Aynı gemide miydik?

Ama adında “komünist” sözcüğünü taşıyanların seçim sonuçlarına dair hakemlik yapmaya kalkışmasına, iki düzen partisinin veya bir başka deyişle sermaye sınıfının bu düzen partilerinde temsil olunan farklı bölmelerinin arasındaki çekişmeye “halkın siyaset yapma hakkının tamamen elinden alınması gibi bir adıma ramak kaldı” korkusuyla yaklaşmasına, bir düzen partisinin inşaat patronu adayı adına süregelen mazbata kampanyasına katılmasına, adını söylemekten çekindikleri CHP’nin tavrına bakarak ne anlama geldiği belli olmayan şekilde “sorumluluk ve kararlılıkla hareket edeceğini” ilan etmesine bir çift sözümüz olmalıdır.

Demokrasi diye yutturulan burjuva diktatörlüğünün şekli olarak da sonuna gelmiş olmalıyız. Sermaye düzeninin “kaba kuvvet” dışında seçeneklerinin azaldığı bugünkü koşullarda en büyük meşruiyet kaynağı seçimleri bütünüyle bir kenara koyacak kadar gözünün kararıp kararmadığını göreceğiz.

Komünistler sermaye düzenini analiz ederken iktidarı kullanan güçlere bir tür öncelik verebilir kuşkusuz. Ama bu sermaye düzeninin bütünlüğünü görmezden gelmek için bir özür sayılamaz. Sermaye sınıfının en gerici unsurlarının iktidarda olduğu günümüzdekine benzer dönemler ise bu açıdan “tehlikeli” dönemler sayılabilir.

Kimi dönemler burjuva partileri içerisinde “projesi” ile özellikle öne çıkanlar olabilir. Doğaldır ki sermaye düzeninin dönüşüm ihtiyaçlarına yanıt olarak öne sürülen bu temsilcileri ile mücadele de doğal olarak öne çıkacaktır. 2007’den 2013’e kadar Türkiye’de AKP’ye karşı mücadele böyledir örneğin.

Ama bugün bize, işçi sınıfına “aynı gemideyiz” diyenlere komünistler çıkarlarımızın taban tabana zıt olduğunu söylerken sonuna kadar haklıdır.

Ama bugün bir yerel seçim öncesinde AKP’den sonrasının “bahar” olduğunu söyleyenlere komünistler “ne fark edecek” diye sorarken sonuna kadar haklıdır.

Ama bugün bir faşistin, bir inşaat patronunun umut diye yutturulmasına karşı çıkan komünistler düzen partilerinin tamamının geçmişte AKP’nin bayraktarlığını yaptığı başkanlık rejimi ile taçlanan dönüşüm projesinin parçası olduklarını ısrarla söylerken sonuna kadar haklıdır.

* * *

Başka bir açıdan ele alalım. Açıkça da söyleyelim.

Beyaz yakalı, eğitim görmüş ve asıl önemlisi gelir düzeyi görece yüksek nüfusun AKP’ye direncini gericilik karşıtlığı ve hatta düzen karşıtlığı olarak tanımlamanın sınırları olduğunu görmek gerekiyor. Nüfusun bu bölümü bir düzen değişikliğinden ziyade kendilerine benzeyenler tarafından yönetilmek istiyor.

Komünistlerin buna cevabı, bu tepkiyi kapsaması ancak işçi sınıfının temsiliyetini alarak onun öncülüğünde bu tepkileri dönüştürme hedefiyle ilintilendirilebilir.

Bu açıdan Türkiye’de seçimlerin meşruiyetinin tartışmalı hale geldiği bir durumda komünistler sermaye düzeninin bir seçimi sonuçlandırmayan halinin sermaye diktatörlüğünün gerçek yüzü olduğunu anlatmanın yollarını bulmalıdır.

Hep söylediğimiz gibi bu seçimlerin esas eleştirilmesi gereken yönü seçim günü yaşanan usulsüzlüklerden daha çok örgütlenme ve seçim yeterlilikleri önündeki engeller, Meclis’teki düzen partilerine yapılan hazine yardımları, basının eşitsiz tavrı gibi etkenlerdir. Sermaye düzeninden boş beklentiler içinde olamayız ama sermaye düzenine karşı “seçim güvenliği” diyerek mücadele etmiş olacağımızı da düşünemeyiz.

Komünistler için sermaye sınıfı her durumda kendi koyduğu kuralları çiğneyebilecek sahtekarlardan ibarettir. O kurallar korunacaksa ancak sınıf mücadelesinin bir ürünü olarak korunabilir.

* * *

Bu bağlamda bakıldığında bir seçimin sonucunun 15 gündür belirlenememesinde komünistler için şaşılacak bir şey yoktur.

Ama adında “komünist” sözcüğünü taşıyanların seçim sonuçlarına dair hakemlik yapmaya kalkışmasına, iki düzen partisinin veya bir başka deyişle sermaye sınıfının bu düzen partilerinde temsil olunan farklı bölmelerinin arasındaki çekişmeye “halkın siyaset yapma hakkının tamamen elinden alınması gibi bir adıma ramak kaldı” korkusuyla yaklaşmasına, bir düzen partisinin inşaat patronu adayı adına süregelen mazbata kampanyasına katılmasına, adını söylemekten çekindikleri CHP’nin tavrına bakarak ne anlama geldiği belli olmayan şekilde “sorumluluk ve kararlılıkla hareket edeceğini” ilan etmesine bir çift sözümüz olmalıdır.

Özellikle de Komünist Parti’nin “Sayın Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiştir.” diye başlayan açıklamanın sonunda yer alan siyasi yaklaşım nedeniyle.

Önümüzde üç ihtimal var. CHP adayı Ekrem İmamoğlu’na mazbatasının verilmesi veya seçimin yenilenmesi iki çok konuşulan seçenek. Üçüncü ihtimal ise seçim sonuçlarının AKP’nin kazandığı şeklinde resmileştirilmesi olur. Ancak bunun artık AKP tarafından bile dillendirilmediği düşünüldüğünde konuşmaya gerek yok.

CHP’nin seçimlerin yenilenmesi halinde seçime katılmak veya boykot etmek seçeneklerinden birisini tercih ettiğinde sizin için değişen ne olacak? AKP’ye karşı CHP seçeneğine sığınanların baskısıyla yapıldığını tahmin edebileceğimiz bu garip açıklamanın CHP’nin “sol kanadına oynamak” dışında bir anlamı olabilir mi? Yoksa CHP’ye rağmen Komünist Parti için belediye başkanı Ekrem İmamoğlu mu olacaktır?

İki düzen partisinin veya sermaye sınıfının iki bölmesinin ülkenin en büyük kentini ve onun 40 milyar liralık bütçesini paylaşma kavgası ne zamandan beri “halkın siyaset yapma hakkı” olarak sunulabilir hale gelmiştir?

Türkiye Komünist Partisi tarihi boyunca işçi sınıfının temsilcisi olarak siyaset yapmanın bir yolunu bulmuştur, yine her zaman buluruz. Halkın siyaset yapma hakkının güvencesi AKP-CHP arasındaki seçim yarışının sonucunda değil işçi sınıfının, komünistlerin mücadelesinde yatmaktadır.

Biz komünistler için AKP’li Binali Yıldırım ile CHP’li Ekrem İmamoğlu arasında seçimden önce bir fark bulunmuyorken seçimden sonra ne değişmiştir ki, bu sermaye kavgasında bir tarafın haklarını savunmak üzere açıklama yapmak akla gelmektedir? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın hangi düzen adayı olduğunu onaylamak komünistlerin işi midir?

Bu açıklamayı siyaset yapmakla, sermaye düzenini ifşa etmek için bir dolayım kurduk demekle açıklamak da mümkün değildir. Ekrem İmamoğlu’nu Başkan ilan edip sonunda da CHP’nin tutumuna göre kararlılıkla mücadeleye devam edeceğiz dediğinizde geriye siyasetten ziyade Kılıçdaroğlu yönetimine muhalifler kalır.

Zira, komünistler bu seçimlere dair düzen güçlerinden bağımsız olarak bir tutum belirlemekle zaten yükümlüdür. CHP’nin seçimleri boykot etmesi halinde seçimlere katılmak veya CHP’nin yeniden seçimi kabul etmesi halinde seçimlere katılmamak işçi sınıfının çıkarlarıyla belirlenir, CHP’nin tavrıyla değil.

Kaldı ki durum bir dolayıma, CHP’nin tavrına bakılmasına gerek bırakmayacak kadar açıktır. Ülkenin en büyük kentinde 15 gündür yaptığı seçimi sonuçlandırmayan bir sermaye düzeninin “demokrasi” tiyatrosu var. Komünistler için mevcut durumda “burjuva demokrasisi” kuralları açısından tartışılacak bir yan yoktur.

Elbette komünistler toplumsal sorunlarda düzenin kendisine kuracağı daha ağır baskıları da gözeterek mücadele eder, siyaset yapar. Ama bu, hele siyaset düzleminde, düzen partileriyle herhangi bir biçimde “işbirliği” anlamına gelmemelidir. Türkiye’de solun tarihi bu açıdan da uyarıcı örneklere sahiptir.

Tüm bunlar ortadayken akla basit bir soru gelmektedir: “Yoksa aynı gemide miydik?”