Bilimcinin ritüeli

Neden ritüellere gereksinim duyulur sorusuna verilen yanıt genellikle “ritüeller yaşamda düşünülmesi gereken süreyi eksiltir” şeklinde olmaktadır. Gerçekten de günlük yaşamın karmaşasının otomatiğe bağlanması, insanın uğraştığı problemin çözümüne odaklanmasını kolaylaştırır. Ancak burada başka bir soru gündeme gelmektedir veya gelmelidir...

Tüm bilim insanlarının günlük yaşamlarında çok düzenli olduğu, ritüellerinin bulunduğu ve bunun dışına pek çıkmadıkları bilinmektedir. Aslında bu ritüeller sadece bilimciler için değil herhangi bir yaratıcı süreç içerisinde yer alan herkesin, örneğin bestecilerin, yazarların yaşamında da yer alır.

Bir örnek vermek gerekirse, Charles Darwin her sabah saat sekizde kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra, tek başına kahvaltı edip, çalışmaya başlarmış. Bir buçuk saat çalıştıktan sonra evin salonunda kanepeye uzanır ve karısı Emma ona gelen mektupları ve/veya o sırada beraber okudukları romanı yüksek sesle okurmuş. Saat on buçukta tekrar çalışma odasına dönüp öğleye kadar çalışırmış. Sonra köpeğiyle beraber daha uzun bir yürüyüşe çıkar ve dönüşte ailesiyle birlikte yemeğini yermiş. Sonrasında tekrar kanepeye dönüp önce gazetesini okuyup, arkasından mektuplarını yazıp, saat üçte yatak odasına geçip eşi yüksek sesle roman okurken uykuya dalıp, saat dörtte uyanıp, yarım saatlik bir yürüyüş yapıp…Darwin tam kırk yıl boyunca böyle yaşamış!

Elbette bütün büyük eserlerin yaratıcıları tüm yaşamlarını Darwin gibi inceden inceye tekdüze hale getirmezler; sadece çalışma saatlerinde değişik ritüelleri olanlar da vardır. Örneğin, Alman tarihçi, yazar, filozof ve oyun yazarı Schiller’in çalışma odasında bir çekmece dolusu çürük elma bulunurmuş. Üretken olabilmek için gerek duyduğu, kimse tarafından rahatsız edilmeden çalışabildiği uzun zaman aralıklarını güvence altına alabilmek için tek güvenilir yol olarak bunu bulduğu söylenir.

Örnekler çoğaltılabilir. Meraklısı için Mason Currey’in Günlük Ritüeller kitabını önerebilirim. Darwin ve Schiller gibi 130 kadar kişinin yaratım sürecindeki ritüelleri ilginç gelebilir.

Neden ritüellere gereksinim duyulur sorusuna verilen yanıt genellikle “ritüeller yaşamda düşünülmesi gereken süreyi eksiltir” şeklinde olmaktadır. Gerçekten de günlük yaşamın karmaşasının otomatiğe bağlanması, insanın uğraştığı problemin çözümüne odaklanmasını kolaylaştırır. Ancak burada başka bir soru gündeme gelmektedir veya gelmelidir: Bilimsel olsun olmasın, herhangi bir yaratıcı süreç rutinlere karşı çıkılarak hatta rutinleri yıkarak yapıldığına göre, yaşamı rutine bağlamak (Darwin örneğini düşünün) bir çelişki değil mi? Veya rutine sokulmuş bir yaşamın yaratıcılığı engellemesi gerekmez mi? Verdiğim örneklere bakılırsa engellemiyor, aksine destekliyor. Öyle ki, hiç ummadığım biri, aykırı yazar Henry Miller bile “Sezgisel olanın sürdürülebilir olması için insanın son derece disiplinli olması, disiplinli bir yaşam sürmesi gerektiğini biliyorum” diyebiliyorsa. Bu soruyu yanıtlamadan başka bir açıklamaya geçelim:

Ünlü antropolog Bronislaw Malinowski’ye göre “insanlar ritüelleri rasyonel kontrol araçlarına sahip olmadıklarını düşündükleri bazı süreçlerin sonuçlarını etkilemek için kullanırlar”. Yani işin içine biraz fizikötesi etkenler girmektedir. Ritüel sözcüğünün sözlük açıklamasının “belirli bir düzeni takip eden sözler ve eylemler” olmakla birlikte, “ayin”, “tören” sözcükleriyle eş anlamlı olarak kullanılması da bundandır.

Soruya, Malinowski’yi de içerecek şekilde yanıt vermek gerekirse, sanırım yaratım sürecinde ritüelleri kullanmak, problemin kapsamı dışındaki konuları sadece insanın kendi kafasındaki o anki sorunların dışına değil, aynı zamanda fizik dünyanın da dışına itip, ondan tümüyle arınma anlamına gelir diye düşünüyorum. Ancak bu bıçak sırtı bir alandır ve her an metafiziğe düşme riski vardır. Sanırım bu dengeyi kontrol edebilme yaratıcı olmanın koşullarından bir tanesi olsa gerek.

Bu konu daha çok tartışılmayı hak ediyor bence.