Zorunluluk mu seçenek mi?: Kürtler ve Sosyalizm…

Zorunluluk mu seçenek mi?: Kürtler ve Sosyalizm…

25-03-2018 09:06

Son yıllarda hep söylenen “Kürtlerden komünist çıkmaz” lafını tarihten sileceğiz...

AYSEL TEKEREK

Temel çelişkiyi sınıflar arasındaki çelişkiye dayandıran yani emekçi sınıflar ile patron sınıfı arasındaki mücadelede, işçi sınıfını iktidara taşımayı hedefleyen sosyalist mücadele için diğer çelişkilerin çözümü ancak temel çelişkinin çözümüne bağlıdır.

Aslında yakın dönem Kürt tarihi ve Kürt siyasi hareketinin gelişim seyri yukarıdaki temel kalkış noktasını bir kenara koyarak, tüm çelişkilerin üstüne Kürt sorununu yerleştirerek sorunun tanımı ve çözümünde siyaseten daralma yoluna girmiştir.

1960 ve 1970’li yıllarda yani sosyalist mücadelenin toplumsallaştığı, yoğunlukla Kürt ve Türk sosyalistlerinin ortak örgütlenme içinde oldukları, kimlik siyaseti kavramının henüz doğmadığı bu zamanlarda Kürtler ve sosyalizm yolu arasındaki mesafe bir hayli kısalmıştı. Güçlü sosyalist örgütlenmeler, adıyla sanıyla Kürt illerinden vekil çıkarmış, Kürt il ve ilçelerinde büyük mitingler düzenlemiş, Kürt halkı arasındaki gerçek aydınlanma atağı sosyalist mücadele zemininde gerçekleşmişti.

1980 darbesi ve SSCB’nin çözülmesi ile birlikte ayrı örgütlenmeyi savunan ve mücadele tarzı olarak da silahlı mücadeleyi tercih eden PKK’nin güç kazanması ve Kürt halkı içerisinde önemli bir örgütlülüğe ulaşmasının sonucu ise Kürt sorununda çözüme yaklaşmak anlamına gelmedi. Sosyalist çözüm dışında ve kapitalist düzen içinde modeller geliştiren Kürt hareketinin Türkiye özelinde son dönem aradığı şey ise radikal demokrasi oldu. Bu arada emperyalist çağda olduğumuzu unutmayacaksak eğer, “Arap Baharı” ve sonrasındaki gelişmeler “Kürtleri” giderek emperyalistlerin elinde bir karta çevirdi.

Yukarıda oldukça özet olarak geçilen bu sürecin hem Kürtler hem de ülkemiz sosyalistleri için bazı ara sonuçlar doğurduğu kesindir.

İlki; anti-emperyalist, ABD karşıtı bir Kürt kuşağı gitmiş, yerine “Kürt çıkarları” gibi soyut ve yanlış bir kavramı veri alan demokrat, milliyetçi ve işbirlikçi damarlarda kendine yol bulan pragmatist bir kuşak gelmiştir.

İkincisi; en asgari düzeyde oyunu, en azami düzeyde canını Kürt hareketine adayan, bu alanda politikleşen milyonların şu an için politik geleceği belirsizdir. AKP ve ülke sağının bu alana müdahalesi süreklidir.

Üçüncüsü; açılım süreci sonunda Kürt hareketinin yaşadığı sıkışma kendi doğal dinamikleri ile açabileceği bir sıkışma olmaktan çıkmıştır. Ülkedeki tüm gündemler ile Kürt sorunu arasındaki bağ sorunu daha yukarıya yerleştirme tezinin bir kez daha çökmesine neden olmuştur.

Bu değerlendirmeler ışığında, ülke komünistlerinin Kürt siyasetine yön veren öznelerin solculaşması ya da sosyalist bir zemine çekilmesi beklentisi bulunmamakta, aksine bu özneler giderek sağa kaymaktadır. Bugün ülke komünistlerinin, doğrudan Kürt emekçilerinin sosyalist siyasete örgütlenmesi görevi diğer görevleri ile başa başa durmaktadır.

Peki bu nasıl olacak?

Onca yıldır, Kürt kimliğinden ötürü ezilen, baskıya uğrayan aklındaki tek soruya cevap arayanlara sosyalistlerin bir cevabı, verebileceği bir umut var mı?

Bu sorunun cevabı “evet”tir. Çünkü Evet’in arkasında güçlü bir tarihsel birikim ve üstünden geçilemez tarihsel ve güncel doğrular bulunmaktadır.

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, ulusal soruna devrimci bir çözümü geliştiren ve bunu hayata geçiren SSCB pratiği halen yolumuzu aydınlatmaktadır. Halklara sadece anayasal düzeyde değil, hayatın kendisinde de eşitlik sağlayan sosyalizm pratiği, bugün Kürt hareketinin sunduğu Kürtlere anayasal statü amacının çok ilerisindedir; daha onurlu daha devrimci ve daha kökten bir çözümdür.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra emperyalizm ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirmesi ile birlikte Kürt feodal beylerine bu alanda pay vererek meseleyi ertelemiş olsa da, aradan geçen zamanda ülkedeki kapitalizmin gelişim düzeyi ile birlikte her halktan emekçilerin giderek yoksullaştığı dönemin içinde olduğumuz akıldan çıkarılmamalıdır. Bu tablonun orta yerinde Kürt emekçileri bulunmaktadır. Bugün Kürt emekçilerine, Kürt siyasetinin kimlik mücadelesi olarak sunduğu çözüm iktidara endekslidir ve ekonomik olarak da sömürüyü ortadan kaldıran değil onu yaşatan çözüm modelleri olarak karşımızdadır. Kürt emekçileri ekmek ve barış mücadelelerinde her beş yılda bir boşluğa düşürülmektedir. Komünistlerin sınıf mücadelesini, kararlı, örgütlü ve sürekli kıldığı her kazanımda Kürt emekçileri işin doğal parçası olmaktadır. İnşaat işçileri bunun en güzel örneğidir.

AKP iktidarı sadece Kürtleri değil, ona tabi olmayan her halktan milyonları düşman kabul ederek ülkeyi bir cenderenin içinde tutmaktadır. AKP’nin bu süreçte aldığı yolun bir kısmında Kürt hareketi AKP karşısına çıkmayarak en büyük bedeli ödemektedir. Yeniden Kürtlerin başka bir dönemin içinde aynı şekilde yer almayacağının bir garantisi yoktur. Daha doğrusu tek garantisi sosyalist mücadelenin gücü ile ilintilidir.

Bugüne kadar Kürt halkı “ne yapılmaması” gerektiğinin filmini izlemiş hatta bu filmde oynamıştır. Bugün ise “ne yapılması” gerektiğinin filmi çekilmelidir.

Kürt sorununa çözümde, “demokratik çözüm mü, sosyalist çözüm mü” diye sorulduğunda ilkini gerçekçi ikincisini hayal kabul eden Kürtlerin sayısı hiç de az değildir. Bu denklem mutlaka değişmelidir. Sosyalistler, kapitalizmin tüm çelişkilerine çomak sokmalı, bu çelişkileri reformist solun elinden almalı ve devrimcileştirmelidir.

Barış, eşitlik ve özgürlük arasındaki bağlantıyı en gerçekçi temelde kuran komünistler, Kürt halkı içinde anti-emperyalist damarı güçlendirmeli, emekçi karakterini belirginleştirmelidir.

Kürdün inadı meşhurdur. İnat ise sosyalizm ile birleşince 70’li yıllardaki pratiğin çok ama çok ilerisine geçebileceğimizi şimdiden görmek mümkündür.

Son yıllarda hep söylenen “Kürtlerden komünist çıkmaz” lafını tarihten sileceğiz.

Kürt, Türk, Laz, Ermeni her halktan ama bir sınıftan komünistler partilerinin öncülüğünde siyasi kavgasını güçlenerek sürdürecektir.

Geçmiş ve gelecek bizim yanımızdadır…

PUSULA 1.Yazı: Doğru soru şu: Kürtler Amerika’yı satar mı?

PUSULA 2.Yazı: Rojava: Devrim mi değil mi?