Dost mücahitler düşman El Kaide

PUSULA | Dost mücahitler düşman El Kaide

Dost mücahitler düşman El Kaide

Zafer Aksel Çekiç

Afganistan işgali, ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı büyüttüğü selefi cihatçılığı bu kez yeni müdahalelerin aracı kılmasının başlangıcıdır. Bu başlangıç, 17. yılında hala bir sonuca ulaşmadığı gibi milyonlarca insanın canlarıyla ödediği ağır bir faturayı da beraberinde taşıyor

ABD, 11 Eylül 2001’de saldırıya uğramasının üzerinden daha bir ay bile geçmeden 7 Ekim 2001’de “şer ekseni”ne karşı dünyayı savaşa sürüklediği ilk adımı atarak Afganistan’ı işgale başladı. Afganistan’da Taliban rejimini ve El Kaide ile lideri Usame Bin Ladin’i hedef alan işgal harekatının sonuçları ise bugün hala hem bölge halklarını hem de tüm dünyayı tehdit eden büyük bir güvenlik sorunu olmaya devam ediyor.

ABD, 1970’lerin sonunda başladığı ama özellikle Ronald Reagan döneminde sürdürdüğü bir saldırıyla Sovyetler Birliği’nin etkinliğini kırmaya girişirken bunun için en verimli müdahale alanlarından birini Afganistan’da bulmuştu. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki demokratik iktidara desteğini kırmak ve geriletmek için özellikle Arap Yarımadası’ndan toplanan ve adlarına “mücahitler” denilen selefi cihatçılar bu ülkede piyasaya sürüldükten 20 yıl kadar sonra bir kez daha ABD için “kullanışlı” hale geliyorlardı.

Sovyetler Birliği’nin ardından

Biraz geriden başlarsak, Sovyetler Birliği’nin 1989’da Afganistan’dan çekilmesi esas olarak ABD’nin bu ülkeye olan ilgisinin de neredeyse ortadan kalkmasına neden olmuştu. ABD açısından afyon yetiştirilmesi dışında pek az önemi olan bu ülkede ortaya çıkan iktidar boşluğunun pek bir önemi yoktu. Bu ortam kısa sürede El Kaide’ye dönüşecek mücahitlerin ve onların müttefiki Taliban’ın Afganistan’da yerleşmeleri ve bir şeriat rejimi kurmalarına imkan sağladı.

Bu arada bu yoksul Asya ülkesi bütünüyle dünya afyon üretiminin üssü haline geldi. 2001 yılında Taliban rejiminin yasaklama hamlesi dışında dünya afyon üretiminin yüzde 90’ınına varan oranı bu ülkede yapılıyor. Elbette buradan elde edilen gelirler Taliban rejimi ve El Kaide gibi cihatçı terör çetelerinin en büyük gelir kaynağı. Afyonun yanı sıra ülkede önemli miktarlarda haşhaş da yetiştiriliyor.

Bu anlamda, Asya’nın bu yoksul ülkesinin 1970’lerden 1990’lara yaşadığı bu değişim emperyalizmin insanlığın tüm kazanımlarına olan düşmanlığını göstermesi açısından da önemli sayılmalı.

Gerici karanlıktan işbirlikçi karanlığa

11 Eylül saldırılarından önce El Kaide Afrika’daki ABD konsoloslukları gibi çeşitli hedeflere saldırılar düzenledikten sonra, kısmi askeri saldırılara hedef olsa da, Dünya Ticaret Merkezi binaları ile Pentagon’u hedef alan saldırıların ardından zaten Taliban rejimiyle gerici karanlığa batmış olan ülke bu kez ABD ordusunun silahlarının hedefine yerleşti.

ABD, İngiltere ve Kanada tarafından başlatılan işgal harekatı, bir süre sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 40 ülkenin yüzbinlerce askerle Afganistan’a çullandığı bir savaş halini aldı. Öyle ki, ülkenin zaten sınırlı olan tüm altyapısı imha edilerek başlanan savaş, elinde hiçbir hava savunma sistemi olmayan ülke üzerine yağan füze ve bombalarla tamamen tarih öncesi bir hal aldı.

Dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair’in tüm süslü “Afganistan’ın açlık ve eziyet çeken erkekleri, kadınları ve çocuklarının” yiyecek ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanacağı sözlerine rağmen ülke nüfusunun üçte birine yakını sığınmacı olarak evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bunların içinden yaklaşık 3 milyonunun hala daha evlerine dönmeyi bekledikleri de biliniyor. Daha vahiminin ise Afganistan işgalinin çatışmalarda ilk anda ölenler dışında sivil kayıplarına ilişkin hiçbir verinin toplanmaması olduğu söylenebilir.

Yıllarca süren çatışmalar Taliban rejimini ortadan kaldırsa da kurulan “İslam Cumhuriyeti” yolsuzluklara batmış gerici ve işbirlikçi bir rejim olarak devam ediyor. Taliban yenilgisine rağmen ülkede hala etkin bir silahlı faaliyeti sürdürüyor.

Bununla birlikte, ülkedeki yeni rejimin ilk cumhurbaşkanı olan Hamid Karzai’nin hükümetinde aynı zamanda uyuşturucu ticaretiyle uğraştığı bilinen isimlerin üst düzey görev almaları da esas olarak sosyalizm seçeneğinin ortadan kalkmasıyla emperyalizmin “değersiz” gördüğü bu ülkenin makus talihinin işbirlikçi bir gericilik ile uyuşturucu üretimi arasında sıkışmaktan kurtulamayacağını gösteriyor.