"Sarı" tartışmalar

Öyleyse bu tartışmanın esas odak noktasını başka bir yere çekmek gerekiyor. "Sarı tartışmanın" odak noktasında, sermaye sınıfının kriz karşısında merkezileşme eğilimini güçlendirme isteği yatıyor. Dolayısıyla, siyasi iktidar bir ön alma çabası içinde değil, zemin hazırlama isteği içindedir. 

Yirmi yıl öncesine kadar sarı sayfalar bilinmeyen ya da bulunmak istenen numaralar için en yaygın kullanılan başvuru kılavuzuydu. Sarı sayfalar saygınlığını yitirse de, çevrimiçi mecrada kurumların numaralarına ulaşmak için yaygın bir bilgi kaynağı olarak kullanılmaya devam ediyor. Elbette arama motorları bu tarz başvuru kaynaklarının kullanım alanını epey bir daraltmış durumda.

Fransa’da Sarı Yelekliler (Gilets Jaunes) hareketinin başlangıcıyla birlikte siyaset dünyamızda yeni bir tartışma kazandı.  Sarı yelekliler, bir anda sarı sayfalar gibi başvuru kaynağı haline geldi. Kim niyetini belli etmek istiyorsa, adresini tayin etmek için sarı yeleklilere bakıyor. Dolayısıyla, bu tartışmanın emperyalizmin başkentindeki siyasal hareketlenmenin nasıl bakılması gerektiğine ilişkin “öğretici” bir yanı bulunuyor.

Peki, bu kadar “renkli” bir tartışma nereden çıktı? Sanırım, bu sarı tartışmanın özünü kavrayabilmek için bazı sorular sormak gerekiyor. Bu soruları şöyle sıralayabiliriz:

i) Acaba sermaye sınıfı “yaklaşmakta olan büyük fırtınayı” görüp, geçmiş deneyimlerinden biriktirdikleriyle kitle hareketlerine karşı yeni bir kutsal ittifak mı kurmaya çalışıyor?

ii) Konuya daha yerel yaklaşacak olursak, AKP iktidarı seçimler öncesinde bilinçli bir hamlede bulunarak, kendi karşıtlarını kışkırtma çabası içinde mi?

iii) Yoksa bilemediğimiz, göremediğimiz bir sürecin “parçası” haline mi geliyoruz?

Sondaki sorunun cevabını komplo teorisyenleri rahatlıkla verebilir, ancak bu yazının sınırları dâhilinde değil. Bir tür “büyük hesaplaşma” beklentisi kadim bir beklenti ancak bu hesaplaşmanın henüz kıyısından bile geçilmiyor.

Ancak ilk soru ve biraz da onunla bağlantılı olarak ikinci soru üzerinde biraz düşünmek gerekli. İlk soru için biraz tarihe başvuralım.

Egemenlerin yakın dönem tarihinde kitle hareketlerine ve “müesses nizamın” sarsılmasına karşı topyekûn bir refleks göstermesinin tarihi eski. Napolyon savaşlarının ardından aristokrasinin kısa süreli kurmaya çalıştığı “Avrupa uyumu” politikası yakın tarihin, kapitalizmin egemen olduğu tarihin, ilk büyük kutsal ittifak denemesiydi. İkincisi Avrupa’daki 1848 devrimlerinden sonra denendi. Üçüncüsü ve daha dar kapsamlısı 1871 Paris komünü deneyiminden sonra denenmeye çalışıldı.

Ancak esas büyük kutsal ittifak ve uyum Soğuk Savaş döneminde sağlandı. ABD merkezli emperyalizm kendisine göre yürüttüğü “kutsal savaşta” böyle bir gericiler birliğini kurma şansı yakaladı. O günden bugüne geldiğimizde iktidardaki sınıf olarak sermayenin, tek tek ülkelerde kendi refleksini göstermesi olağandır.

Hayatın mantığı hep ileriye doğru akıyor. O nedenle bu tür refleksin “evrensel bir korku kaynaklı” olmadığı açık. Ayrıca, geçmişten edinilen bilgiler, sarı yeleklilerin bir tür “Avrupa Baharına” dönüşerek domino etkisi göstermesin zor olduğuna işaret ediyor. O bahis, özellikle söz konusu Avrupa ise, 19.yüzyılın sonlarında kapandı.

Bununla bağlantılı olarak ikinci sorunun, AKP’nin dar ve gündelik hesaplarının, bu tartışmanın köpürtülmesinde tali bir rol üstlendiği açık. Son beş yıllık siyaset tablosu, bu türden refleksleri egemen sınıfın aklına kazındığını gösteriyor. O yüzden geçici bir hesap yapıldığı da söylenemez.

***

Öyleyse bu tartışmanın esas odak noktasını başka bir yere çekmek gerekiyor. “Sarı tartışmanın” odak noktasında, sermaye sınıfının kriz karşısında merkezileşme eğilimini güçlendirme isteği yatıyor. Dolayısıyla, siyasi iktidar bir ön alma çabası içinde değil, zemin hazırlama isteği içindedir.

Geçtiğimiz aylarda açıklanan ve resmi ağızlar tarafından reddedilse de, krizin programı olarak geçen “Yeni Ekonomik Plan”, sermaye sınıfı adına pek çok kazanım sağlamayı ve orta vadeli bir dönüşüm planını içeriyor. Böyle bir planın siyasi iktidarın merkezi gücü olmaksızın gerçekleştirilmesi olanaksız. Üstelik hedeflenen programın oldukça gerisinde oldukları da söylenebilir.

Neden, hedeflerin oldukça gerisindeler? Sadece son açıklanan büyüme, işsizlik ve sanayi üretimi verileri krizin beklenenden hızlı sonuç verdiğini düşündürüyor. Planlarda 2019 başında varılması düşünülen işsizlik verilerine 2018 Eylül ayında varıldı. Büyüme oranları ise bir tür küçülme olasılığına işaret ediyor. Sermayenin beklentisi, 2019’da bu durumla karşılaşılmasıydı.

Dolayısıyla böyle bir dönüşüm isteniyorsa, bir zemin hazırlığı yapılması gerekli. Şimdi, asgari ücret tartışması da yapılırken, bu zemin hazırlığı için bir kez daha hamle yapılıyor.

Burada ana muhalefetin ya da Türk-İş gibi bir sendikanın tutumunun kafaları karıştırmaması gerekli. Zira ana muhalefet hem sağa, hem de kendi soluna alan kapatan bir pratik içerisinde. Türk-İş’in tartışmaya katılması ise kendi renginden kaynaklı. Sarı sendikalar, sınıf mücadelesi içindeki eğilimleri okuma konusunda iyi bir deneyime sahip. Elbette, deneyimli olması, bir tür “komplonun” parçası olduğu anlamına gelmiyor. Türk-İş açısından, ki buradaki özneler içindeki en küçük hesabı olanın, “mücadeleci” bir görüntü verilmesi koltuk için önemli.

Düzenin farklı aktörlerinin tartışmaya katılma niyetleri bu olurken, sınıf mücadelesinin diğer ekseninin, işçi sınıfının, nasıl bir tutum alarak sürece müdahale etmesi gerektiği de rahatlıkla anlaşılabilir.

Kısaca, işçi sınıfının bu tartışmada, bizim de çıkış noktamız olan, dünyayı anlamanın yetmediği ve değiştirmenin zorunlu olduğu düşüncesinden başka bir yolu bulunmuyor. Bunun programının her yerde savunulması ve örgütlülüğünün yaratılması için hummalı bir çalışma dönemi içine girmek gerekli.

Sarı tartışmanın rengi de zaten sadece böyle değişebilir.