1989 Baharı’ndan Ankara’ya yürüyüşe

1989 Baharı’ndan Ankara’ya yürüyüşe

21-10-2018 10:30

1989 Bahar Eylemleri de madencilerin yürüyüşü de işçi sınıfının ekonomik ve politik gücünün somut göstergeleri olarak tarihte yerlerini aldılar. Can çekişen bir hükümetin düşüşünde etkili olan işçiler sendikalarında etkili olamamanın ve siyasi öncülük eksikliğinin ceremesini ise bugün dahi çekiyorlar.

Zafer Aksel Çekiç

1989 Bahar Eylemleri de madencilerin yürüyüşü de işçi sınıfının ekonomik ve politik gücünün somut göstergeleri olarak tarihte yerlerini aldılar. Can çekişen bir hükümetin düşüşünde etkili olan işçiler sendikalarında etkili olamamanın ve siyasi öncülük eksikliğinin ceremesini ise bugün dahi çekiyorlar.

12 Eylül darbesinin sola ve işçi sınıfının siyasi hareketine verdiği ağır zararlar aynı zamanda sendikal mücadeleyi de vurdu. 1980’ler bir yandan darbe yönetiminin baskısı bir yandan da yasalarla fiilen durdurulan işçi sınıfı hareketi ilk defa 1986’da NETAŞ işçilerinin greviyle tekrar ortaya çıktı. Mevcut koşullarda grev yapılamayacağına dair bir inanç oluşturulduğu bir dönemde gerçekleşen bu grev ile 1989’dan 1991’e uzanan kamu işçilerinin başını çektiği mücadele dönemini açılacaktı.

 1989 Bahar Eylemleri ve işçi sınıfının yaratıcı meşru mücadelesi

12 Eylül öncesini hala hafızalarında taşıyan işçilerin ağırlıkta olduğu bir dönemde işçi sınıfı biçilen haklarına karşı ilk kez itiraz ederken siyasi sonuçlarıyla Türkiye’de düzen siyasetinin de kendisini yeniden belirlemesine yol açarak sınıfın etkinliğini gösteren bir gücü de hatırlamış oldu. Kamu kesiminde çalışan işçilerin 1989 yılının Mart, Nisan ve Mayıs aylarından itibaren başlattıkları ve Bahar Eylemleri olarak bilinen eylemler, Türk-İş’e bağlı 26 sendikanın oluşturduğu Koordinasyon Kurulu’yla üç kamu işveren sendikası arasında sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinde ilerleme sağlanamaması üzerine başlamıştı. Yaklaşık 600 bin kamu işçisi 1989’un bahar aylarında üç ay boyunca eylemleriyle etkili oldular.

Yasaklar nedeniyle yaratıcı yollar geliştirilen eylemler genel grev boyutlarına varan bir güce ulaştı. Bugünlerde aynı etkileri korumasalar da iş durdurma, iş yavaşlatma, toplu yürüyüşler, trafiği kapatma, işyeri işgali, işbaşında oturma, işe gitmeme, fazla mesaiye kalmama, servis araçlarına binmeme, vizite eylemi gibi eylem biçimleri bu dönemde etkin şekilde kullanılırken çocuklarını evlatlık verme, toplu boşanma davası açma, vezne önünde bekleme, ücret almama, fabrika önünde soğan ekmek yeme, bordroları postalama, bordroları balona bağlayıp uçurma, tüm ailece yürüyüş gibi daha ilginç yöntemler de geliştirilmişti.

ANAP hükümetinin referandum ve yerel seçimlerde aldığı siyasi yenilgilere karşın 600 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmeleri görüşmelerinde ücret teklifi dahi vermeyen kibirli yaklaşımı mücadelenin fitilini ateşledi. 12 Eylül öncesinde MESS Genel Başkanı olan, memleketin neo-liberalizme teslimine giden yolu açan 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal Hükümeti, yükselen işçi eylemleri karşısında sendikaları suçlayıp sendikacılarla değil işçiler arasından seçilmiş bir heyetle görüşebileceğini söylese de 29 Mart 1989 yerel seçimlerinde ANAP’ın oy oranı yüzde 35’ten yüzde 22’ye düşünce en fazla yüzde 40 olacağı söylenen ücret artışları sonuçta yüzde 140’lara ulaşacaktı.

Bahar eylemleri sürecinde 1989’da 30 binden fazla kamu işçisi greve çıktı. Türk-İş yönetiminin 16 gün sonra eylemlerin kontrolünden çıkacağı endişesiyle “pasif direniş” kararı almasına rağmen İstanbul’daki askeri tersanelerde çalışan işçilerin birleşerek Kasımpaşa Meydanı’nda toplanmaları, TEKEL fabrikalarından 15 binden fazla işçinin aynı saatlerde viziteye çıkması, Cevizli TEKEL fabrikasından 8 bin işçinin 4 kilometrelik yürüyüşlerinin sonunda Karayolu işçileri tarafından karşılanması, 86 bin TEK işçisinin yemek boykotu, 24 bin çelik işçisinin 3 ay boyunca kesintisiz iş yavaşlatma, vizite, yürüyüş, sakal bırakma, yemek ve servis boykotu gibi eylemlerin ardından greve çıkmaları, askeri dikimevi işçilerinin yol kesme eylemlerine saldıran polisin coplarına birbirlerine kenetlenerek karşı koymaları gibi sayısız eylem akıllarda kaldı.

Bahar Eylemleri, sendikalara rağmen işçilerin ve işçi sınıfının nasıl öne çıkabileceğinin ancak siyasi öncülük olmadığında kazanımların kalıcı olamayacağının bir örneği olarak yaşandı. İşçi sınıfının siyasallaşmakta geri durmadığı da eylemlerin doğrudan ANAP hükümetini hedef almasından ortaya çıkıyordu. Öte yandan işçilerin doğal örgütlenme alanları sendikaların boş bırakılmaması gerektiği de anlaşılmaktaydı. Bu dersler 1989 Bahar Eylemlerinin bir devamı ve son tepe noktası sayılabilecek 1990 yılının başındaki Büyük Madenci Yürüyüşü’nde daha da açık bir şekilde görülecekti.

4 Ocak 1991’da 100 binden fazla maden işçisi ve ailesi Genel Maden İşçileri Sendikası önderliğinde Zonguldak’tan Ankara’ya Büyük Madenci Yürüyüşü’nü başlattı.

Büyük Madenci Yürüyüşü ve sendikanın ihaneti

18 Ağustos 1988’de Kilimli ile başlayan ve İhsaniye, Çaydamar ve Dilaver maden ocakları ile devam eden ocak kapatmaları Turgut Özal’ın 2 yıl kadar sonra yaptığı “Zonguldak kömür havzasında işçiye verilen ücret, sattığınız kömürün bedelini karşılamıyor” açıklaması takip eder. Hedeflenen madenlerin özelleştirilmesidir. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde arada oluşan uçurumun ardından Genel Maden-İş 30 Kasım’da greve başlamaya karar verir. Grev pankartı, Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Gelik Müessesesi önüne asılır ancak 3 Aralık’ta hükümetin lokavt kararı gelir.

30 Kasım’dan itibaren 48 bin işçi firesiz greve katılır. O zamanlar Zonguldak’ın ilçeleri olan Bartın ve Karabük halkı da Zonguldak’tadır. 3 Ocak 1991’de sendika ile hükümet arasındaki görüşmelerden sonuç çıkmaz. Tüm Zonguldak işçilerin arkasındadır. Hatta Avustralya ve Güney Afrika’dan ithal edilmek istenen kömür liman işçilerinin direnişiyle yüklenmez.

Genel Maden-İş’in bağlı olduğu Türk-İş 3 Ocak 1991’de Türkiye çapında 1 günlük genel grev kararı alır. Zonguldak’ta ise genel grevi sürdürebilmek amacıyla 4 Ocak’ta toplu halde Ankara’ya gitme kararı verilir. Maden işçilerini Ankara’ya götürecek otobüsler engellenir. Bunun üzerine tarihi yürüyüşe karar verilir. Birkaç saat içinde verilen kararla maden işçileri ve aileleri 4 Ocak’ta yürüyüşe başlar.

Madenciler beş gün boyunca olaysız yürürler. Karşılarına çıkartılan barikatlar birer birer aşılır. ANAP hükümeti görüşmeme ısrarını ancak birkaç gün sürdürebilir. 5 Ocak’ta hükümet madenlerin işçilere devredilmesini önerir ancak sendikanın devir konusundaki şartları kabul edilmez. Zonguldak’tan gönderilen ilaç, battaniye, gıda gibi ihtiyaç maddelerinin madencilere ulaştırılması engellenir.

8 Ocak’ta Sendika Ankara’da hükümetle yapılacak görüşmeleri bahane ederek yürüyüşü sonlandırır. Ancak yürüyüşün sonlandırılmasıyla Sendika ve hükümet arasındaki görüşmeler bir süre sürüncemede bırakıldı. 21 Ocak’ta görüşmeler başlar ancak sonuç alınamaz. Bu arada Körfez Savaşı gerekçe gösterilerek grevler yasaklanır. Sonunda toplu sözleşme imzalandığında ücretler 30 Kasım öncesinde verilen teklifin dahi altında kalır.