Siyasal İslam yeni kan arayışında

Suriye’de ABD ile yeniden tam boy bir uyumun sağlandığının açıktan konuşulduğu bir dönemde bu Türkiye’de bir kritik aşamanın daha tamamlanması anlamına gelecektir...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “İslamın güncellenmesi gerektiği”ni söylemesinin ardından başlayan tartışmanın sadece bu döneme özgü olmadığını düşünmek için elimizde yeterli veri var.

AKP’nin hala desteklemeyi sürdürdüğü Müslüman Kardeşler’in Tunus ve Mısır’da emperyalizmin desteğiyle geldiği iktidarları koruyamaması ve Suriye’de cihatçı terörizmle iç içe geçmesinin ardından siyaset ve din ile ilişkilerini sorgulanmaya başlamasının bugüne kadar Türkiye’ye yansıması olmamıştı.

Tunus’ta “müslüman demokratlığı” seçerek bir siyasi parti olmayı tercih edeceklerini ve camiler etrafında örgütledikleri toplumsal örgütlenmelerle bağlarını kopartacağını açıklayan, Mısır’da ise terör örgütü olarak ilan edilmelerinin ardından siyasetten çekilerek bir baskı grubu haline gelmeyi tartışan Müslüman Kardeşler’in kendilerini yenileme çabaları Arap dünyasının genelindeki din tartışmalarının bir parçası olmayı sürdürüyor.

Bugüne kadar dünyadaki cihatçı terörizmin ideolojik kaynağı olan Vahhabi Suud krallığının yeni veliaht prensi aracılığıyla “ılımlı İslam”a döneceğini, diğer dinlere karşı daha hoşgörülü olacağını duyurması ve kadın hakları açısından kendi ölçeğinde önemli reformlara imza atması bu tartışmaların son halkasını oluşturuyor.

Bu çerçevede Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ’ye yönelen tasfiye girişiminin bir parçası olarak “dinin kayıt altına alınacağı”nın konuşulmaya başlanması diğer tarikatlara da müdahale edileceğinin bir ifadesiydi. Başkanlık seçimleri nedeniyle “hassas bir denge”de ilerleyen AKP’nin cihatçı örgütlerin arkasındaki ülke görünümünü de fazla taşıması mümkün değildi.

Emperyalizmle tam uyumlu olarak Suriye’nin bölünmesi için atılan adımlar sırasında gelen Erdoğan’ın “İslam’ın güncellenmesinin gerektiği” sözlerinin bu anlamda günlük, tesadüfi, tek başına seçim hesaplı sayılması yetersiz kalmaya mahkum sayılmalı.

Bununla birlikte, solun bu tartışmaya din üzerinden katılması elbette mümkün değil. Dahası bu konu dinin kendi içinde çözmesi gereken bir mesele. Ama siyasal yansımaları ve sonuçları komünistlerin gündeminin de bir parçası sayılmalıdır. Yoksa laik bir ülkede dinin toplumsal yaşama etkilerinin kontrol altına alınması ve kişilerin inanç özgürlüğüne ilişkin olarak kalması gerektiği ve bu anlamda tartışmanın bugüne kadar AKP, tarikatlar ve CHP’tarafından sürdürülen zeminde ancak Suudi Arabistan ve İran gibi ülkelerde böyle tartışılabileceği açık olmalı.

Öte yandan, dinin kullanılarak düzenin 2. Cumhuriyet için bir ideolojik zemin yaratarak yerleşme sorunlarını aşmak istemesine karşı da mücadele sürdürülmelidir. Suriye’de ABD ile yeniden tam boy bir uyumun sağlandığının açıktan konuşulduğu bir dönemde bu Türkiye’de bir kritik aşamanın daha tamamlanması anlamına gelecektir.

AKP’nin geçmişte “Yeni Osmanlı” diyerek sürdürdüğü politikaların memlekete maliyeti düşünüldüğünde yeni bir maceranın ülkenin başına öreceği çorapların altında kalmamak için sermaye düzenin bir bütün olarak hedefe oturtulması gerektiği tartışmasız olmalıdır. Zaten aksi geçmişten ders çıkartmamakta ısrar edenlerin çaresizliği olarak tarihe not edilecektir.