Bu perhize bu yemek gider!

En azından grev yasakları konusunda elimizin zayıf olduğu düşüncesini bir kenara bırakarak. Bugünkü yasaların grev hakkı konusundaki "sınırlandırıcılığına" karşı yeni bir toplu iş sözleşmesi ve sendikalar kanununu savunmak, bunu talep haline getirmek, fiili durumlarda kazanımlar elde etmek çok mu zor?

İnsanlığın “tarihsel birikiminin” evrensel olup olmadığı, düşünce dünyasında bir hayli yoğun tartışılmış başlıklardan biriydi. Bu tartışmanın 19.yüzyılın sonunda bitirilmiş olmasına rağmen, bugün yeniden açıldığını görmek sizleri şaşırtmasın. Malum, yüzyılımızın temel özelliklerinden biri, miskince ve pişkince eskimiş düşünce kalıplarının “yeni kılıflar” altında pazarlanmak olduğu iyice belirginleşmiş durumda.

Ancak her coğrafyada, halkın da diline düşen, masallar, anlatılar, deyimler, deyişler, türküler, oyunların tamamı, insanlığın tarihsel birikiminin birer parçası. Her ne kadar, kendi özgül durumlarını içlerinde barındırsa da, hepsi de ortak bir özelliğe sahiptir; acı ya da tatlı yaşanmışlıkların bilgisine. Bu bilginin, “ortak akıldan” süzülerek gelen ciddi dersleri bulunuyor.

Bu dersler, kimisi için “bilince çıkarılacak” sonuçları barındırır, kimisi içinse ezberi…. Dersini alıp ezber edenleri bir kenara bırakacak olursak, biz bu deneyimlerden neyin bilince çıkarıldığına, dar bir kesit ve konuda, bakalım.

Son günlerde gündeme gelen İZBAN grevi, neyin ezber, neyin bilince çıkarılan deneyim olduğunu net bir biçimde ortaya koydu. İzmir’de TCDD ile Büyükşehir Belediyesi’nin yüzde 50-50 ortaklık kurarak işlettiği banliyö tren hattında, 10 Aralık günü başlayan grev, 8 Ocak günü Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla 60 günlüğüne ertelendi.

Tabi bu ertelemeden sonra grev devam ediyor. Yasaya göre Yüksek Hakemine taraflar başvurarak toplu sözleşmeyi bağıtlıyorlar, aksi durumda, başvuru yapılmadığında, sendika işletmede “yetkisini” kaybederek toplu sözleşme gerçekleştiremiyor. Böylece uzun yılların birikimi olan toplu sözleşme yetkisi heba edilerek, hak kaybı doğuyor.

Bu erteleme kararı ile İZBAN’daki grev “fiili” olarak yasaklanmış oldu. Grev erteleme aracılığıyla son 16 yılda 16 grev yasaklandı. Aziz Çelik’in çalışmasına göre bu 16 grevde toplam 192 bine yakın işçi grev aracından yoksun kaldı. Dolayısıyla uzlaşmazlığın doğduğu kritik durumlarda, uzlaşmazlık sermaye sınıfı lehine “çözülmüş” oldu.

Yasaklanan grevlerin hangi sektörlerde oldukları incelendiğinde önemli bir sonuç ortaya çıkıyor. Yasaklanan grevlerin sektörel olarak dağılımı, kapitalizmin Türkiye’deki başat sektörleriyle yakından ilişkili. Başta metal sektörü olmak üzere, cam, petro-kimya, maden, bankacılık ve ulaşım sektörlerindeki grevler yasaklandı. Son yıllarda, 2015’ten itibaren, bu ertelemelerin sıklaştığı da ayrı bir gözlem.

Ancak İZBAN grevinin kendisi ve yasaklanması önemli bir ayrımı içeriyor. Bu grev erteleme/yasaklama fiilinde sermayenin farklı kesimleri ve siyasi partileri ilk kez yan yana gelmiş oldu. Üstelik geçmişte rakip siyasi partiler, grevlerin yasaklanması, hangi sektörlerin kapsam dışı bırakılacağı konularında “ihtilaf” içindeydi.

Grevin yasaklanma dayanağı olan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 63.maddesi, “şehir içi toplu taşımanın bozulması” durumunda Cumhurbaşkanına erteleme yetkisi tanıyor. “Şehir içi toplu taşımanın nasıl bozulduğu?”, “hangi ölçütte bozulma eyleminin karşılık bulduğu?”, “şehir içi toplu taşıma sektöründeki işçilerin toplu taşımayı durdurmaksızın grevi nasıl gerçekleştireceği ve etkin kılacağı?” gibi sorular ise yanıtsız kalan kısımlar.

***

Ancak bu soruların doğuran kanun maddesinin hikâyesi de bir hayli ilginç. 6356 sayılı yasa 2012 yılında çıktığında şehir içi taşımacılık ve bankacılık sektörleri grev yasağı kapsamına alınmıştı. Bu duruma itiraz eden CHP, konuyu Anayasa Mahkemesine  (AYM) taşımış ve AYM 2014 yılındaki kararıyla kanun maddesini haksız bulmuştu. 2017 yılında çıkarılan bir KHK ile bu sektörlerde grev yasağı, erteleme hükmüne konularak yeniden getirildi.

Yeniden getirilen yasak ilk kez AKBANK grevinde uygulandı. Grev anında “finansal istikrarın bozulması” maddesi sebep gösterilerek ertelendi. Yenilenen yasanın ikinci kez uygulanması ise İZBAN’da gerçekleşti. Üstelik yasanın kaldırılmasını isteyen CHP’li belediyenin ortakları arasında olduğu bir işletmede.

İşte “geçmişin öğretici deneyimleri” burada önem kazanıyor. Sermayenin grevler karşısındaki tutumu her daim baskıcı olmuş, gerektiğinde zorbalık kullanmaktan çekinmemiştir. Günün sonunda her daim sermaye sınıfı kazanamasa da, elindeki en önemli aracı, siyasi iktidarı, etkin bir biçimde kullanmaya devam etmektedir.

Bununla birlikte, grevle ilgili ortaya atılan “seçim malzemesi olma” iddiaları da boşa düşmüş oldu. CHP’nin yakındığı, AKP’nin “gol atmak için uğraştığı” bir grev, gene siyasi iktidarın marifetiyle “halkımızı daha fazla perişan edemezdik” diyerek ortadan kaldırıldı. Buradaki sonuç ise şudur; “stratejik bir noktada bulunan işçilerin grevi” hem zorbalıkla, hem de işçi sınıfının bölünmüşlüğü kullanılarak siyasal araçlarla ortadan kaldırılmaktadır..

Bu iki önemli sonuca bir ek ise grevi örgütleyen sendika ile ilgilidir. Grevi örgütleyen sendikanın genel başkanının “Türk-İş Genel Başkanı” Ergun Atalay olması dikkat çekici. Türk-İş’in sarı sendikacılığı, söz konusu Genel Kurul hesapları olunca “mücadeleci” gibi gözükmekte ustadır. Atalay’ın uzun yıllardır Türk-İş yönetiminde olduğu, 2005-2014 arası Türk-İş içindeki krizi çözmek üzere sermaye tarafından “seçildiği” ve “kerhen” desteklendiği unutulmamalı.

Acar sendikacının hesabı Genel Kurula kadardır. [1]

***

Dolayısıyla bu konunun sonucu bizim “bilince çıkarma” eyleminde gizli. Daha önceleri bu köşede, sermayenin adımlarını “yeni mevziler” elde etme eğilimi ile açıklamıştık. Her başlık açısından dört başı mamur bir program ellerinde yok; ancak ezber ettikleri bir ders var. Bu dersin içinde sosyal hakların tırpanlanması da, grevlerin yasaklanması da, özelleştirmelerin sermayeye kaynak ve ilişki aktarımı olduğunun sonuçları da var.

Sermayenin bilincinde açığa çıkan, bizim bilincimizin “baş aşağı edilmiş” halidir. Baş aşağı etme eylemini tersine çevirmenin olanaklarını yaratmak ve gözü buraya dikmek de bizim işimiz.

Nasıl mı?

En azından grev yasakları konusunda elimizin zayıf olduğu düşüncesini bir kenara bırakarak. Bugünkü yasaların grev hakkı konusundaki “sınırlandırıcılığına” karşı yeni bir toplu iş sözleşmesi ve sendikalar kanununu savunmak, bunu talep haline getirmek, fiili durumlarda kazanımlar elde etmek çok mu zor?

Zor ama başta Cargill ve Flormar işçileri olmak üzere, inşaat işçilerinin ve diğer sektörlerdeki işçilerin deneyimi zengin bir birikim sunuyor. Hiç değilse, bunu bilince çıkartmak, her türlü dersi ezber etmekten daha kolay.

Yani bu perhize, bu yemek iyi gider. Bizden söylemesi…

Notlar

[1] İster Türk-İş olsun, ister DİSK olsun bu konuda çok zengin örnekler var. Türk-İş’in muhalif gözüken sendikacılarının “işçi iradesi karşısında patron yanlısı tutumu”, DİSK’in “vakar sendikacısının” CHP milletvekili olduğu anda “büyük resim görme kursu mezunu” olması “Genel Kurul” etkisindendir. En azından sendikayı kendi çiftliği gibi görme açıklığını, onlarca yurtdışı gezisini pişkince savunan sendikacının bu konudaki dürüstlüğü ayakta alkışlanmalı.