Gene bir 'kaşıntı' tuttu

"İntihar ederek bu hayattan uzaklaşan dört yoksul emekçinin ardından "psikolojik tahliller" yapmak bize düşmez. Meraklısı varsa, buyursun yapsın. Ancak bu tablodan vatandaşın ve bizim gördüğü şey net: yoksulluk ve yoksunluk."

Gene bir 'kaşıntı' tuttu

Siyaset yazmak zor iştir; olgular arasında bağ kurmak, görünenin ardındaki sis perdesini kaldırmak ve doğrultu belirlemek gerekir. Hele günlük siyaset yazmak daha zor iştir; okuyucunun ilgisini çekmek için yazıyı renklendirmek, anlatımı canlı tutmak gerekir. Günlük yazarların bu iş için kullandığı en yaygın yöntem mecazi bir anlatım kullanmasıdır. Ancak, mecaz kullanımı için de belirli bir birikim, dünya görüşü ve yetenek gerekir. Bunlardan birinin eksikliğinde bile mecaz yaptığınızı sandığınız anda Engin Ardıç’a dönme olasılığınız var.

Bir de mecazı ezbere çevirip, siyasi analiz yaptığını sananlar vardır ki; onlar için “Çivi Yazısı” yazmak az bile. Okuyucu bir an için kendine, “yahu bu Çivi’de kimden bahsediyor gene?” diye düşüncelere dalabilir. Fazla uzatmadan, gene Ardıçgillerin tayfasından birinin yazısına bakalım: Dilek Güngör’ün bugün çıkan yazısına…

Yandaş basının “gurbetçi transferi” olan Dilek Güngör, bugün çıkan yazısında, Fatih’te intihar eden dört kardeş üzerine oluşan tepkilere karşı, klasik bir mecaza başvurup “Bir şeyleri kaşımaya çalışıyorlar” başlıklı bir yazı kaleme almış. [1] Güngör’ün bu “dahice” sayılamayacak tespitiyle, “yoksulluk” üzerinden algı yaratılmaya çalıştığı iddiasını gündeme getiriyor ve BBC Türkçe’den Birgün’e, CHP’den, İYİPARTİ ve Halkevlerine kadar geniş bir çevreden “destek gördüğü” iddia ediyor. Güngör’un yazısında Taçsız Kral Pele ve Nadya Komanaçi’yi anmayı unuttuğunu (!) hatırlatalım. [2]

Güngör bu tespitleri üzerine, “bir kez daha kaşıma eyleminin” gerçekleştiği “tespit”ini yaparak kendini aşıyor. Bu tespitiyle, bizim çivinin de radarına giriyor ve aklımıza şu soru düşüyor: “Sahi ne çok kaşıntı var bu ülkede?” Hemen hemen her şeyin kaşıntıyla sonuçlandığı bir ülkede, temiz bir aklanıp paklanma şart. Yalnız bunun için bir kez daha o sihirli ve sinirli sözcüğe başvurmak gerekiyor: Siyaset.

Gurbetçi Güngör, insanların tepkisinin açığa çıktığı, tepki gösterdiği, nasıl bir ülke istedikleri sorusuna yanıt verdikleri şeye biz kaşıntı değil, “siyaset” diyoruz. Sayın Güngör, siyasetin bir tek kendi gazetesinin karanlık sayfalarında yürütüldüğüne ilişkin bir kanıya sahipse, yanılıyor. Dahası, geniş bir çerçevede emekçilerin bu duruma gösterdiği tepkinin salt düzen siyasetinin sağlı sollu unsurları tarafından da dile getiriliyor diye yanlış sayılması, pek akıl kârı değil. Ortada bir algı yaratma yok. Siyaset, gündemin belirlenme işidir.

Gel gelelim yazının diğer noktaları da elde kalıyor. Nereden ulaştığı belirsiz olan, ki gazetecilik faaliyetinin ötesinde bir konumda olmayı gerektiren, şu veriler ile intiharların “yoksulluk” nedeniyle olamayacağı görüşünü dillendiriyor Güngör:

“Elimde SGK bilgileri var. O bilgiler, 4 kardeşi intihara sürükleyen nedenin yoksulluktan öte bir durum olduğunu gösteriyor. Zira, Oya Yetişkin’in Temmuz 2019 itibarıyla Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki prime dayalı esas kazancı 5.800 TL (yani net maaşı 4.000 TL’nin üzerinde)… Kamuran Yetişkin de her ay devletten 800 TL yetim aylığı alıyor. ”

Güngör’ün elde ettiği bilgileri doğru varsayıp, basit bir matematik işlemi gerçekleştirecek olursak; ailenin eline toplam 4 bin 800 TL geçiyordu Ağustos ayında. Türk-İş’in aylık verilerine göre dört kişilik bir ailenin toplam yoksulluk sınırı ise Ekim 2019 itibariyle 6.705 TL olarak hesaplanmış durumda. [3] Böyle bir durumda, en basit hesapla ailenin en az iki bin lira daha gelire daha ihtiyacı var ki “yoksul” sayılmasın. Dört kişilik bir ailenin yok olmasıyla neden yoksulluğun bağdaştırıldığını daha iyi anlayabiliyor musunuz?

İntihar ederek bu hayattan uzaklaşan dört yoksul emekçinin ardından “psikolojik tahliller” yapmak bize düşmez. Meraklısı varsa, buyursun yapsın. Ancak bu tablodan vatandaşın ve bizim gördüğü şey net: Yoksulluk ve yoksunluk.

Yoksun olma halinin kimisi için “kaçış” ile sonuçlanması kaçınılmaz. Bu kaçınılmazlık, örgütlü toplumun yoksunluğunda ne denli ağır sonuçlar doğurduğuna bir kez daha şahit oluyoruz.

Bu yoksunluk hali, sadece belirli bir insan topluluğunun duygusal açıdan yoksun bırakılması değil, aynı zamanda toplumun “yoksunluğu” olarak da görülmeli. Emekçilerin çözülüşü ile kurulu düzenin yozluğu birbirini besleyen iki gerçek.

İşte bu gerçekten, sanatçıların diliyle ifade edersek; “sağ yanım çürüyor, sol yanım diri” sonucuna varırız.

Sağ yanımız çürüyor, sol yanımız diri!

Kaşıntının sebebi de bir tarafın çürümüş olmasından kaynaklı.

Şimdi anladınız mı, kaşıntının kaynağını Dilek Güngör?

[1] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/dilek-gungor/2019/11/08/bir-seyleri-kasimaya-calisiyorlar

[2] Hemen o unutulmaz sahneyi hatırlayalım: https://www.youtube.com/watch?v=ulncsMqlDQY

[3] http://www.turkis.org.tr/EKIM-2019-ACLIK-VE-YOKSULLUK-SINIRI–d305750