Demokratik Alman Cumhuriyetinin Kırk Yılı

1985 yılında kapitalist dünyada 100 bin sanayi robotu varken sosyalist dünyada 120 bin robot vardı ve bunların 69 bini DAC’de, 40 bini SSCB’deydi. O sırada DAC nüfusu 16.6 milyon idi ki bugünkü Moskova’nın nüfusu 19 milyondur. İşte bu küçük Avrupa devleti makine üretiminde dünya beşincisi ve sınai üretimde Avrupa altıncısıydı. Dünyada üretilen bütün makine çeşitlerinin % 85’ini üretiyordu.

Gorbaçov ihaneti sonucunda Doğu Avrupa’da başlayan kapitalist karşıdevrim 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarını yıktı ve kısa süre içinde Doğu Almanya olarak bilinen Demokratik Alman Cumhuriyeti kapitalist Batı Almanya içinde eridi. Esasen bu yıkımı kısaca şöyle açıklayabiliriz: Emperyalizm ve Batı Alman kapitalizmi sürekli saldırı halinde, sosyalizm ise savunma halindeydi. Nitekim emperyalistler askeri, siyasi ve ideolojik saldırı planları yaparken, sosyalist taraf sadece duvar örerek korunmaya çalıştı. Sonuçta kalesinin içinde sıkışıp kalan taraf değil, o kalenin kapısını sürekli döven taraf kazandı. Bu yazıda DAC’nin 40 yıllık tarihinin belli başlı sorunlarını ele almak istiyorum.

1945’te Kızıl Ordu Faşist Almanya’nın başkenti Berlin’e yaklaşırken, o zamana dek acele etmeyen  Amerikan, Fransız ve İngiliz emperyalistleri de Kızıl Ordudan önce oraya varabilmek için yarışa girdiler. Nitekim Berlin’in Batı tarafını bu üç emperyalist ülke işgal ederken SSCB’ye doğu tarafı düştü. Savaşın ardından sosyalizme karşı soğuk savaşı başlatan ve atom bombası tehdidini kullanmak isteyen emperyalistler, Sovyet fizikçilerinin atom bombasını yapmasıyla bu tehditten vazgeçmek zorunda kaldılar ancak SSCB’yi ve Doğu Avrupa’da kurulmuş yeni sosyalist ülkeleri kuşatma çabalarına devam ettiler. Emperyalistler işgal ettikleri Batı Almanya’da Nazilerle hesaplaşmadılar. Sovyetler ise Nazilerle hesaplaşıp Prusyalı aristokrat sınıfın mülkünü de kamulaştırdılar. Köylülere toprak dağıttılar. Emperyalistler Almanya’nın oluşmakta olan sosyalist ve kapitalist bloklar arasında tarafsız kalmasını ve doğudaki sosyalist kazanımları kabul etmedikleri için Almanya’nın tek devlet altında birleşmesini istemediler. Emperyalistler ve Alman kapitalistleri Almanya’da sendikaların ve komünist partinin etkili olmasını da istemediler. ABD emperyalizmi Marshall yardımı planı ile Batı Alman kapitalizmini ekonomik ve siyasi olarak kendine bağladı. Tek bir Alman devleti kurma çabaları sonuç vermeyip 7 Eylül 1949’da batıda Federal Almanya Cumhuriyeti kurulunca doğuda da 7 Ekim 1949’da Demokratik Alman Cumhuriyeti kuruldu. DAC kendini faşizme, militarizme ve ırkçılığa karşı, barış yanlısı ve demokratik bir devlet olarak tanımlıyordu. Buradaki barışseverlik bence Alman ve Sovyet komünistleri açısından daha baştan yapılmış ciddi bir hataydı çünkü gerçek hayatta bir karşılığı yoktu. Kapitalist düşmanların açıkça savaşa hazırlanması karşısında barış mümkün değildi. Nitekim FAC, Ekim 1954’te NATO’ya katılınca DAC de Mayıs 1955’te Varşova Paktına katıldı. Batı Almanya’daki sosyal demokrat hainler de NATO’yu destekliyordu. Bonn hükümeti DAC’ne karşı casusluk, sabotaj, ekonomik boykot ve manipülasyon, askeri müdahale hazırlığı dahil her türlü yıkıcı faaliyetin içindeydi. 1956’da FAC Komünist Partiyi yasakladı. 1960’ta DAC ile bütün ticaret anlaşmalarını feshetti.  DAC bütün kırk yıllık varoluşu boyunca bu çelişkiyi yaşadı: Barıştan yanayım diyordu ama coğrafi konumundan ötürü mecburen NATO’ya karşı Varşova paktının yoğun bir askeri üssü olmak durumundaydı. Ayrıca silah üretmek zorundaydı. Üstelik topraklarında bulunan uranyumu da Sovyet atom bombası üretimi için vermesi gerekiyordu. SSCB’nin ürettiği atom bombalarının uranyumunun yarısı DAC’den geliyordu.

Emperyalistler DAC başkenti Berlin’in batı yarısını işgal etmeye devam ederek DAC içinde bir kale ve bir saldırı üssü yarattılar. Amerikan emperyalizmi kendi uçaklarının kar etmesi için Batı Berlin’e her türlü mal girişini hava yoluyla yapmaya başladı. Batı Berlin sosyalizme karşı saldırı planlarının yapıldığı, her türden emperyalist ajanların, Nazi kalıntılarının ve Doğu Avrupa’dan kaçmış yeminli sosyalizm düşmanlarının, sabotajcıların kol gezdiği bir kara delik haline dönüştü. Bu kara delik DAC’in yüreğinde açılmış bir yaraydı ve sürekli kanıyordu. DAC ve SSCB, Batı Berlin’in işgalini kabul ederek ve buna karşı savaşmayarak yenilgiyi aslında baştan kabul etmişlerdi. Çünkü Batı Berlin her türlü antisosyalist faaliyet için çok uygundu. Her gün bir milyon insan batı ve doğu arasında gidip geliyordu. Kapitalist ajanlar nitelikli sosyalist personeli ve kadroları devşirmek ve bilgi toplamak için muazzam paralar harcıyordu. Batı Berlinliler ve kaçakçılar doğudaki mağazalardan temel gıda maddelerini ucuza alıyorlar ve her türlü finansal ve ticari spekülasyon yapıyorlardı. Şöyle bir düşünün: Bir devletin başkentinin yarısı, yine kendi toprakları içinde kaldığı halde başka bir devlete ait olabilir mi? Bu denli doğaya aykırı bir durumu kabul eden bir devlet uzun süre yaşayabilir mi? Denebilir ki SSCB var olduğu sürece emperyalistler saldırmaya cesaret edemiyorlardı. Ancak emperyalistler sıkıştırmaya ve alttan alta DAC’ni zayıflatmaya, kuşatmaya da devam ediyorlardı. Onların bu aktif saldırıları karşısında sosyalist bloğun savaşı göze alıp Batı Berlin’i emperyalist işgalden kurtarması gerekiyordu. Esasen Stalin de buna hazırlanıyordu. Ancak 1953’te Stalin ölünce Sovyet devleti ve partisinin başına Hruşçov geçti. Hruşçov kurnaz bir örgütçü, Stalin’e karşı alçak bir yalancı ve konformistti, ancak tam olarak hain değildi. Hruşçov, parti içinde Stalin zamanında çok çalışmaktan ve disiplinden bıkmış ve rahatı arayan unsurlara hitap ediyordu. Bunlar kapitalist dünya ile ciddi anlamda savaşmak da istemiyorlardı. Hruşçov ekonomik yarışma ile sosyalizmin üstünlüğünü kanıtlayacağını düşünüyordu. ABD ile 1961 Küba füze krizinde geri adım atmıştı. Hruşçov iradeci, maceracı ve keyfi hareket ediyordu. Bundan dolayı 1964’te kendi yandaşları onu görevden alıp daha istikrarlı ve ortalama bir figür olarak gördükleri Brejnev’i başa geçirdiler.

DAC ekonomisi bütün varoluşu boyunca hammadde sıkıntısı çekti. DAC Alman makine üretimi  geleneğinin güçlü bir taşıyıcısıydı ancak taşkömürü ve demir kaynakları batıdaydı. Doğuda sadece linyit vardı. Hammadde Polonya, Çekoslovakya ve SSCB’den gelecekti. Ancak bu ülkelerden gelen hammadde çoğu zaman yeterli olmadı. FAC ile DAC arasındaki ekonomik yarışta hammadde etkeni dışında DAC aleyhine şu etkenler de vardı: Kapitalist piyasa DAC için kapalıydı oysa FAC her pazarda mallarını satabiliyordu. DAC topraklarındaki fabrikalar ve ekonomik işletmeler FAC’ne göre savaştan daha fazla zarar görmüştü. Almanya’nın savaş tazminatı yükünün çoğunu DAC çekiyordu. Üstelik 1954 yılına dek DAC topraklarındaki Sovyet askeri giderlerini karşılamak durumundaydı. Bütün bunlara rağmen 1950’lerde DAC sanayi üretimi artışında FAC’yi geçmeyi başardı. FAC kapitalistleri bunun üzerine 1960 yılında DAC’ne karşı ekonomik savaş başlattılar, 1959 yılı sözleşmelerine göre satmaları gereken metali vermeyi geciktirdiler.

DAC sanayi malları üretiminde çok iyi olmakla birlikte bazı tüketim mallarında sıkıntı yaşıyordu. Örneğin muz, kahve ve kakao gibi gıda maddelerini sosyalist bloktan alamıyordu. SSCB savaşta milyonlarca insanını öldürmüş ve şehirlerini yakıp yıkmış olan Almanya’nın bir parçası olan DAC’ne düşman gözüyle bakmadı, sosyalist bir ülke olarak baktı ve Gorbaçov ihanetine dek her alanda dayanışma içinde oldu. Örneğin 1951 yılında dev bir metalürji kombinası (Eisenhüttenkombinat) kurmasına yardım etti. Oysa sosyalist blok içindeki örneğin Polonya milliyetçilerinde Alman düşmanlığı kolay yok olmuyordu. Bununla birlikte DAC lideri Walter Ulbricht, 1960 yılında Hruşçov’un kendisine danışmadan tarafsız bir Almanya şartıyla DAC’yi kapitalist dünyaya terk etmesinden şüpheleniyordu. Bu arada kapitalist dünya DAC’ni hala resmi olarak tanımıyordu. Batı Berlin’deki Amerikan propaganda radyosu Doğu Almanlara atom bombası radyasyonuna karşı tuz kaynatmayı önerip ülkedeki tuz stoklarını tüketiyor sonra da daha tuz bile bulamıyorsunuz kakao nereden bulacaksınız diyerek suçu DAC yönetimine atıyordu. Amerikan emperyalistlerinin savaş planlarında DAC’ne atom bombası atmak da vardı. Bu da DAC’den FAC’ne kaçışların bir sebebiydi. Gerilimin sonucu 13 Ağustos 1961’de Berlin Duvarının inşası ve tam bir gümrük rejimine geçilmesi oldu.

DAC’nin kırk yıllık kısa ömründeki belki de en önemli sınai başarısı otomasyon, bilgisayar ve robot üretiminde oldu. Bu alanda kapitalist dünyada Japonya’nın oynadığı rolü sosyalist dünyada DAC oynuyordu. 1985 yılında kapitalist dünyada 100 bin sanayi robotu varken sosyalist dünyada 120 bin robot vardı ve bunların 69 bini DAC’de, 40 bini SSCB’deydi. O sırada DAC nüfusu 16.6 milyon idi ki bugünkü Moskova’nın nüfusu 19 milyondur. İşte bu küçük Avrupa devleti makine üretiminde dünya beşincisi ve sınai üretimde Avrupa altıncısıydı. Dünyada üretilen bütün makine çeşitlerinin % 85’ini üretiyordu. Bunlara dev ekskavatörler dahildi. DAC linyit üretimi ve işlemede dünya birincisiydi. Bütün ülke dev bir fabrika gibiydi, dünyada belki de kilometre kare başına en çok fabrika düşen ülkeydi. Kendi demir madeni olmadığı için hurda metali en iyi değerlendiren ülke de DAC idi. DAC mühendisleri tipik Alman titizliği ile makine üretimini en verimli hale getirmişlerdi. Gorbaçovcu ihanet bütün ülkeyi emperyalizme peşkeş çekmeseydi tam otomasyonlu fabrikaları ilk kez DAC’nde görecektik.