Çernobil Yalanları

"Çernobil patlamasını Hiroşima ile karşılaştırmak da doğru değil. Çernobil’de atom patlaması değil, buhar patlaması oldu. Bu patlamadan dolayı etrafa saçılan grafitlerdeki radyasyon havaya karıştı. Su dolmuş binaya giren Anatoli Ananenko, Boris Baranov ve Valeri Bespalov ölüme gönderilmedi."

Candan Badem

Amerikan film sanayisinin iki büyük tekeli Warner Bros ve Comcast, 1986’da Çernobil atom enerjisi santralında meydana gelen kaza hakkında beş bölümlük bir dizi film yapmış. Amerikan tekellerinin Sovyet gerçeği hakkında propagandist olmayan bir film yapması zaten işin doğasına aykırı. Nitekim film Rambo filmleriyle aynı ayarda ancak Göbbels’in şakirtleri bu kez propagandayı daha ince ve daha zor farkedilir bir biçimde ayarlamışlar. Filmin oyunculuk kalitesi de Rambo’dan daha iyi. Filmin ana mesajı bilgisiz insanların hoşuna gidecek şekilde ayarlanmış: Sovyet insanları iyi veya normal insanlar ama kahrolası bürokratik totaliter sistem onların elini kolunu bağlıyor! Hem kendi yurttaşlarına hem de tüm insanlığa karşı bir tehdit oluşturan bu Sovyet sisteminin yıkılması iyi oldu, aman sakın geri getiremeye çalışmayın ha!

Film anti-sovyetik klişeler envanterinin neredeyse tamamını kullanıyor. Evde, işte ve her saatte bol bol votka içen Ruslar, totaliter rejimin iradesiz kuklaları, bakan dahil herkes KGB’den korkuyor, rüşvet her kapıyı açıyor, birtakım cahil parti aparatçikleri oturdukları yerden halkın sağlığını hiçe sayan keyfi kararlar alıyorlar, vs vs. Bu arada bürokrasinin her basamağındaki “aparatçik”ler suçlu ama filme göre Gorbi alçağı suçlu değil! Çünkü Amerikan emperyalizmi sadık uşağını korumak zorunda! Filmin senaristi ve yönetmeni yalan kotasını doldurmaya çalışan aparatçikler gibiler, ellerinde genel antisovyetik ve antikomünist yalanlar listesi var, her sahneye bu yalanların birini veya birkaçını sokuşturmaya çalışıyorlar, tarihsel olgulara uyup uymaması ise sorun değil. Yine Amerikan Hollywood sinema endüstrisinin geleneğine uygun olarak bu Göbbels şakirtleri filmde bazı sahnelerde izleyicinin bilinçaltına olumlu birtakım Amerikan imgeleri yerleştirmeyi de unutmamışlar. Örneğin küçük bir Mickey Mouse heykeli bize gülümsüyor. Kremlin koridorları sahnesinde ise oğlunu öldüren çar Korkunç İvan resmini görüyoruz duvarda. Amerikan manipülatörleri hemen her sahnede bilinçaltımıza küçük atom bombaları fırlatıyorlar.

1986 yılında Sovyet parti ve devlet bürokrasisinde Gorbaçov ve Yakovlev türü hainler kilit noktaları ele geçirmişti. Gorbaçov SBKP genel sekreteri, Yakovlev de ideolojiden ve medyadan sorumlu Politbüro üyesiydi. Ancak Lenin ve Stalin’in kurduğu sosyalist devletin sosyalist gelenekleri öyle güçlüydü ki 1956’dan beri süren yozlaşmaya rağmen bürokratlar emirleri altındaki insanlara  kapitalistçe davranamıyorlardı. Bu hususu sosyalistlere bile anlatmakta zorluk çekiyoruz çünkü bazı sosyalistler bürokratik yozlaşmanın boyutlarını doğru kavrayamıyorlar, emperyalist propagandanın klişelerine onlar bile inanıyorlar.

Başbakan yardımcısı Boris Şçerbina, kazanın ardından helikopterle Moskova’dan Çernobil’e uçarken yanında oturan SSCB Bilimler Akademisi üyesi Valeri Legasov’a “bana nükleer reaktörün nasıl çalıştığını anlatmazsan şu asker seni helikopterden dışarı atar” diyor! (İngilizce senaryodan aynen aktarıyorum: “Tell me how a nuclear reactor works, or I’ll have one of these soldiers throw you out of this helicopter”). Breh breh! Kuyruklu yalana bakın hele! Birincisi, Şçerbina deneyimli bir mühendis ve enerjiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak nükleer reaktörlerin çalışma ilkelerini biliyordu, böyle basit bir soru soramazdı, çünkü bu konuyu SSCB’de lise öğrencileri bile biliyordu. İkincisi, Legasov fizikçi değil kimyacıydı ve görevi güvenlik önlemleri almaktı. Şçerbina atom reaktörleri hakkında bilgi almak isteseydi filmde nedense hiç adı geçmeyen fizikçi akademisyenlerden sorabilirdi. Üçüncüsü, Moskova’dan Çernobil’e helikopterle değil uçakla uçuyorlardı. Nihayet, dördüncü ve en önemlisi de, SSCB’de kimse böyle bir laf edemezdi, ne Şçerbina ne de KGB başkanı, herhangi bir yönetici böyle bir emir verse bile o asker kanunsuz emri yerine getirmezdi ve Legasov’un parti, akademi ve sendika kanallarından Şçerbina’yı şikayet etmesi halinde Şçerbina çok zor durumda kalırdı.

Göbbels’in Amerikan takipçilerinin tipik klişe tasavvuruna göre Ruslar çok votka içerler, zaten totaliter rejime dayanabilmek için ayık olmamak gerekir. Bu propagandistlerin unuttuğu ise şuydu: 1986 yılında tam da Gorbi haininin başlattığı alkolle mücadele programı yürürlükteydi, alkol satışına ve kullanımına ciddi kısıtlar gelmişti. Ayrıca radyasyon bölgesinde alkol satışı ve kullanımı kesinlikle yasaktı! (Gorbi haininin “alkolle mücadele” kampanyası genel olarak tıpkı öteki kampanyaları gibi aptalcaydı ancak burada konumuz o değil). Legasov da filmde durmadan votka içiyor oysa gerçek Legasov çok içen biri değildi.

Göbbelsçilerin yarattığı Belarusyalı fizikçi Ulyana Khomyuk tipi filmde güya Sovyet nükleer fizikçileri kolektifini temsil ediyor ama bu tipin asıl esin kaynağı Nobel ödüllü antisovyetik masalcı Svetlana Aleksiyeviç. Hani şu SSCB’nin Afganistan’daki savaşı hakkında işkembeden uydurduğu yalanları (Çinko Çocuklar) yazıp Nobel alan Aleksiyeviç!

Filmdeki gibi helikopter, reaktör üzerinde radyasyondan dolayı düşmedi. Kazadan çok sonra Kasım ayında kuyruğu sarkofag inşası için kurulmuş bir vince çarparak düştü. Çernobil kazası sonuçlarını tasfiye çalışmalarına katılmış fizikçilerden Vladimir Asmolov’un açıkladığına göre, Çernobil patlamasını Hiroşima ile karşılaştırmak da doğru değil. Çernobil’de atom patlaması değil, buhar patlaması oldu. Bu patlamadan dolayı etrafa saçılan grafitlerdeki radyasyon havaya karıştı. Su dolmuş binaya giren Anatoli Ananenko, Boris Baranov ve Valeri Bespalov ölüme gönderilmedi. Sadece dizlerine kadar gelen suya girdiler, valfleri açarak suyu tahliye ettiler ve dışarı çıktılar. Bir miktar risk aldılar ancak kesin bir ölüme gitmediler. Nitekim Baranov 20 yıl daha yaşadı, Ananenko ve Bespalov halen sağ.

Legasov çatıdaki radyoaktif grafitleri atmak için “biorobot” kullanmayı önermedi, o tarihte en azından Sovyet fizikçileri için öyle bir terim yoktu. Bu iş için uzaktan kumandalı robot kullanıldı. Filmde güya Sovyet robotları etkisiz kalınca Alman robotu kullanıyorlar. Alman robotu gri tonlar içindeki Sovyet gerçekliği içinde parlak sarı rengiyle izleyiciyi maniple ediyor. Güya Sovyet makineleri hantal, işe yaramaz, çalışmıyor ama kapitalist Almanya’nın makinesi ışıl ışıl parlıyor ve saat gibi çalışıyor! Göbbelsçi manipülatörlerin unuttuğu şudur: Almanya robot üretmekte SSCB’den daha iyi idiyse, ayda gezen robotu (Lunohod) neden Almanya değil de SSCB yapmıştı? Gerçekte reaktör çatısındaki grafitleri temizleme işinde Sovyet Ermeni tasarımcı Aleksandr Kemurciyan’ın tasarladığı STR-1 robotu kullanıldı. Robotun ulaşamadığı yerlerde askerler de kullanıldı. Ancak askerler filmdeki gibi çatıda oraya buraya plansız bir biçimde koşuşturmadılar. Önceden doz ölçümü ve fotoğraflama ile gerekli yerler belirlenmişti, kimin neredeki hangi grafitiyi atacağı da belirlenmişti. Amerikan propagandistlerinin Sovyet teknolojisini ilkel gösterme çabalarının bir örneği de Çernobil’de hayvanları itlaf eden askerlerin kullandığı İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma Mosin tüfekleri. Emperyalist manipülatörler her ayrıntıyı düşünmüşler, düşman oldukları Sovyet askerine karşı nefretlerini de kusmak zorundaydılar ve kusmuşlar nitekim. Durmadan votka içen asker ilk kez Afganistan’da adam öldürdüğünü anlatıyor.

Göbbelsçilerin inek sağan yaşlı kadına söylettikleri sözler de baştan sona ahistorik yalan dolan ve propagandadan ibaret. Çernobil bölgesi ormanlıktır, nükleer santral kurulmadan önce yörede kimse yaşamıyordu. Dolayısıyla Çernobil bölgesinde ne 1917 devriminden sonra Beyazlarla Bolşeviklerin kavgası oldu, ne 1930’ların köyde kolektivizasyonu oldu, ne Ukrofaşistlerin “Holodomor” dediği 1933 kıtlığı oldu, ne de 1940’larda Naziler geldi. Dolayısıyla inek sağan yaşlı kadının sözde anılarının hepsi coğrafi olgulara aykırı ve uydurma.

Filmdeki en saçma ve alçakça sahnelerden biri de dönemin SSCB kömür sanayisi bakanı Mihail İvanoviç Şadov’un şık takım elbise giyen genç bir züppeye benzetilmesi. Güya bu züppe bakan yanında iki kalaşnikoflu askerle Tula’daki madencilerin karşısına çıkıp onlara acemice emirler vermeye çalışıyor, madenciler de bu genç züppenin ağzının payını bir güzel veriyorlar! Ahlaksız Göbbelsçi propagandistlerin unuttuğu ise şu: Şadov o sırada 59 yaşındaydı, masa başından emir yağdıran kapitalist bir yuppi değildi, genç yaşta maden işçisi olarak başladığı kariyerindeki her aşamayı teker teker sindirerek o makama gelmişti, kiminle nasıl konuşacağını bilirdi, madencilerin onu kendilerine yabancı ve züppe bir bürokrat sayması hayal bile edilemezdi. Şadov işini de madenciyle konuşmayı da iyi bilirdi. Ayrıca koca bakanın maden maden gezip işçilerin karşısına bu şekilde çıkmasına gerek yoktu. Gerekli yazı Tula’ya ve başka madenlere ulaşırdı ve o madenciler de zaten kanunun ve vicdanlarının gereğini düşünmeden yapardı ve nitekim gerçekte öyle olmuştur. Filmdeki saçma ve olgulara aykırı sahnelerden biri de reaktörün altına bir soğutma tüneli açan madencilerin çırılçıplak çalışması. Oysa gerçekte bu madencilere radyasyon tehlikesi değil, radyoaktif tozun akciğerlerine kaçması tehlikesi olduğu açıklanmıştı ve onlar da koruyucu elbise ve respiratör kullanıyorlardı. Çıplak gezmeleri söz konusu değildi.

Kapitalist ülkelerin aksine Sovyet insanı bürokrasiden korkmuyordu, bakan dahil herkese yoldaş diye hitap ediyordu ve bakan dahil hiçbir bürokrat da Sovyet vatandaşına kanunsuz muamele edemezdi. 1937 yılında bile ortalama Sovyet yurttaşı kendini iktidara karşı güvencesiz hissetmiyordu, nerede kaldı 1986 yılı! Kaza gecesi vardiya şefi olan Dyatlov’un astı olan mühendise söylediği şu sözleri ele alalım: “Dediğimi yapmazsan hiçbir yerde çalışamazsın!” Yalana bakın hele! SSCB’de bırakalım bir işletmenin başmühendis yardımcısını, başbakan bile kimsenin çalışma hakkını elinden alamazdı, çünkü herkesin çalışma hakkı vardı.

Hiç kuşkusuz her sistemde kazalar olabilir ve Sovyet sisteminde de olmuştur. Çernobil kazasının sebebinin personel hatası mı olduğu yoksa reaktörün yapımında bir hata mı olduğu da hala tartışılmaktadır. Ben nükleer fizikçi değilim, bu yazının konusu da Çernobil’in teknik sebepleri ve sonuçları ya da nükleer enerji santrallarının yararlı mı zararlı mı olduğu değil. Bugün zararlı ve riskli olduğu görüşü ağır basıyor. Filmin amacı bu konu üzerinden Sovyet sosyalizmini mahkum etmek olduğu için ben de bu yazıyı filmin propagandist yalanlarını ifşa etmek için yazdım. Sovyet bürokrasisi tüm yozlaşmışlığına rağmen kapitalist bürokrasilerden bin kat daha iyiydi. Sovyet sistemi de en kötü halinde bile kapitalizmden çok daha verimli çalışıyordu. Bu tür kazalarda en çok insan kaybı panikten kaynaklanır. Sovyet sistemi ise paniğe mahal vermeden Pripyat şehrinden 48 bin insanı yarım gün içinde tahliye etmiştir. Sonraki günlerde de 30 km çapındaki bölgedeki toplam 115 bin kişilik nüfusu tek bir kayıp vermeden tahliye etmiştir. Patlamadan dört gün sonra Kiev’de 1 Mayıs gösterileri iptal edilmemiştir. Çünkü Kiev o sırada radyasyon etkisi altında değildi ve iki milyon nüfuslu şehri tahliye etmeye çalışmak panik yaratabilirdi. Kiev’deki Sovyet ve parti bürokratları eşleri ve çocuklarıyla birlikte 1 Mayıs gösterisinde yer aldılar, böylece halkın paniğe kapılmasını önlediler. Film göstermiyor ama dönemin SSCB başbakanı Nikolay Rıjkov da ilk günlerden itibaren Çernobil’deydi. Toplam sayısı 600 bine varan Sovyet insanı özveri ve bilinçle çalışarak kazanın sonuçlarını minimize etmiştir.

Amerikan sinemacıları nükleer felaket filmleri çekmek istiyorlarsa ABD’de de yeterli malzeme var.  ABD 1945’ten bu yana binden fazla nükleer deneme yaptı. Örneğin 1 Kasım 1952’de ilk hidrojen bombasını test etti. 1 Mart 1954’te Pasifik okyanusunda Marshall adalarındaki Castle Bravo termonükleer testi Hiroşima’nın bin katı gücündeydi (15 megaton). Bu testlerde yakında bulunan Amerikan askerleri ve denizcileri radyasyona maruz kaldılar. Bu askerlere testler ve sonuçları hakkında konuşma yasağı getirildi, gizlilik yemini imzaları alındı. Bu yeminin geçerliliği ancak 1994’te kaldırıldı ancak askerlerin çoğunun bundan haberi olmadı. Bu askerlerin hangi hastalıklara yakalandığı da gizli bilgi sayıldığı için açıklanmıyor. Hollandalı belgeselci Morgan Knibbe’nin bu konudaki yazısı için bkz. Ayrıca video için bkz. “Totaliter Sovyet sistemi sonuçları halktan gizledi” edebiyatı yapan liberaller bunlardan da haberdar mı acaba?