Emperyalizmin peşinden Kore’ye

PUSULA | Emperyalizmin peşinden Kore’ye

Emperyalizmin peşinden Kore’ye

Behiç Oktay

Bugün AKP’nin özellikle Suriye’de yol açtığı tablo, Türkiye’nin Kore’de olduğu gibi emperyalizmin eliyle savaşa sokulmasından başka bir şey değildir. Bu tabloda nasıl ki en çok yük Kore ve Türkiye emekçilerine bindiyse, bugün de Suriye ve Türkiye emekçileri binmektedir. Başkasının toprağında başkası için savaşmaktan emperyalistlerden başka kimseye fayda çıkamaz. Dün Menderes ABD peşinden Türkiye’yi savaşa sürüklerken, 2011’den beri Erdoğan da ABD’nin peşinden Türkiye’yi Suriye’de savaşa sürüklemiştir.

Emperyalizmin tarih boyunca sebep olduğu savaşlar, bu savaşların bitmesinden yıllar sonra bile toplumlar için bir yara olmaya devam edebiliyor. Bazı toplumlar savaşlar sonunda kendini çeşitli yollarlarla toparlayıp yaralarını sarabilirken, bazılarında ise savaşın ekonomik, siyasi ve sosyal etkileri uzun yıllar devam edebiliyor.

1950-1953 arası süren Kore Savaşı da Kore toplumunun 65 yıl sonra bile bugününü etkilemeye devam eden bir savaş olarak tarihin kara sayfalarında yerini aldı. Savaş aynı zamanda Türkiye’nin NATO’ya üye olma ve ABD himayesine girmek için attığı ilk adım oldu.

Dünya savaşının ardından

Kore Savaşı ile emperyalizmin ne amaçladığını anlayabilmek için öncelikle 2. Dünya Savaşı’nda bölgede neler olduğuna kısaca göz atmak gerekir.

9 Mayıs 1945’te Kızıl Ordu’nun Berlin’i almasıyla birlikte, savaşın Avrupa cephesi kapanmış, Hitler yenilmişti. SSCB’nin Nazi Almanyası karşısında kazandığı bu zafer belki de 2. Dünya Savaşı’na nokta koyan zafer olarak tarihe geçecekti.

2. Dünya Savaşı boyunca varını yoğunu topraklarını korumaya ve faşizmi yenmeye adayan SSCB, bu süreçte savaşın Uzak Doğu cepheleriyle ilgilenememiş, bu boşluktan faydalanan ABD savaşın fiilen bitmesine rağmen Japonya’ya iki atom bombası atmıştı. 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya atılan ilk bombası sonrası, ABD’nin bölgeye yerleşme planını öngören SSCB, 8 Ağustos’ta Japonya’ya savaş ilan ederek, ilk olarak Asya’nın stratejik olarak önemli bölgelerinden Mançurya’ya ve daha sonra Japonya’nın işgali altındaki Kore’nin kuzeyine girdi. SSCB’nin bu hamleleri sonrası Eylül ayında ise ABD askerleri Kore’yi güneyden işgal etti.

Stalin, katıldığı barış konferanslarında Kore’nin bağımsız bir ülke olarak tanınmasını savunurken, ABD Almanya’da olduğu gibi Kore’nin de bölünmesinden yana bir tavır aldı. 2. Dünya Savaşı’nın resmen bitmesinin ardından Kore fiili olarak 38. enlem ile ikiye bölünmüştü.

Kore Savaşı’na giden yol

Kuzey’de 1948 yılında Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti kuruldu. Daha sonrasında Güney’de de halkın talepleri artıyor, grevler ve öğrenci eylemleri gün geçtikçe ciddi boyutlara ulaşıyordu. Bu durumdan rahatsız olan ABD bu olaylara Koreli milliyetçiler eliyle müdahil oldu ve 1948 yılında Güney’de Kore Cumhuriyeti kuruldu.

Bu dönemde Kore Savaşı’na giden süreci tetikleyen kritik gelişmelerin başında ilk olarak Güney Kore Başkanı Syngman’ın Güney Kore’de bulunan komünistlere yönelik baskısı ve katliam derecesine varan şiddet oldu. Bu durum başta KDHC olmak üzere SSCB ve Çin’i rahatsız ediyordu. Güney’de ABD kontrolü ve desteğiyle yükselen saldırgan tavır, Kuzey’den müdahaleyi zorunlu hale getirmişti.

Güney’de komünistlere yönelik saldırganlık tüm uyarılara rağmen azalmayınca, Kore Halk Ordusu (KHO) 38. paralelin altına inerek Kore Yarımadası’nın neredeyse tamamını ele geçirdi. Daha sonra BM kararı ile oluşturulan ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon Kore’ye müdahale kararı aldı. O dönemde BM’de veto hakkı bulunan SSCB, BM’yi boykot ettiği ve dolayısı ile kararı veto edemediği için karar yürürlüğe girdi.

SSCB, KDHC’nin Kore Yarımadası’nda hakimiyeti kolaylıkla kurabileceğini düşünmüştü. Ancak BM boykotu sebebiyle geçen BM’nin müdahale kararı beklenmedik sonuçlara yol açtı. Kore Yarımadası bu kez de neredeyse tamamen Güney’in eline geçti.

ABD öncülüğündeki BM müdahalesi ile Çin sınırına kadar gelinince bu kez Çin de Kore Savaşı’na dahil oldu ve ABD ile müttefiklerini savaş öncesi sınırların olduğu 38. paralele kadar püskürttü. ABD’nin bu vahşi saldırganlığı 1953’e kadar sürdü. Bu tarihte bir ateşkes imzalandı. Geride bölünmüş bir Kore ve yüzbinlerce ölü kaldı.

Türkiye açısından tarihin tekerrürü

Kore Savaşı Türkiye açısından da tarihte önemli bir yere sahiptir. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in ve hükümetteki işbirlikçi Demokrat Parti’nin ABD’nin NATO’suna katılma isteği, yalnızca savaşa katılan Türk Tugayı’ndan yaklaşık 750 askerin ölmesine sebep oldu. Türkiye emperyalizmin kuyruğuna takılmış ve Kore’de ABD çıkarları için binlerce emekçiyi savaşa göndermiştir.

Türkiye’nin bu hamlesi sonucu Türkiye NATO’ya girmiş, sonrasında iktidara gelen Amerikancı hükümetler ile bu sürmüş, AKP ile ise taçlanmıştır. AKP’nin övündüğü geçmiş işte budur.

Bugün AKP’nin özellikle Suriye’de yol açtığı tablo, Türkiye’nin Kore’de olduğu gibi emperyalizmin eliyle savaşa sokulmasından başka bir şey değildir. Dün Menderes ABD peşinden Türkiye’yi savaşa sürüklerken, 2011’den beri Erdoğan da ABD’nin peşinden Türkiye’yi Suriye’de savaşa sürüklemiştir.

Emperyalizmin savaşı bizim savaşımız değildir

Kore örneğinde göründüğü gibi, emperyalizm tarih boyunca dünyanın dört bir yanını kan gölüne çevirmekten asla çekinmemiştir. Sosyalizmin tüm engelleri yıktığı dönemlerde dünyada terör estiren ABD, bugün de kendisine karşı en ufak bir engeli dahi yıkıp geçmek için dünyayı kan gölüne çevirmekten çekinmiyor. Üstelik bunu yaparken yalnızca kendi gücüyle değil, taşeron örgütler ve işbirlikçi ülkelerin desteği ile amaçlarını gerçekleştiriyor. 2011’den beri ABD’nin tam desteği ile taşeron örgütler, işbirlikçi AKP hükümeti ve Körfez ülkeleri, Suriye’yi kan gölüne çevirmiştir. Bugün ise AKP hükümeti TSK ve kontrolündeki ÖSO ile Suriye topraklarına girmiş, Türkiye’yi bir kez daha ABD için savaşa sokmuştur.

Dün Kore’de olduğu gibi bugün Suriye’de de emperyalizmin savaşı bizim savaşımız değildir.