Yeşil sermayenin yükselişi ve AKP’nin sınıfsal temeli

PUSULA | Yeşil sermayenin yükselişi ve AKP’nin sınıfsal temeli

Yeşil sermayenin yükselişi ve AKP’nin sınıfsal temeli

İlker Demirer

AKP’nin 15 yıldır devam eden iktidarı ülkedeki pek çok şeyi değiştirdi. Yargı, akademi, bürokrasi, ordu, eğitim, sağlık, kültürel ortam ya baştan aşağıya değiştirildi ya da ciddi değişiklikler geçirdi. Bazı değişiklikler kalıcı kılınmasına karşın, özellikle yeni bir rejimin kurulması sırasında yapılan değişikliklerin AKP açısından ciddi bir meşruiyet sorunu doğurduğu gözlemleniyor. Her siyasi yol ayrımında manevra yapma kabiliyeti konusunda zorluk yaşayan AKP, söz konusu sermaye sınıfının çıkarlarının temsil edilmesi olduğunda bugüne kadar uyumlu bir görüntü çizmeye dikkat ediyor.
Sermaye sınıfının çıkarları konusunda bu tutumlu görüntünün arkasında bir anlamda AKP’nin sınıfsal temeli yatıyor. Ancak bu görünümün tek başına sermaye ile geçinme arzusu olmadığı çok açık. Her bir siyasal başlıkta farklı bir unsurla gerilim yaşayan AKP, yeni bir rejim inşa ederken sermaye sınıfının içsel gerilimleriyle de karşı karşıya geliyor. Nitekim bu gerilimleri kimi zaman manipüle eden, kimi zaman ise üzerini örten AKP, sermayenin gündelik ve tarihsel çıkarlarının temsilcisi olarak sınıf aklıyla hareket ediyor. Dolayısıyla burada bir sınıf özü var ve sermayenin siyasal temsilcisi olarak AKP dar bir sermaye çevresinin temsilini üstlenmekten öte düzenin ihtiyaç duyduğu sermaye birikiminin önünü açmak için çabalıyor.

Türkiye’de sermayenin gelişim dinamiği ve yeşil sermaye ilişkisi

Bu çabanın gerçek hayattaki karşılığında sermaye içi bir bölünmenin varlığını tespit etmek yaşananlardan çıkartabilecek bir sonuç olabilir. Ancak “yeşil sermaye-geleneksel sermaye” çatışması olarak görülen ayrım esasen görünüme dair bir ayrım olup, AKP’nin oturtmaya çalıştığı rejiminin ana mantığını ıskalamak olarak görülmeli. Dolayısıyla bugün AKP döneminde önü açılan sermaye gruplarının temel özelliği “İslami” temelli bir burjuva sınıfı yaratmak olarak görülse de; aslında Türkiye’de sermaye oluşum dinamikleriyle yakından ilintisi bulunmaktadır.

Türkiye’de tarihsel olarak kapitalizmin gelişimi ve sermaye sınıfının oluşumunda devletin özgün bir yeri olmakla birlikte, sermaye sınıfının emperyalist sisteme eklemlenme çabalarının da sermaye birikiminde önemlice bir yeri bulunuyor. O nedenle Türkiye’de uzunca bir süredir sermayenin genişleme dinamiğinin arkasında iki yol bulunuyor:

i-)  Kamu kaynaklarının özel teşebbüse aktarılması yoluyla,

ii-) Emperyalist sistemle kurulan bağlantılar yoluyla sermayenin yeniden üretimi ve birikimi sağlanıyor.

Bu noktada Türkiye’de kapitalizmin gelişimi açısından 1980’li yıllarda ortaya ihracata dayalı büyüme stratejisi sermaye sınıfının geleneksel kesimleri açısından farklı sektörlere açılma dönemi olarak görüldü. Nitekim bu yıllarda Türkiye sermaye sınıfı gerek coğrafi, gerekse de niceliksel olarak büyürken yeni özellikler de kazanır oldu. Bu kazanılan özelliklerin başında düşük sermaye yoğunluğuna ait sektörlerin farklı sermaye gruplarının elinde toplanması oldu. Zamanla bu sektörlerde öne çıkan sermayedarlar, finansal sisteme dâhil olarak genişleme yolunu tuttular.

Sermaye birikiminin özellikle rekabet karşısında işçi sınıfının örgütsüz kılınmasına ihtiyaç duyulduğu için “yeşil sermaye” tanımına uygun sermayedarların güç kazanması zor olmadı. MÜSİAD 1990 yılında kurulurken, aslında yeni tipte bir sermaye birikiminin ilk sinyallerini veriyordu. Bu tabloda sermayenin sektörler arası farklılaşması artarken, emperyalist sistemle uyumlu bir sermayedar tipinin ortaya çıkması geleneksel kesimleri de sevindiren bir gelişmeydi.

Bu gelişim dinamiğinin toplumsal alana yansıması biraz gecikmeli oldu.  28 Şubat süreciyle hızı kesilen yeşil sermayenin kapitalist sistemin iş yapma biçimiyle uyumsuz yanları törpülendi. 2000’lerin başında AKP ile başlayan dönüşüm süreci sadece sermayenin karar alma mekanizmalarının hızlandırılması için değil, aynı zamanda sermayenin iç bileşiminin değiştirilmesi için de kullanıldı. Nitekim Türkiye 90’larda yaşadığı ağır ekonomik bunalım sürecini 2000’lere doğru devrederken krizden güçlenerek çıkan başta otomotiv ve metal sanayi sektörlerinde yer alan sermayedar grupları artık bu sektörlere bağlı bir gelişim dinamiğinin de önünü açmak istiyordu. Yeşil sermaye bu açıdan bulunmaz bir kaynağı oluşturuyordu.

AKP’li yıllarda gelişen yeşil sermayenin özelliği

Hızlı altyapı yatırımları ve kentlerin yağma açılması yoluyla inşaat sektörü sermaye sınıfı için ciddi bir hız kaynağı yarattı. Yapılan yollar otomotiv, çimento ve petro-kimya sektörlerini, binalar demir-çelik sanayini ve tüm altyapı yatırımları finansal kredileri besledi. Sonuçta Koç, Sabancı, Doğan Holding gibi “geleneksel” olarak görülen sermaye grupları özelleştirmeler yoluyla petro-kimya, havacılık ve finans gibi kar marjı yüksek sektörlere kayarken, yeşil sermaye için de kamu ihaleleri, inşaat sektörü başta olmak üzere ciddi bir sermaye birikimi sağlama imkânı doğmuştu.

90’lı yıllarda “küçük sermaye grupları” görüntüsünden çıkarak büyük sermaye görüntüsü vermeye yaklaşan yeşil sermaye AKP’nin dönüşüm projesine uyumlu bir şekilde sektörel çeşitliliğini de arttırmış bulunuyor. Enerji, maden, medya gibi sektörler yeşil sermayenin gözde sektörleri haline gelirken Cengiz-Limak-Kolin-Albayraklar-Sancak Grup gibi holdinglerin iktidar yoluyla zenginliklerine nasıl zenginlik kattığı iyi bilinen örnekler.

Yeşil sermayenin gelişim dinamiğini anlamak için MÜSİAD örneğine bakmak da iyi bir veri sunuyor. MÜSİAD 1990 yılında 1100 üyeye sahipken, bu sayı 1995 yılında 1717’e, 2010’da 4750’ye ve 2017’de 11 bine yükselmiş durumda. MÜSİAD’ın üye sayısı 28 sene içinde 10 katına çıkarken, bugün 1 milyon 600 bin kişilik bir istihdamı oluşturmakta. Bu durumda toplam işletme başına ortalama 145 işçinin düştüğü tespit edilebilir. Bir başka açıdan bakıldığında MÜSİAD hem işletme kapasitesini büyüten bir sermaye profiline sahip olduğunu gösterirken, hala daha orta büyüklükteki işletmelere sahip olduğunu göstermekte.

Öte yandan MÜSİAD’a üye profilinin giderek daha fazla büyük işletmelere sahip olduğu her yıl açıklanan İSO 500 listesinde de anlaşılabilir. İSO 500 listesinde her yıl en büyük 500 sanayi işletmesi açıklanırken, MÜSİAD’ın bu listedeki ağırlığı yıldan yıla artıyor. 2004 yılında İSO listesinde MÜSİAD üyesi sadece 8 firma bulunurken, bu sayı 2010 yılında 35’e çıktı. Fethullahçı olarak bilinen TUSKON’un dağıtılmasından sonra MÜSİAD’ın bu listede ağırlığı giderek arttı. Sadece İlk 100 içerisinde 2016 yılı itibariyle 15 tane “yeşil sermaye” menşeili firma bulunuyor. Bu firmaların toplam net satış büyüklüğü 2016 yılı itibariyle 25 milyar TL’yi aşkın olduğu saptanırken, sektörel dağılım olarak gıda ve metal sektörlerinin ön planda olması dikkat çekiyor. Özellikle Tosyalı Holding’e bağlı Tosçelik’in ilk 20 içine girmesi yeşil sermayenin edindiği kaynakların ne olduğunu anlamak açısından önemli.

İşçi sınıfı bu ayrımı önemser mi?

AKP’nin bu durumu kendi sınıfsal mantığı üzerine oturtması önemle dikkat çekilmesi gereken nokta. Tüm bu sermaye gruplarının bugün sermaye sınıfı için örgütsüz kılınmış bir işçi sınıfını yaratmak için manivela olduğu, sermayenin iş bölümünü değiştirdiği ve farklı pazarlara açılmasında kritik rol oynadığı gözden kaçırılmamalı. Bununla birlikte tüm bu gelişim dinamiğinin sermaye içi çatışmayı güçlendirmekle birlikte bir toplumsal gerçeği daha ortaya çıkardığı unutulmamalı: işçi sınıfı.

Bu gerçeklik haricinde yeşil-beyaz sermaye arasındaki farklılaşmanın uzun erimde işçi sınıfı ve emekçiler için daha fazla sömürü dışında bir anlam ifade etmediği açık bir biçimde ortada durmaktadır. O nedenle işçi sınıfı ve emekçiler için ayrım noktalarını bilmekten öte sermayeden ayrı bir örgütlenme dışında başka bir seçenek bulunmuyor.