ÇEVİRİ ODASI | 11 Eylül 1973, Şili: “İlk 11 Eylül’de” yaşanan dehşet düzenli olarak göz ardı ediliyor

Birleşik Devletlerin 11 Eylül’ünde Beyaz Saray bombalanmadı, Başkan (George W. Bush) öldürülmedi, ilk suçlar işlendikten sonra halk toplu halde hapse atılmadı ve işkence görmedi ve kanlı bir diktatör ile diktatörün ölüm mangaları ülkenin üzerinde çökmedi.1973 darbesinden önce Şili, insanların güler yüzlü ve neşeli olduğu yaşam dolu ve capcanlı bir yerdi. Pinochet’li yıllar, halka korku ve şüpheyle dolu kalıcı bir acı bıraktı.

ÇEVİRİ ODASI | 11 Eylül 1973, Şili: “İlk 11 Eylül’de” yaşanan dehşet düzenli olarak göz ardı ediliyor
Çeviren: Savaş Yalın

 

Her Eylül ayında Birleşik Devletler genelinde 11 Eylül saldırılarının büyük anmaları düzenleniyor. Oysa 28 yıl önce gerçekleşen ve çok daha yıkıcı olan 11 Eylül’ü çok daha azı hatırlıyor.

Soğuk Savaşın dönüm noktalarından biri olan 11 Eylül 1973’de Salvador Allende’nin Şili’deki demokratik hükümeti Birleşik Devletler’in desteklediği güçler tarafından devrildi. Başkanlık Sarayı La Moneda yoğun bir bombardıman altındayken Allende’nin kendisi de darbe sırasında öldürüldü. Binlerce Şilili de ya öldürüldü, ya “kayboldu”, ya tutsak edildi ve göç etmeye zorlandı ya da sürgüne gönderildi. Allende’nin dul eşi ve ailesi yıllarca Meksika’da saklanmak zorunda kaldı.

Allende’nin yerine Amerikalılar tarafından İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki en kötü diktatörlerden biri olan General Augusto Pinochet getirildi. Pinochet’in diktatörlüğü altında geçen sonraki 17 yıl boyunca yaklaşık 40.000 Şilili işkence gördü, hem de çoğu zaman en sadist yöntemlerle Josef Mengele (Auschwitz’deki Nazi doktoru) tarzında doktorların gözetimi altında. Doktorlar, kurbanlarını mümkün olduğunca uzun süre hayatta tutmaya çalışıyor ve işkencenin tekrar başlayabilmesi için kurbanları ilaçlarla ayıltıyordu.

Bu işkencelere uğramış ama hayatta kalıp sonrasında uluslararası hukuk alanında avukat olmuş olan bir Şililiye bu doktorların bugün nerede olduğu sorulduğunda verdiği yanıt, “Santiago’da çalışıyorlar” olmuştu. Mengele tarzında hareket eden birçok doktor vardı ve bunlar sadece Şili’de özgürce dolaşmakla kalmayıp aynı zamanda hiçbir engel ile karşılaşmadan iş yaşamlarını da sürdürebiliyordı.

Birleşik Devletler ya da İsrail tarafından bu Nazi kafalı doktorları yargılamaya yönelik bir çağrı gelmedi. Dahası, Pinochet rejimi, gaz odalarının yaratıcısı olan SS Albayı Walter Rauff ve Mengele’nin kendisi gibi Nazi savaş suçlularını çoktan koruma altına almıştı.

Son derece büyük bir coğrafi alanı kaplayan Birleşik Devletlerin nüfusu Şili’den yaklaşık 18 kat daha fazla olduğundan Şili’de yaşanan 11 Eylül daha büyük ölçüde hissedilmiş ve çok daha yıkıcı olmuştur. Birleşik Devletlerin 11 Eylül’ünde Beyaz Saray bombalanmadı, Başkan (George W. Bush) öldürülmedi, ilk suçlar işlendikten sonra halk toplu halde hapse atılmadı ve işkence görmedi ve kanlı bir diktatör ile diktatörün ölüm mangaları ülkenin üzerinde çökmedi.

1973 darbesinden önce Şili, insanların güler yüzlü ve neşeli olduğu yaşam dolu ve capcanlı bir yerdi. Pinochet’li yıllar, halka korku ve şüpheyle dolu kalıcı bir acı bıraktı.

Darbeden bir kaç gün sonra Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger Şili’deki durumu şöyle tanımladı:
“Çok da önemli bir olay değil”

Tabi ki bu yorum Şili halkı dışındakiler için geçerli olabilirdi. Allende’nin üç yıl önce seçilmesinden sonra Kissinger, CIA direktörü Richard Helms’e telefonda “Şili’nin ziyan olmasına izin vermeyeceğiz” demişti. Helms de “Size katılıyorum” diye yanıt vermişti.

Geleceğin Nobel Barış Ödülü sahibi Kissinger 1969’da Kamboçya’da soykırıma açık çağrı yapmak gibi başka savaş suçlarına da karışmıştı: “Hareket eden ve uçan her şeyi yok edin.”

1970 yılının Eylül ayı başlarında Allende’nin seçim zaferinden rahatsız olan Başkan Richard Nixon CIA’ye “Allende’nin iktidara gelmesini engellemeleri ya da görevinden almaları” emrini vermişti. Allende görevine iki ay sonra başlayacaktı. Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı “Allende’nin göreve gelmesine izin verelim ve neler yapabiliriz bir görelim” tavsiyesinde bulunmuştu. Buradaki “neler yapabiliriz” sözleri, kayıt defterlerine bakılırsa kötü niyetli bir anlam içeriyordu.

Ancak Başkan Nixon, Dışişleri Başkanlığı’nın teklifini şu sözlerle reddetti:

“Yeni bir Castro gibi mi? Çekoslovakya’daki gibi mi? Aynı insanlar aynı şeyleri söylüyor. Buna izin vermeyin.”

Kissinger’i “kayıtların kötü gözükmemesinden emin olması” konusunda uyarmadan önce Başkan Nixon, uyarısını şöyle dile getiriyordu:

“Hükümeti devirmeye çalıştığımızı anlatan büyük bir hikayenin ortaya çıkmasını istemeyiz.”

Kissinger’in Dışişleri Bakanı William Rogers’a söylediği de “Başkanın görüşü, Allende’nin gücü eline almasını engellemek için mümkün olan her şeyin yapılması gerektiği yönündedir” şeklinde olmuştu.

Nixon yönetiminin, Allende’nin yeni göreve başlayan hükümetini devirme çabalarındaki amaç, bağımsız ulusalcılığı ya da başkalarına da bulaşabilecek bir “virüs” olarak adlandırılan domino etkisini yok etmekti. Neticede Birleşik Devletlerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Savaş Bakanı olan Henry Stimson, Latin Amerika’yı “kimsenin asla canını sıkmayan arka bahçemiz” olarak tanımlamıştı.

Başkent Santiago ile Washington arasındaki mesafenin 8000 km’den fazla olması gerçeğine rağmen Şili tabii ki “arka bahçemiz” himayesi alanına girmişti. Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı, Birleşik Devletler planlayıcıları tarafından kabul edilemez bir olasılıktı. Bunun örneklerini günümüzde de görüyoruz.

Bu arada “Allende’nin gücü eline almasını engellemek için mümkün olan her şeyin yapılması” sözü eski doktorun 1970 Kasım’ında görevine başarıyla başlamasıyla başarısız oldu. CIA Allende’nin rakibi eski başkan Jorge Alessandri’ye destek toplamak için çalıştı ama sonuç alamadı. CIA bunun yerine Allende karşıtı gruplara onun devrilmelerini hızlandırmak için milyonlarca dolar ödemek de dahil olmak üzere üstü kapalı bir baskı uyguladı.

Küba lideri Fidel Castro’nun 1971 sonlarında Şili’ye yaptığı 4 haftalık gezi, Birleşik Devletler politikacılarını daha da fazla telaşa düşürdü. Allende’nin kendisi de yaklaşık 10 yıl önce Küba’yı ziyaret etmişti ve ada ülkesini 1972’detekrar ziyaret etmeden önce Castro devriminin getirdiği ilerlemelerden etkilenmişti.

Ertesi yıl Allende, CIA’nin büyük desteği ile devrildi ve öldürüldü. Pinochet Şili ekonomisini Amerikan şirketlerinin isteklerine uygun olarak özelleştirdi. “Chicago Çocukları” denilen Chicago Üniversitesinde eğitim alan Şilili neoliberal ekonomistler, hükümete kabul edildiler ve IMF ile Dünya Bankası tarafından desteklendiler.

“Chicago Çocukları”nın politikaları, halk üzerinde felaket etkisi yarattı. 1974 ile 1975 arasında işsizlik iki katın da üzerine çıkarak % 18 seviyesine geldi. 1983 yılına gelindiğinde işsizlik, %34.6’ya fırladı ki bu oran Birleşik Devletler’deki Büyük Buhran döneminden bile daha kötüydü.

Halk birçok sefer ayaklandı ama Birleşik Devletler hükümeti, IMF ve benzerlerinin hoş karşıladığından şüphe duyulmayan Pinochet’in vahşi baskı yöntemleri bu noktalarda işe yaradı. Pinochet ayrıca 1980’lerde Birleşik Devletler ve Avrupa’ya kokain satan, bu işlemden kendisi ve dostlarıyla kişisel bir servet biriktiren başlıca uyuşturucu tacirlerinden biriydi.

Kolombiyalı uyuşturucu tacirleri ile de bağları olan Pinochet’nin sözleri şöyleydi: “Şunu açıklığa kavuşturalım – Eğer ben kımıldatmazsam Şili’de bir yaprak bile kımıldamaz.” Bu arada halk yoksullaşmaya ve yalnızlaşmaya devam ediyordu.

Kaynak: Chile, September 11, 1973: The Horrors of ‘the First 9/11’ Are Routinely Overlooked