmışken, düş kurun çocuklar demeye zorunlu tutulan öğretmen; onların da balonları çalınsın diye… Nasıl desin öğretmen, “düş kurun”? Evet,  bugün ülkemizde öğretmen olmak zor.

Özel kurumlarda -ki ben bunlara fason demeyi tercih ediyorum- eğitimci olmak ise; yüksek saatler ama düşük ücretler, daha çok ekipman ama sınırlı eğitim, daha çok sorumluluk ama karar alamama durumu gibi tezatlıklar içerirken onaylamadığımız çarkın dişlisi olmamızı sağlıyor. Olması gerekenden çok daha uzun saatler okulda kalmaya zorlanan çocuklar ve verimsizlik… Öğrencinin hayatına biçim ve yön vermesi eğitimcilerin yol göstermesi ile değil de parayı veren velinin eğitimci maşasıyla gerçekleşiyor. İdari yönetim tamamıyla velinin eline geçmiş durumda, derslerin içeriği, nasıl işleneceği ve hatta verilecek notlar tamamen velililerin kararlarına bağlı…

“İdealist” öğretmenler olarak pusulamız öğrenci. Haklarımızı talep ettiğimiz için sürekli ötelenen öğretmenleriz. En temel haklarımızı bile elde edemiyoruz. Hal böyle iken veli baskısıyla not verme hakkımızı da elimizden almak istediler. Neden diye sorduğumda aldığım cevap beni büyüledi; “veliler istedikleri notu vermezsek çocuklarını okuldan alacaklar ve ne yazık ki, siz o kadar para etmiyorsunuz”

Sevilay K.: Özel okullarda çalışan öğretmenler olarak yoğun bir işsizlik baskısı altında çalışıyoruz. İş güvencesi ve sosyal haklar açısından koşullarımız son derece olumsuz ancak sendika hakkından yoksunuz. Bu nedenle, işverenler ve özel öğretim kurumu yöneticileri karşısında son derece savunmasız durumda kalıyoruz. Yasada özel öğretim kurum emekçilerinin sendikalaşmasının önünde bir engel bulunmazken, fiili durumlar, sözleşmelere konulan örgütlenmeyi engelleyici hükümler ve işimizi kaybetme kaygısı sendikalaşmamıza engel olmaktadır.  Sendikalı olamadığımız gibi herhangi bir demokratik kitle örgütü veya oda bile kuramıyoruz.

“TİCARETHANE MANTIĞI SONA ERMELİ”

Peki bu sorunlar nasıl çözülebilir?

Zehra K.: Yaşadığımız sorunlar ancak arkamızda özel okul öğretmenlerin haklarını savunan ve  koruyan kurumlar olduğu taktirde çözülebilir. Gerekli denetimler yapılabilirse, devlet okulunda ki öğretmenler gibi bizim de öğretmen olduğumuz göz önünde bulundurulursa çözüm yollarına ulaşmış olabiliriz diye düşünüyorum.

Zeynep G.:  Sorunlarımızın çözümü daha önce de dediğim gibi problemlerimizin sadece biz öğretmenlerin değil tüm ülkenin sorunu olduğunu anlayabilmekle başlıyor. Okulların özelleşmesi ticarethane mantığında yayılmaya devam ederse sorunlarımız artarak devam edecektir. Kaliteli eğitime yoğunlaşan, öğretmenine ve öğrencisine değer veren, gelişime ve yeniliklere açık okullar bizi çözüme ulaştırır.

Demet A.: Biz öğretmenler bir araya gelip birlikte hareket edebilirsek sorunlarımıza çözüm bulabiliriz. Ne yazık ki öğretmenler birlikte hareket etmekten kaçınıyor ve bireysel olarak sorunlarını çözmeye çalışıyor, böyle olunca da sorunlar çözülmek bir yana katlanarak büyüyor.

Yulia S.:  “Açlığa karşı durmak yalnızca ölmeden yaşamak değildir. Gerçek yaşamı talep etmektir.” Geleceğe dokunabilen, geleceğe şekil vermeye çalışan biz eğitimciler talep etmeyi bilmelidir. Bir araya gelip birlikte talep etmeyi öğrenmeliyiz.

Sorunların ana kaynağına inmeliyiz. Sorunları üst maddelerinden, patlak veren yerlerinden çözmeye çalışmak yerine, soruna sebep olan ne ise ona ulaşılmalı ve o çözülmeli.