TKP’nin inatçı doktoru Şefik Hüsnü Deymer (*)

TKP’nin inatçı doktoru Şefik Hüsnü Deymer (*)

09-09-2018 08:40

Doktor Şefik Hüsnü Deymer. Türkiye komünist hareketinin en önemli isimlerinden biri. Mihri Belli kendisini “bilimsel sosyalizmi Türkiye’ye getiren adam” olarak tanımlıyor.

Orhan Deniz

Doktor Şefik Hüsnü Deymer. Türkiye komünist hareketinin en önemli isimlerinden biri. Mihri Belli kendisini “bilimsel sosyalizmi Türkiye’ye getiren adam” olarak tanımlıyor. Genç yaşlarda başladığı mücadeleyi ömrünün sonuna kadar, bazen legal bazen illegal, bazen ülke içinde bazen ülke dışında, bazen mahpus bazen değil, devam ettiriyor ve yaşamını sürgünde noktalıyor.

Şefik Hüsnü 1890 yılında Selanik’te doğuyor (bazı belgeler doğum tarihini 1887 olarak veriyor). Makedon kökenli bir ailenin mensubu. Babası hem tanınmış bir avukat hem de toprak sahibi. Temel öğrenimlerini Selanik’te yapan Şefik Hüsnü, ailesi tıp eğitimi almasını istemediği için, gizlice Paris’e gidiyor ve burada tıp eğitimi alıyor. 1912 yılında tıp eğitimini tamamlıyor. Önce gelecekteki eşi Leokadya’nın ailesiyle tanışmak için Varşova’ya, Varşova’dan da Selanik’e geçiyor. Balkan Savaşı nedeniyle askere alınıyor ve Kızılay’ın Selanik’teki bir hastanesinde çalışıyor. Savaşın sonlanmasının ardından İstanbul’a geliyor, İstanbul Tıp Fakültesi öğretim kadrosuna girecekken 1.Dünya Savaşı başlıyor, tekrar orduya alınıyor ve savaş boyunca Çanakkale’de bulunuyor. Savaşın ardından İstanbul’a dönüyor ve özel bir muayenehane açıyor.

Şefik Hüsnü’nün ülkedeki politik çalışmalarının yoğunlaşması bu dönemle, politikayla ilişkisiyse daha önce, Fransa’da bulunduğu yıllarla başlıyor. Komünist Enternasyonal VII. Dünya Kongresi sonrası kaleme aldığı otobiyografisinde bu ilişkiyi “1905’lerde Emile Zola’nın birçok kitabını okumuştum; bunlar benim dikkatimi sosyal sorunlara ve kitle hareketlerine çekmişti. Kısa zaman sonra 1905/6 Rus devriminin yankıları muhayyilemi tepe taklak etti. Uzun zaman devrimci sorunlara karşı konulmaz bir ilgi duymakla birlikte, temel eserleri okumamıştım. Sosyalist partinin günlük ve süreli yayınlarını, gündelik olayları ateşli bir biçimde takip etmekle yetiniyordum. Paris’te kaldığım dönemde, Jaurès’in, Pressenssé’nin, Sembat’nın hitap ettiği büyük mitinglerin tümüne düzenli olarak katılmaktan geri durmuyordum. J. Jaurès’in tutkulu bir hayranı haline gelmiştim. Okuduğum ilk ciddi siyasi eserler, Jaurès’in yönetimi altında yayınlanmış olan Büyük Fransız Devrimi Tarihi oldu. (….) Marx ve Engels’in eserlerini ancak üniversite öğrenimimi tamamladıktan sonra inceledim. Bu konuyla özel olarak dünya savaşından sonra ilgilendim.” şeklinde anlatıyor.

Savaş yıllarında dar bir çevrede devrimci propaganda yürüten Şefik Hüsnü, savaş sonrası daha yaygın bir çalışmaya başlıyor ve Ethem Nejat, Sadrettin Celal gibi isimlerle birlikte Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası’nın kurulmasına öncülük ediyor. TİÇSF bilimsel sosyalist ilkeleri sahiplenme, işçi sınıfı örgütlenmesini esas alma açısından Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde bir ilk olma özelliği taşıyor. Ülkenin bilinen ilk militan işçi sendikası olan Türkiye İşçi Derneği TİÇSF tarafından kuruluyor, bu dernek 1300 işçinin katıldığı tersane grevini örgütlüyor ve 1919 seçimleri adaylarını belirlemek için 2000 işçi delegesinin katıldığı toplantı gerçekleştiriyor. 1920 yılında TİÇSF içerisinde İstanbul Komünist Grubu’nu oluşturuyorlar ve Komünist Enternasyonal’le ilişkiye geçiyorlar. Bu grup daha sonra Türkiye Komünist Partisi’ni oluşturan ana gruplardan biri oluyor.

Şefik Hüsnü 1925’e kadar Kurtuluş, Aydınlık, Vazife, Orak-Çekiç dergilerinde görev alıyor, özellikle Türkiye’deki toplumsal sınıflar üzerine yazılar yazıyor. 1923 yılında ilk defa tutuklanıyor. 1925 yılında Akaretler’deki evinde yapılan TKP 3.Kongresi’nde(1) genel sekreter olarak seçiliyor. Aynı yıl yapılan tevkifatlarda gıyabında 15 yıl hapse mahkum ediliyor, ama tutuklamadan kısa bir süre önce yurtdışına çıkıyor.
1924 yılında Komünist Enternasyonal Kontrol Komisyonu olarak seçilen Şefik Hüsnü yurtdışında da Komünist Enternasyonel’de çalışmaya başlıyor. 1926’da Parti’nin ülkedeki çalışmalarını toparlamak için Viyana Konferansı’nı düzenliyor. Bu konferans sonucu Vedat Nedim Tör genel sekreterlik görevini üstleniyor. TKP tarihindeki en talihsiz kararlardan biri olan Vedat Nedim Tör’ün ve Şevket Süreyya Aydemir’in yönetici pozisyonlara getirilmesi kısa zaman içinde yapılan hatanın büyüklüğünü ortaya çıkarıyor. Komünist hattı terkedip Kemalizme yönelen bu ekip pratik olarak parti çalışmasını da sekteye uğratıyor ve etkisizleştiriyor. Şefik Hüsnü bu duruma müdahale etmek ve yeni bir merkez oluşturmak için Komintern’den izin alıyor ve Türkiye’ye dönüyor.

Türkiye’ye dönen Şefik Hüsnü’nün yeni bir merkez oluşturup çalışmalara başlaması sonucu yapılan tutuklamalar Vedat Nedim Tör’e de ulaşıyor ve Vedat Nedim Tör elindeki tüm parti belgelerini polise teslim ediyor. Tör’ün bu ihanetiyle 1928 TKP davası başlıyor. Şefik Hüsnü’nün de aralarında olduğu çok sayıda parti üyesi tutuklanıyor. 1925 yılında aldığı mahkumiyet cezası da eklenen Şefik Hüsnü yaklaşık 1,5 yıl cezaevinde kalıyor ve çıktıktan sonra tekrar Sovyetler Birliği’ne dönüyor.

Türkiye’de olduğu dönemde, Komünist Enternasyonal VI.Dünya Kongresi’nde Yürütme Kurulu üyeliğine seçilen Şefik Hüsnü 1930-33 yıllarında Berlin’deki Batı Avrupa Bürosu ve Anti-Emperyalist Liga’da Dimitrov’a bağlı olarak çalışıyor. Burada 1931’de ve 1933 Reichtag yangını dolayısıyla iki defa tutuklanıyor. Aynı dönem Türkiye’deki parti çalışmaları da tutuklamalar ve operasyonlarla uğraşıyor. Her yıl büyük tutuklamalarla karşılaşan parti içinde bir muhalefet hareketi de doğuyor. Nâzım Hikmet’in başını çektiği ve işçi muhalefeti diye bilinen bu örgütlenmeye karşı harekete geçen Şefik Hüsnü Komintern’in de desteğiyle muhalefeti etkisiz hale getiriyor. 1932 yılında yapılan 4.Kongre ile Parti’nin tekrar toparlanması hedeflense de tekrar büyük tutuklamalar başlıyor ve Şefik Hüsnü’nün yaptığı başvuruyla TKP MK faaliyetlerinin desantralize edilmesi kararı alınıyor.

Buradaki önemli nokta hem TKP’nin hem de Şefik Hüsnü’nün ve diğer partililerin Komintern’deki ilgili birimlerce yakından takip edilmesi, bu birimlerin parti ve partililer hakkında kararlar alması ve gerekli gördüğü durumlarda soruşturmada bulunmasıdır. Şefik Hüsnü hakkında da hem Almanya’daki tutuklanmaları hem Türkiye’deki tevkifatlarda ihmalinin olup olmadığı gerekçesiyle soruşturmalar açılıyor ve ilgili belgeler Komintern’deki şahsi dosyasına konuyor. Bu dosyadaki raporlarda görünen ana çerçeve Şefik Hüsnü’nün teorik, ideolojik konularda gelişkin, politik konularda meraklı ama örgütsel konularda yetersiz ve illegalite konusunda dikkatsiz olduğu yönündedir (2).

Nitekim, bu soruşturmaların bir sonucu olarak, Şefik Hüsnü’nün Komintern’deki görevinin sonlandırılıp tekrar Türkiye dönmesi kararı alındığında örgütsel konularda görev almayacağı da kendine tebliğ ediliyor. Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat’ın Türkiye’ye dönmesi kararı 1937 yılındaki desantralizasyon kararından sonra alınıyor. Dönüşle ilgili hazırlanan raporların birinde şu ifadeler kullanılıyor: “Ferdi, KEYK Kadro Şubesi’nce ve KEYK Sekreteri Pik yoldaş tarafından onaylanan 8 kişilik yeni TKP MK üyelerinden biridir. Ferdi ülkede partinin doğrudan teşkilat yönetimine bırakılmayacaktır. Bunu kendisi bilmektedir ve parti aktifi bu konuda uyarılmıştır. (…) Partiyi doğrudan Marat, Sıtkı yönetecektir. Ferdi’nin TKP MK’ne alınması, yine de bu aşamada doğru sayılmalıdır”. (3)

Moskova’dan çıktıktan sonra bir müddet Fransa’da kalan Şefik Hüsnü 1 Kasım 1939’da Türkiye’ye dönüyor. 1943 yılında Mihri Belli aracılığıyla parti bağı kuruluyor ve MK üyesi olarak çalışmaya devam ediyor. 1943 yılı desantralizasyon kararından sonra Parti’nin tekrar toparlanma çalışmalarına başladığı yıldır ve bu çaba yeni tutuklamaları da doğuruyor. Arka arkaya 1944 TKP ve 1945 İleri Gençler Birliği davaları yaşanıyor. 1946’da Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklik sonrası (sınıf esasına dayalı cemiyet kurma yasağı kaldırılıyor) bir dizi sendika ve parti kuruluyor. Esat Adil Türkiye Sosyalist Partisi’ni kurarken, Şefik Hüsnü Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ni kuruyor ve yaygın bir örgütlenme çalışması başlıyor.

Kurulan parti ve sendikaların hızlı büyümesine düzenin cevabı 1946’nın Aralık ayında tüm bu örgütlenmelerin kapatılması ve sonrasında 1947 TKP davasının açılması oluyor. Bu dava sonucu Şefik Hüsnü’ye 5 yıl hapis cezası veriliyor, Temmuz 1950’deki af sonucu serbest bırakılıyor.1951 TKP tevkifatında tekrar tutuklanıyor, hapis ve sürgün cezası alıyor. Hapis cezasından sonra İstanbul’a dönen ve doktorluk yapan Şefik Hüsnü daha sonra sürgün cezası için Manisa’ya gidiyor. 7 Nisan 1959’da yaşama veda ediyor.

Şefik Hüsnü 1919’dan 1959’a kadar, kırk yıl boyunca, Türkiye ve dünya komünist hareketinin önemli isimlerinden biri oluyor. İnatçılığı, direngenliği, üretkenliği biliniyor; bunlar dışında sekterlikle, “elitlikle”, “baş olma tutkusuyla” da suçlanıyor. Uluslararası bir çok toplantıya TKP’yi temsilen katılıyor ve Komintern’de de bir çok görevi yerine getiriyor.

Yaşamı ve mücadelesiyle Türkiye komünist hareketinin onur sayfalarında yerini alıyor…

 

***********************************************************

(1) TKP kongrelerinin numaralandırılması konusu tartışmalıdır. Şüphesiz bu tartışmanın gerisinde politik, ideolojik ve örgütsel farklılıklar bulunmaktadır. 10 Eylül 1920’deki kongreyi 1.Kongre değil de kuruluş kongresi olarak görenlerin ya da 1925’teki kongreyi 1.Kongre sayanların kendilerince gerekçeleri vardır. Şefik Hüsnü de yazıda bahsedilen biyografide “… başından itibaren Genel Sekreterliğini üstlendiğim Türkiye Komünist Fırkası…” cümlesini kullanır.

(2) Bu raporların bazılarında Şefik Hüsnü’nün eşinin burjuva bir aileye mensup olduğu, kızının burjuva yaşam biçimine göre yetiştirildiği türünden değerlendirmelerde de bulunuyor ve bunlar bir eksiklik olarak sayılıyor. Şefik Hüsnü’nün kızı Meryem ikinci savaşta Nazilere karşı direnişte öldürülüyor.

(3) Ferdi Şefik Hüsnü’nün, Marat İsmail Bilen’in, Sıtkı Reşat Fuat Baraner’in parti isimleridir.

(*) Yazıdaki bilgiler için Erden Akbulut’un derlediği ve Sosyal Tarih Yayınları tarafından yayımlanan Dr.Şefik Hüsnü Deymer Yaşam Öyküsü, Vazife Yazıları kitabından faydalanılmıştır.