Bilim insanlarının mesaisi

Bilgi üreten bir kişinin de belirli bir çalışma yeri ve saati yoktur. Yani, üniversitedeki odası çalışma yeri değildir. Aklındakileri konuşmak için başka bir kurumdaki bilim insanın yanında olabilir, kütüphanede olabilir, laboratuvarda olabilir hatta yapacağı çalışmayla ilgili bir prototip oluşturmak için akademik olmayan bir ortamda, örneğin sanayi sitesinde olabilir.

Geçenlerde bir arkadaşım gösterdi, Danıştay 8. Dairesi önemli bir karar vermiş. 2014/10203 Esas, 2015/5308 sayılı karara göre öğretim üyelerinin mesaiye devam konusunda diğer kamu görevlileri gibi değerlendirmelerine olanak olmadığı, bu yüzden de işlerini aksatmamak kaydıyla hangi saatte gelip gittiklerinin denetlenemeyeceği söylemiş.

Bence bu karar çok önemli çünkü ilk kez bilim insanının görevinin ne olduğunu bilen bir bakışla karşılaştım. Özetleyeyim, bilim insanının, akademisyenin birincil görevi bilgi üretmektir. Eğitim ya da hizmet işlevleri ikincildir. Akademik yükseltmeler de bilgi üretmesine göre yapılır. Söylemek istediğim, kimse çok bilgili olduğu için, iyi ders verdiği veya iyi doktor olduğu için doçent, profesör unvanını almaz; tek ölçüt bilgi üretmesidir.  Hatta diğer işlevlerini de bilgi ürettiği için yapabilir. Örneğin, herhangi bir eğitim kurumunda ders verebilmek için formasyon denilen bir eğitimi almak gerekirken, sadece üniversite öğretim üyeleri bu eğitimi almadan ders verebilir. Neden? Çünkü öğretim üyesinin anlatacağı dersin bilgisinin oluşturulmasına bizzat katkıda bulunduğu, bu nedenle de formasyon eğitimi olmaksızın ders anlatabileceği kabul edilir.

Bilgi üreten bir kişinin de belirli bir çalışma yeri ve saati yoktur. Yani,  üniversitedeki odası çalışma yeri değildir. Aklındakileri konuşmak için başka bir kurumdaki bilim insanın yanında olabilir, kütüphanede olabilir, laboratuvarda olabilir hatta yapacağı çalışmayla ilgili bir prototip oluşturmak için akademik olmayan bir ortamda, örneğin sanayi sitesinde olabilir. Bu yaptığı işler de mesai saatleriyle sınırlandırılamaz, devam çizelgeleriyle de kontrol edilemez.

Peki, öğretim üyesi tümüyle kontrolsüz mü kalmalıdır? Daha açık bir ifadeyle, kimse beni denetleyemez diye hiçbir iş yapmadan maaş alabilir mi? Değil elbette; bir akademisyen ancak bilgi üretimine katkısıyla denetlenebilir. Burada asla yayın sayısı veya YÖK’ün kullandığı performans ölçütlerini kastetmiyorum. Eğer gerçek anlamda bir bilgi üretimi denetimi yapılmazsa veya doğru yapılmazsa o zaman Danıştay kararının bir anlamı kalmaz.

Danıştay’ın kararı bu kadar değil,  mahkeme, tıp fakültesi öğretim üyeleri için farklı bir sonuca ulaşmış: Danıştay, tıp fakültesi öğretim üyelerinin akademik faaliyetlerinin yanı sıra, sağlık hizmeti sunumu yaptıkları, döner sermayeden kendilerine ödeme yapıldığı gibi hususları dikkate alarak, tıp fakültesi öğretim üyeleri için personel devam kayıt çizelgesi oluşturulabileceğine karar vermiş.

Danıştay kararının ilk bölümü ne kadar doğru ve akademiyi kavrayabildiklerinin bir işaretiyken, ikinci kısım ise bunun tam tersi. Bugün Türkiye’de öğretim üyelerinin önemli bir kısmı tıp fakültelerinde çalışırken, böyle bir karar üniversitelerdeki üretimsizliğe bir anlamda hukuki bir destek sağlamaktadır.

Şunu çok açık olarak söylemek gerekir, tıp fakültelerinin de temel işlevi bilgi üretimidir ve hasta bakımı ve tedavisi ancak ve ancak bu amaca hizmet ettiği sürece yerine getirilir. Tıp fakültesindeki unvanlar da bilgi üretimi nedeniyle alınır. Bu yazdıklarım o kadar basit gerçeklerdir ki, üniversite ile ilgili evrensel tüm metinlerde yer alır ve asla hiç birisinde tıp fakülteleri diğer fakültelerden ayrılmaz.

Tekrar edeyim, Danıştay’ın bu kararı diğer fakülteler için ne kadar olumluysa, tıp fakülteleri için de o denli zararlıdır.  Bir biçimde düzeltilmeli ama başta da söylediğim gibi, bilgi üretiminin denetimiyle birlikte ele alınmalıdır.

Not: Bu yazı hazırlandığında henüz Dokuz Eylül Rektörü tıp fakültesinde manav açmayı övünerek duyurmamıştı.