Demir Ökçe'nin çöküşü, yaklaşan kriz ve Kapitalizm

Büyük Britanya'dan, Avrupa Birliği'ne yalanların gölgesindeki canavar: Demir Ökçe'nin çöküşü, yaklaşan kriz ve Kapitalizm

Demir Ökçe'nin çöküşü, yaklaşan kriz ve Kapitalizm
Çağdaş Gökbel (ATGB-İrlanda / Dublin Temsilcisi)

Feodal dönemin çöküşüyle birlikte hayali bir birlik kurabilmek için İngiliz Tarihçiler önemli görevler üstlendi. Başarısız olacağı aşikâr bir projeye girişilmesinin temelinde, kapitalizmin bir üst aşamaya geçişinin getirdiği zorunluluklar vardı. Buharin ve Lenin’in ‘Emperyalizm’ olarak tarif ettiği bu üst aşamayı Jack London, ‘Demir Ökçe’ olarak tanımlamıştır. Burjuvazi tekelci bir sistemi geliştirirken, kendi imparatorluğunu (şirketler oligarşisini) dünyaya demokrasi olarak pazarlamıştır. Tıpkı İngiliz geleneksel otoritesinin adayı ve adadaki ulusları tek bir ulus biçiminde dünyaya pazarlaması gibi. Vikinglerin, Romalıların ve Normanların kültürel olarak biçim verdiği bu coğrafyada, Demir Ökçe’nin çıkarları doğrultusunda yaratılan birlik miti, zihinleri karıştıran bir hikâye olmak dışında herhangi bir işlev görmedi. Tabii her şeyi bu derece basit bir biçimde ele almak doğru değil. Özellikle İrlanda, 1843-1849 yıllarında büyük bir kıtlıkla yüzleşmek zorunda kaldı. İşçi sınıfı ve patates üretimine bağımlı köylü, bu kıtlıkta derin acılar yaşadı. Kıtlık sonucunda 1 Milyon İrlandalı yaşamını yitirdi. Bir buçuk milyonu ise yaşayabilmek için göç etmek zorunda kaldı. Yaşanan bu trajediyi en iyi anlatan kişi Karl Marks’tır. Kapital’in birinci cildinde anlatılan olaylar, sınıf eksenli bir yaklaşımın aydınlatıcı gücünü fazlasıyla hissettirmektedir. Dört ulustan oluşan Britanya (Galli, İrlandalı, İskoçyalı ve İngiliz), hiçbir zaman milliyetçi mitolojinin yansıtmaya çalıştığı şekilde tek bir ulus olmamıştır. Bahsedilen bu uluslar arasında da çeşitli kültür farklarını hesaba kattığımızda tarihsel açıdan daha büyük bir karmaşayla karşı karşıya kalırız. Bu karmaşayı çözebilmek için tarihçi ‘Hugh Kearney’ ‘Britanya Adaları Tarihi’ yaklaşımının daha tarafsız ve bilimsel olduğunu öne sürmektedir. Tüm bu birlik hikâyelerinin halkların lehine uydurulmadığını artık biliyoruz. Kör milliyetçiliğin (Faşizmin) tekrar yükselişe geçtiği yüzyılımızda, eski mitlerin yeni katliamlara ve kıyımlara payanda olacağını da görmekteyiz. İrlanda’nın bağımsızlık mücadelesinde (1919-1922/Bu tarihten önce 24 Nisan 1916 paskalya ayaklanması ve Cumhuriyetçi Sosyalist Lider James Connolly’nin, rolü bağımsızlık mücadelesi açısından kritiktir) sosyalistler önemli görevler üstlenmiştir. “Sosyalistler 1916 İrlanda isyanında yer almıştı, ama Sosyalizm İrlanda Bağımsız Devleti’nde kendine hiç yer bulamamıştı” (Kearney, 2015: 278). Sosyalistlerin bağımsızlık mücadelesinde bu derece kritik bir rol oynamasına rağmen devlet kademelerinde etkili olamaması ada tarihi açısından dönüm noktası olarak tanımlanabilir. Zira bugün sosyalist düşüncelerin nostaljik bir biçim alması dehşet verici. İnsanlığa dair sarılmamız gereken tüm değerler, şirketlerin isimlerinin ya da logolarının gölgesinde kalıyor. Yine de James Larkin’nin O’Connell caddesi üzerindeki heykelinin insana dramatik bir güç verdiğini belirtmek zorundayım. İrlanda, ada üzerinde Avrupa kültüründen en çok etkilenen bölgelerden birisi. Bu tarihi Normanların etkisine kadar götürmek mümkün. Ancak esas etkiyi Fransız Devrimi’nin yaptığını söylemek zorundayız. Cumhuriyet kurulurken sosyalistlerin ve Larkin gibi figürlerin etkisini bu bağlamda değerlendirebiliriz. Yine de bugünkü Cumhuriyet’in Jakoben ideallerle hareket ettiğini düşünmek yanlış. ‘Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik’ ideallerinin bir sınıfın elinde un ufak edildiğini düşünürsek; dünya üzerinde ekonomik eşitliği sağlamak için çaba harcayan gerçek bir Cumhuriyet’in kaldığını söylemek mümkün değil.

Şimdi ise Avrupa Parlamentosu’nu yöneten güçler, birliğin çözüldüğünün farkında. Bu dönemde can havliyle soğuk savaş propagandasının etkilerine tutunmaya çalışıyorlar. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünü fırsat olarak değerlendiren Avrupa kapitalizmi, birlik ve refah yalanlarıyla milyonlarca insanı oyalamıştır. Kapitalizm geldiği bu üst aşamada, tekelci rakipleriyle savaşmadan yaşayamaz. Bu sebeple oluşturulan birliklerin geçici olduklarını biliyoruz. Nitekim İngiltere’nin Brexit kararı birliğin yakın gelecekte ayakta kalamayacağının en önemli işareti.

Demir Ökçe’nin savaş, kan ve gözyaşı taşıdığı coğrafyalardan refah ülkelerine doğru yaşanan göçmen akını, imparatorluk hayali görenlerin kâbusu olmuş durumda. Göçmenler Avrupa sosyolojisini ve ekonomisini sallıyor. Sınırların ve duvarların yükselebilmesi için tüm yasal organizasyonunun acil olarak revize edilmesi gerekiyor. Demokrasi askıya alınırken, sistem kendini tehlikede hissettiği için aşırı sağ yükselişe geçiyor. Geçmişte defalarca izlediğimiz korku filmini bu yüzden tekrar izlemeye zorlanıyoruz. Mücadelenin pratik yönü böyleyken ideolojik yönünde de güçlü saldırılar başlıyor.

AB parlamentosu Fransa’nın Strazburg şehrinde 19 Eylül’de ‘Avrupa’nın Geleceği İçin Avrupa’nın Hatırasının Önemi’ (Importance of European remembrance for the future of Europe) başlıklı önergeyi kabul etti. Bu önerge Alman Nazizm’i ile Komünizmi aynı ideoloji potasında eritmeye çalışmakta. Birlik bu hamleyi Avrupa’daki örgütsüz kitlelere güvenerek yapıyor. Yine de 19 Eylül’deki kararın çözülüşe dönük emareler içerdiğini bilmek zorundayız. AB rüyası çöküyor ve çökerken egemen sınıflar iktidarını kaybetmemek için muhtemel düşmanını şimdiden yere sermek istiyor. Sosyalistleri gelecek krizde kitlelerin gözünde imkânsız bir seçenek haline dönüştürmek için çabalıyor. Tüm bu tabloda karşımıza 1914 öncesi Avrupa portresi çıkıyor. Birinci dünya savaşının temel nedenlerinden birisi kapitalizmin yaşadığı ilk ekonomik buhrandır. Büyük durgunluk olarak nitelendirilen bu dönem (1840-1873) kitlesel yıkımlara kapı aralamıştır. Osman Çutsay, ‘Türkiye çöküyor, AB ve Avro çözülüyor’ başlıklı yazısında Avrupa için karanlık bir gelecek ön görüyor. Okuyucunun bu yazıyı da dikkate alması gerektiğini düşünüyorum. Dünyayı 1914 öncesi siyasi iklime sürükleyen kırılma, 2008 krizinde oluştu. Kitleler bu krizin etkisini unutmuş olsalar da krizin hâlâ etkisini sürdürdüğünü ve sistemin bunu aşamadığını görüyoruz.

Yıllarca medya eliyle incelikle sürdürülen ve kitlelerin ‘demokrasi’ masalıyla basit bir tüketiciye dönüştürülmesi süreci, insanlığın felaketi olabilir. Bunun neticesinde Avrupa, popüler figürler bir yana, eleştirel yetisi olan düşünür ve bilim insanlarını kaybetti. Bu değerli insanların yetişmesinde borçlu olduğu Sosyalizm düşüncesini ise Faşizmle bir tutarak mahkûm etmeye çalışıyor. İngiltere işçi partisi lideri Jeremy Corbyn, önergeyi imzalayanlar arasında yer alıyor. Corbyn, aldığı bu kararla kitlelere yansıtılanın aksine sosyalizm karşıtı bir tutum almış gibi görünüyor. Anlaşılan o ki işçi partisi, kapitalist düzenle olan ilişkilerini bir yüzyıl daha güçlü tutmak istiyor.

Örgütlü toplum dağıldıkça orta çağ örgütlenmeleri siyasi partilerin yerini alıyor. Bu sebeple göçmen sorunu iktidardaki sınıflar tarafından bilinçli bir biçimde büyütülüyor. Liberal ideoloji, yok oluşumuzun taşlarını iyi niyet maskesiyle döşemeye devam ediyor. Toplum içerisine yeterli eğitim almadan çırılçıplak bırakılan ve ucuz iş gücü kaynağı olarak görülen göçmenler, inançları doğrultusunda kendilerine sahip çıkacak cemaatlere sarılıyorlar. Sonuçta göçmenler sosyalistlerin ve örgütlülüğün güçsüz olduğu bu pek medeni Avrupa toplumlarında hafızasız tüketim canavarları olarak, daha büyük canavarlara dönüşecekleri anı bekliyorlar. Siyasal partilerin yerini karanlığın askerleri ve fundamentalist dincilik alıyor. Milliyetçilik bu kötü tabloya tepki olarak yükselirken, göçmenler yüzyıllar öncesinin argümanlarıyla aşağılanmaya devam ediyor.

Ezilen her halk ortak hafızaya sahiptir. Bundan iki yüz yıl önce göçmen pozisyonunda olan İrlandalılar kendilerini istemeyenler tarafından ucuz işgücü olarak değerlendirildi ve aşağılandı.

“Yabancı üçkâğıtçılara ve gelmeleri hiç istenmeyen diğer her türlü yabancıya izin veriyor… İstediği sayıda gemi kıyılarımıza gelerek… hastalıklı ve suçlu yabancıları indirebilecek”. Liberaller (muhalifleri tarafından ‘radikal-sosyalistler’ olarak adlandırılıyordu) ise şöyle tanımlanıyordu;

Bir nifak çetesi ki, bilir kaytarmayı ve çalmayı

Bilmez savaşmayı, beklerken Fatih’in topukları

Birlik satamayacak artık hiçbir Britanya Ada’sını

İrlanda, İmparatorluğun koynunda besliyor ihaneti.   (Kearney, 2015: 258).

Geçmişin hayaletleri sistem sıkıştığında yeniden devreye sokuluyor ve tıpkı yüzlerce yıl önce olduğu gibi toplumları korkutmak için harekete geçiriliyor. Gerçekte ise ortada tek bir nifak var; o da insanları yoksulluğa sürükleyen küresel gücün insanlığa karşı ihaneti. Richard Llewellyn, How Green Was My Valley (Vadim O Kadar Yeşildi Ki/1939) adlı romanında bu durumu şu şekilde özetlemiştir:

“Her bir hanım ve üç sıra evin etrafında, Gallilerin, İrlandalıların ve İngilizlerin yaşadığı… Bu insanlar madencilerin asla yapamayacağı işleri yapıyordu, yaşamalarına ve üremelerine izin veriliyordu, çünkü onların hizmetlerini çok daha ucuza alırken, mal sahipleri araç gerece para ödemezdi. Çok düşük bir ücretle gübre ve cüruf taşıdılar, çöpçü olarak çalıştılar ve çalıştıkları müddetçe yaşadılar. Çocukları bile daha sekiz dokuz yaşlarındayken, haneye daha çok para getirebilmesi için çalıştı. Çoğu sadece içmek için yaşıyordu”.

Bu satırların hepimizin ortak kaderine işaret ettiğini artık öğrenmek zorundayız. Belki de Britanya Adalarının tarihi boyunca en büyük handikaplarından birisi, etnik temelli çatışmalara sürekli gebe olmasıydı. Bu yüzden güçlü bir sınıf hareketi yalnızca endüstriyel bölgelerde yeteri kadar güç kazanabildi. Neticede bu adalarda hakimiyet iddiasında bulunan İngiliz devleti bu dört ulusu kendi potasında eritmeyi başaramadı. Yine Avrupa Birliği ortak bir para birimiyle Avrupa’daki ulusların ekonomisini yutmayı başaramadı. Büyük şair Oscar Wilde’nin dediği gibi ‘Demokrasi, halkın kendi sopasıyla dayak yemesinden başka bir şey değildir’ Sözde sürekli yüceltilen liberal bireyciliğin özel mülkiyet ve tüketim düşkünlüğünü besleyerek bireyi yok ettiğini gördük. Geçmişte İrlanda’yı bağımsızlığına kavuşturan yürekli Sosyalistler vardı. Bugün, dünya şaşalı bir çöküşe giderken ve Hadrian’ın duvarlarının bile imparatorluğu koruyamadığı yüz yılımızda Sosyalistlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

Kaynak: Kearney, Hugh (2015) Britanya Adaları Tarihi. Çev: Özgür Umut Hoşafçı. İstanbul: İnkılâp.