Cepheden diplomasiye: Cenevre ve Astana süreçleri

Cepheden diplomasiye: Cenevre ve Astana süreçleri

30-09-2018 08:45

Suriye’yi taşeronları aracılığıyla 7 yılı aşkın bir süredir kan gölüne çeviren ABD’nin başını çektiği emperyalist bloğun Cenevre ve Astana süreçlerinden aslında ne beklediği ve bir sonuç olarak ne elde ettiği üzerine düşünülmesi ve tartışılması gereken bir olgu olarak karşımızda duruyor.

Alev Doğan

ABD’nin Fırat’ın doğusundaki yerini sağlamlaştırmak için attığı adımlara sahne olan Suriye’de diplomasi trafiğinin 2017’ye nazaran biraz daha azaldığını gözlemlemek mümkün. Masada kalan kimi konuların bu aşamadan sonra ancak cephede çözüleceğini söylemek de…

Savaşların yalnızca cephede, askeri alanda kazanıldığını ya da kaybedildiğini düşünmek ancak çocuksu saflığın üretebileceği türden bir akıl yürütmesidir. Bu nedenle Suriye’yi taşeronları aracılığıyla 7 yılı aşkın bir süredir kan gölüne çeviren ABD’nin başını çektiği emperyalist bloğun Cenevre ve Astana süreçlerinden aslında ne beklediği ve bir sonuç olarak ne elde ettiği üzerine düşünülmesi ve tartışılması gereken bir olgu olarak karşımızda duruyor. Bu süreçlerden Suriye direnişinin ne kazandığı da elbette.

Bugün, İdlib ile en yakıcı haline bürünen bu düğüm, işgalin tarafı olan her ülke için beraberinde bir takım soru işaretleri de barındırmakta. Bu nedenle hafızalarımızı biraz tazeleyerek, 2012’de başlayan bu “diplomasi trafiğini” nedenleri ve sonuçları ile biraz irdeleyelim.

Cenevre süreçleri

Tarihler 30 Haziran 2012’yi gösterdiğinde, Suriye’deki işgal birinci yılını henüz doldurmuş, Esad hakkında “15 gün içerisinde devrilecek” iddiasında bulunulan taraflar, Suriye’nin o kadar da kolay bir lokma olmadığını anlamış bir biçimde Cenevre süreci için yerlerini almıştı.

BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan koordinatörlüğünde gerçekleşen zirveye BMGK daimi üyeleri olan ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’yla beraber AB temsilcileri, Türkiye, Katar, Kuveyt, Arap Birliği Temsilcileri ve Irak katılırken, Suriye Hükümeti ya da “muhalifleri” temsilen bir katılım olmamıştı.

İran da zirvenin dışında kalan aktörlerden belki de en önemlisiydi. Bugün Suriye’ye yerleşme planlarını Fırat’ın doğusuna çeken ABD’nin, sahadaki askeri danışmanlarına ilişkin türlü yaygarayı koparttığı İran’ın bölgede dengeleri Suriye lehine çevirecek bir güç olduğu ilerleyen günlerde tüm kamuoyu tarafından da anlaşılacaktı.

Kofi Annan’ın “kellesini götüren” zirvenin ardından varılan mutabakat, işgal güçleri açısından “Esad gitmeli” söyleminin “giderse ne ala” temennisine büründüğü bir haldi. Bir buçuk yılın ardından “22 Ocak-16 Şubat 2014” tarihleri arasında açılan ikinci perde, işgalin yönünü tayin edecek kadar önemli olan Kuseyr zaferinden 6 ay sonra açıldı.

Bu sefer sahnede fiili bir biçimde de olsa, Lübnan sınırında Lübnanlı Şiilerin yaşadığı 14 köyü de kapsayacak biçimde koruma misyonunu genişleten Hizbullah da vardı. Hizbullah’ın devreye hızlı bir biçimde girmesi, Amerikalı, İngiliz ve Fransızları karşı atak için harekete geçirmişti. Sefir yazarı Muhammed Ballut’a göre bu üçlü “muhalifleri” Cenevre’de temsil edecek heyeti belirlemeye çalışıyordu.

Son noktayı ABD koyarken George Sabra, Faruk Tayfur, Semir Naşer, Abdülahad Astifo, Suheyr Atasi ve sahada silahlı grupları toparlaması için ÖSO’nun dümenine geçme sürecinde başrolü oynayan Selim İdris’i “Cenevre-2” için ikna etti.

Batılıların “Şam’a dönüş bileti” olarak gördüğü bu görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmazken, Suriye hükümetinin meşruiyet hanesine bir çentik daha atılmıştı.

Cenevre görüşmeleri arasında, en sancılı olarak tarihe geçen Cenevre-3 ise tam üç kez ertelenerek, 1 Şubat 2016’da başlayabildi. Bu tarih Suriye ordusunun cihatçı çetelerin ablukasında olan Halep’i geri almak için düğmeye bastığı belki de savaşın en önemli kırılma noktalarından bir tanesiydi. Cephede Suriye ve müttefiklerinin güçlenen eli, Cenevre-3’te emperyalist bloğun canını sıkmış, ABD mutsuz ama “henüz bir şey bitmedi” mesajını da üstü örtülü bir biçimde vererek, masadan ayrılmıştı.

Halep’in özgürleşmesi ve Astana süreci

20 Aralık 2016’da Rusya, İran ve Türkiye’nin dışişleri bakanlarının Suriye’de “siyasi çözüme” ilişkin ortak bir mutabakata vardığı açıklandı. Üçlü görüşmenin ardından yayımlanan deklarasyonda ilgi çekici başka bir detay daha vardı. AKP iktidarının “oyunun” dışında kalmamak adına yarım ağızla da olsa bu mutabakata “olur” verdiğini gösteriyordu. Bu detay mutabakatta Beşşar Esad’ın isminin geçmemesiydi.

Halep’in Suriye ordusu tarafından özgürleştirilmesinin hemen ardından gerçekleştirilen bu zirve ile Astana sürecinin kapıları aralanmış, cihatçıların Halep’te kendilerini sattıklarını düşündükleri Erdoğan ve Türkiye sahnede yerini almıştı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı da “Suriye’de çatışan taraflar arasında, ülke genelinde 30 Aralık 2016 günü saat 00.00 itibariyle ateşkese gidilmesi hususunda bir mutabakata varılmıştır. Bu gelişmeyi memnuniyetle karşılıyoruz” şeklindeki açıklamayla durumu teyit etmişti.

2017, Suriye işgali açısından müzakere trafiğinin en yoğun olduğu yıl olarak kayıtlara geçti. Astana görüşmeleri için taraflar yedi kez masaya otururken, 2016’da emperyalist bloğun memnuniyetsiz ayrıldığı Cenevre görüşmeleri yeniden başlayarak beş görüşme daha gerçekleştirildi.

Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül’ün “Bitti Esad gerçekten bitti” sözleriyle çıktığı Suriye seferini, tarihi bir u dönüşü ile sonlandıran Soçi Zirvesi 22 Kasım 2017’de gerçekleşen oturum ile başlarken, Ankara ve Moskova arasındaki uzlaşının önünde sorun teşkil eden üç husus vardı. Türkiye’nin İdlib’te çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması planına vereceği katkıya karşılık Türk ordusunun Afrin’e operasyon düzenlenmesi, Kürtlerin siyasi çözüm müzakereleri çerçevesinde Rusya’nın ev sahipliğindeki Suriye Halkları Kongresi’ne davet edilmesi ve Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) Cenevre sürecine dahil edilmesi.

Türkiye’nin PYD şerhinin dikkate alındığı, İkinci Soçi Zirvesi ise 30 Ocak 2018’de gerçekleştirildi. Zirveden sonra taraflar, ortak bir bildiri yayımlarken, BM’nin de desteğinin istendiği Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde, anayasa komitesinin kurulması kararı alındı.

Sonuç yerine

ABD’nin Fırat’ın doğusundaki yerini sağlamlaştırmak için attığı adımlara sahne olan Suriye’de diplomasi trafiğinin 2017’ye nazaran biraz daha azaldığını gözlemlemek mümkün. Masada kalan kimi konuların bu aşamadan sonra ancak cephede çözüleceğini söylemek de…

ABD’nin, Libya’da hayata geçirilen senaryonun Suriye’de de tekrarlanması için gösterdiği yoğun çabanın, Rusya ve İran eliyle boşa düşürülmesi diplomasi trafiğinin en önemli sonuçlarından bir tanesi olarak Suriye direnişinin hanesine yazılmış durumda.