2000'ler sonrası üniversiteler

2000'ler sonrası üniversiteler

11-11-2018 14:01

2000'li yıllar ve gençlik arasındaki ilişki, bir müdahale sürecini anlatmaktadır. Var olan gençliğin dönüştürülmesi, dönüşmeyenlerin ise sindirilmesi sürecidir. Tabii ki yeni bir gençlik yaratma uğruna...

ÇINAR DENİZ AY

2000’li yıllar ve gençlik arasındaki ilişki, bir müdahale sürecini anlatmaktadır. Var olan gençliğin dönüştürülmesi, dönüşmeyenlerin ise sindirilmesi sürecidir. Tabii ki yeni bir gençlik yaratma uğruna…

12 Eylül faşist darbesi ile sermaye sınıfının memlekette istediği gerici dönüşümün içerisinde, ideolojik üretim merkezleri olan üniversiteler ciddi bir yer kaplıyordu. Solun tasfiye edilmesi, neoliberal politikalara zemin yaratılması, sonrasında açılacak İkinci Cumhuriyet sürecinin dayanak noktalarının oluşturulduğu bu dönem eğitim alanında da kendini gösterdi. Üniversiteler aydınlanmanın merkezleri olarak işlev görüyorken bunu tasfiye etme işlevi YÖK’e bağlandı, imam hatip okullarıyla dincileştirme sürecinin gençlik alanında yansımaları yaratıldı.

1990’lı yılların sonlarına doğru gelindiğinde YÖK tartışmaları devam ediyordu. Bologna sürecine gidilmiş, her ne kadar kulağa hoş kavramlarla çıktıysa da ortalığa, neoliberal dalganın üniversiteleri piyasacılığa teslimiyetinin başlangıcı olmuştu. Gericilik ve piyasacılık bütünlüklü bir halde alan kapatıyor, sermaye ve işçi sınıfı arasındaki mücadelede sermaye sınıfı daha da palazlanıyordu.

Bütün bu sürecin dünyadaki siyasal gelişmelerden hareketle geliştiği ve buradaki konumlanışlardan beslendiğini bir tarafa not edilmek durumundadır. Temelde iki kutuplu dünyanın çözülüşüne denk gelen bu dönüşüm, aslında Türkiye’nin yeni tabloya entegrasyonu olarak okunmalıdır. Dolayısıyla 2000’li yıllar ve sonrasının ana referans noktalarından birkaçı reel sosyalizmin çözülüşü, dünyada oluşan yeni dengeler ve yeni dünyaya entegrasyon olarak oturtulmalıdır. Buradan açılırsa AKP ile birlikte üniversite alanına dair atılan yeni adımlar anlam kazanacaktır. Ötesinde doğru yanıt bu bakışla verilecektir.

2000’li yıllar bu açıdan üniversitelerdeki siyasal mücadeleyi özgürlük dileklerine kadar çekip gericiliğin üniversitelere girişine su taşıyan liberal solun “Türban” tartışmaları üzerinden gericiliği meşrulaştırdığı bir süreç yaşadı. İlerici bir siyasal mücadeleden kaçan solun liberal unsurları ise örgütlü gericiliği karşısına alamayarak aydınlanmacı tavrından taviz verip üstüne bir de gericiliğe alan açılmasına neden olundu. Yeni bir rejim doğuş yıllarında, üniversite alanındaki “başarısını” bu şekilde sağladı. Gençlik alanına dair dönüşümün sinyalleri yanmaya başlıyor, gericilik ve piyasacılık ise saldırmaya hazırlanıyordu.

Değiştirme işleminin sonuçları

AKP iktidarıyla birlikte, Türkiye’de yeni bir sürecin açıldığı, bu sürecin ise yeni bir devlet felsefesi yaratma, yeni bir toplumsal yapı kurma iddiasıyla beslendiği görülmelidir. Dolayısıyla ülkeyi var eden temel alanlardan olan devlet mekanizması da bu dönüşüme tabi tutulmalıydı. YÖK’e yapılan müdahalelerle birlikte artık AKP çıkarlarını gözeten ve onun politikalarını hayata geçiren bir işleve geçiş yapmıştı. Bu üniversiteler açısından, bilimselliğin tasfiyesi, üniversitelerin sermayeye açılması, bir dizi ile özel üniversiteler kurulması, akademiden aykırı seslerin uzaklaştırılması hamlelerini beraberinde getirdi. Bu sürecin sermayeyi besleme, “100 yıllık arayı” sonlandırma gibi bir içeriği olduğu kadar, aynı zamanda yeni bir gençlik kuşağının dizaynına zemin sunduğu da önemli bir not olarak eklenmelidir. Bu açıdan 2000’li yıllar ve gençlik arasındaki ilişki, bir müdahale sürecini anlatmaktadır. Var olan gençliğin dönüştürülmesi, dönüşmeyenlerin ise sindirilmesi sürecidir. Tabii ki yeni bir gençlik yaratma uğruna…

Bu açıdan üniversite mücadelesinde 2000’li yıllarda hiç de azımsanmayacak çıkışlar olmuştur. Doğalında temel bir yasa bu süreçte de işlemiştir, etki, tepki yaratmış ve AKP’nin gençliği dönüştürme misyonu bir yerden sonra gençlikle arasında açı oluşmasına sebebiyet vermiştir. Dindar ve kindar gençlik, öğrencilerin kızlı erkekli dolaşmaları yanlıştır söylemleri bu kapsayamama sürecinin siyasetteki yansımaları olarak okunabilir. Gençlik ise tepkisini YGS eylemleri, ODTÜ ayakta direnişi ve Haziran Direnişi’nde ortaya koymuştur. Süreç ilerlemiş fakat açı kalmıştır. Bu açının temelleri ise, doğru bir zemine oturtulamamıştır. Sorun, bu sürecin yalnızca AKP’nin hevesi ve isteği olmayışı, aynı zamanda Türkiye’de kapitalizmin mantıki sonucu olduğu gerçeğinin silik kalmasıdır. Bu süreç, bir dizi savrulmaya sebebiyet vermiş, bu okumadan hareketle salt AKP karşıtı mücadele, yansıması olarak da düzen güçlerine ya da Birinci Cumhuriyet referanslarına çubuk büken bir yaklaşım siyasette kendine alan açmıştır.

Buraya kadar işlenilen kısmı özetleyecek olursak ise, 2000’li yılların üniversite gündemi ya da gençliğin konumlanışı Birinci Cumhuriyet’ten İkinci Cumhuriyet’e geçiş sancıları üzerine oturmuştur. Detayları başka bir yazının konusu olmakla birlikte, kurtuluş da mutlak olarak başka bir geçişe dayandırılmalıdır. Gerici ve piyasacı İkinci Cumhuriyet’ten, eşitliğin ve özgürlüğün hakim olduğu sosyalist Cumhuriyet’e..

 

“Dindar ve kindar gençlik”ten “komünistleri okutmayız” söylemine

AKP iktidarıyla birlikte açılan süreçte gençliğe yönelik yaklaşıma bir dönüm noktası oluşturmak doğru olacaktır. Haziran direnişi öncesinde iktidarla uyumlu, onun referanslarıyla hayata bakan bir İslamcı kuşak yaratılmak istenmiş, temel adımları ise imam hatip okulları üzerinden atılmak istenmişti. Haziran direnişi sonrasında ise gençliğe dair yaklaşım yeni bir kuşak oluşturmaktan ziyade, Haziran’da politikleşen gençliğin sindirilmesi üzerine kurulmuştur. Tabii ki salt yapıcılık ya da yıkıcılık yoktur, yıkan aynı zamanda başka bir şey inşa eder. Fakat ağırlık dengelerinin değiştiği not edilmelidir.

Özellikle 2014 sonrası süreç üniversitelerde kulüplerin dahi işlevsizleştirildiği, siyasetin üniversiteden uzaklaştırıldığı, polisin okullara karakol kurduğu bir görüntü vermektedir. En ufak bir siyasi faaliyetin suç olarak tanımlandığı bu dönemin ruhu ise, üniversiteyle bağın koparılması olarak kodlanmıştı. Bu süreç beraberinde piyasacılıkla birleşince üniversitelerin bölünmesi ve başka yerlere taşınması gündemiyle iç içe geçmiş oldu.

Düzen söylemini yapıcılıktan çok, yıkıcılığa dayandırmaya başladı, ODTÜ mezuniyetinde yapılan gözaltı ve tutuklamalar. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin tutuklanması ve “komünistleri okutmayacağız” söyleminin ağırlık kazandığı bu süreç AKP’nin üniversitelere yönelik tavrını da ortaya koymuş oldu.

Bugün ise düzenin üniversite alanına dair ideolojik ve siyasal saldırıyı arttırma sinyalleri taşıdığı bir kenara not edilmek zorundadır. Memleketin içinden geçtiği süreç göz önünde bulundurulduğunda önümüzdeki dönem emek-sermaye arasındaki mücadelenin belirginleşeceği, dolayısıyla üniversitelerin de bu oranda politikleşeceği bir atmosfere doğru girildiği ortaya konulmalıdır.